15 Ağustos tarihli “Katılım Bankacılığı; Helalden Haramın Eşiğine” başlıklı yazım, beklenildiği üzere özellikle katılım bankacılığı cephesinde yoğun tepkiler doğurdu. Bu tepkiler, aslında yazının merkezinde yer alan rahatsız edici bir gerçeği yeniden görünür kıldı:
Katılım bankacılığı, “helal kazanç” idealinden hızla uzaklaşırken, eleştiriyi değil özeleştiriyi hedef tahtasına oturtmuş durumda.
Oysa bu ülkenin dindar insanları, yıllar önce “faizsiz finans” vaadine güvenerek bu sisteme yöneldi. İnanç hassasiyetleriyle, birikimlerini “katılım” adı altında değerlendirdiler. Fakat bugün gelinen noktada sorulması gereken sorular bir hayli fazla.
Fiktif mi, Gerçek mi?
Katılım bankalarının en çok övündüğü konu, “faturalı işlemlerle gerçek ticarete aracılık ettikleri” iddiasıdır. Peki o hâlde soruyorum:
Son 10 yılda yapılan ve finansmanını yaptığınız tüm faturalı işlemleri, geriye dönük olarak Maliye Bakanlığı’ndan teyit etmeye var mısınız?
Eğer sisteminizin bu kadar şeffaf ve helal olduğuna inanıyorsanız, bu denetimden çekinmeyeceğinizi düşünüyorum, şayet faturalar iptal edilmişse kar diye yazdığınız tüm tutarları bilançonuzdan çıkarmaya var mısınız?
Danışma Kurulları Nerede?
Bir diğer mesele: danışma kurulları…
Kâğıt üzerinde “dini kontrol mekanizması” olarak görünen bu kurullar, fiiliyatta genel müdürlüklerin bir uzantısından ibaret hale gelmiş durumda.
Danışma kurulları, genel müdürlük ekiplerinden bağımsız olarak şubelere gidip personellerle görüşse, sahadaki gerçekleri dinleyip buna göre rapor hazırlasa — o zaman belki sistemdeki samimiyet yeniden inşa edilebilir.
Ama mevcut yapı bunu gerçekten ister mi?
On Yıllık Uhrevi Değişim!
Bir zamanlar “caiz değildir” denilerek reddedilen Hayat Sigortası işlemleri, bugün nasıl oluyor da “fetvalarla” meşrulaştırılıyor?
On yıl içinde nasıl bir “uhrevi süreç” yaşandı da bir zamanlar haram sayılan bir uygulama bugün helal etiketiyle sunulabiliyor?
Değişen şey İslam’ın hükümleri mi, yoksa bankaların piyasa payı mı?
Faizsiz Mobil Uygulama Masalı
Bir başka çelişki de dijital alanda yaşanıyor.
İnternet ve mobil bankacılık aracılığıyla, sözlü vekalet dahi alınmadan, “yerinde finansman”, “anında kredi”, “taksitli finansman” adı altında faizli bankacılığın birebir kopyaları yürürlükte.
Bu işlemleri caiz kılan fetvaların dayanağı nedir?
Gerçekten Kur’an ve sünnet ışığında mı, yoksa rekabet baskısı altında mı hazırlanıyor bu fetvalar?
Sabah Namazı Hassasiyetinden Performans Takibine
Zamanında bir genel müdür yardımcısı, “Sabah namazına kalkmayan birini müdür yapmayız” diyordu.
Bugün o sözlerden eser yok. Şimdi sistem, maneviyatı değil performans hedeflerini ölçüyor.
“İşin ehli olmak” yerini “kârı büyütmek”e, “helal dairede kalmak” yerini “piyasa payını artırmak”a bıraktı.
Misyon Kaybı
Katılım bankacılığı, bir finans modeli olmanın ötesinde bir misyon olarak doğmuştu.
Ancak bugün agresif büyüme hedefleriyle, bonus sistemleriyle ve rekabet taktikleriyle tam da “faizli finansın” izinde yürüyor.
Oysa bir dönem, “şüpheli işlem varsa araç yüklenmesini dahi takip edin” diyen yöneticiler vardı.
Bugün o hassasiyetin yerinde ise sessizlik var.
Sonuç: Kılıf Dar, Gerçek Büyük
24 Mayıs 2025’te yayımlanan “40. Yılında Türkiye’de Katılım Finansı Alanıyla İlgili Metodolojik Problemler ve Çözüm Önerileri Çalıştayı” raporu, tüm bu sorunları net bir biçimde ortaya koydu.
Katılım bankacılığı sistemi, bugün ne yazık ki iç denetimini, etik çizgisini ve dini duyarlılığını büyük ölçüde yitirmiş durumda.
Kısacası, katılım bankacılığı devasa bir finans gücüne dönüşmüş olabilir.
Ama o gücün arkasında giderek kaybolan bir vicdan var.
Helalden haramın eşiğine uzanan bu ince çizgide, asıl soru şu:
Katılım bankacılığı hâlâ bir “inanç sistemi” midir, yoksa sadece “bir iş modeli” mi?