İNSAN VE YAŞAM

Bêjdar Ro Amed

İNSAN VE YAŞAM

Sessizliğin İçinden Yükselen Hakikat

Kendini bilmenin en kadim ve en sahici okulu yaşamdır. İnsan, bu okulda kendini doğanın diliyle tanır, varlığını onun ritmiyle hisseder. Yaşam; sessizliği sona erdiren, görünür ve duyulur hâle gelen bir varoluş biçimidir. Varlığın söze dönüştüğü, bedenin hisle yoğrulduğu, zihnin ise anlamla buluştuğu yerdir yaşam. Çünkü yaşam, sadece akıp giden bir zaman değil; bilincin, ruhun ve doğanın iç içe geçtiği kutsal bir alandır.

Her şey bu alanda olur: doğum, büyüme, kayıp, aşk, umut, acı, teslimiyet ve uyanış. İnsan, yaşamın kucağında büyür; onunla konuşmayı öğrendikçe kendini daha derin bir bilinçle kavrar. Ve yaşam, güzellikleri kendinde toplayarak, bu güzelliği insanda görünür kılar. Aslında insanın bilinir olması da, yaşamın açığa çıkmasıdır. İnsan yaşamla bütünleştikçe gerçek olur.

Yaşamın Kapsayıcı Alanı

Yaşam, insanın kapsayıcı alanıdır. Onu içine alır, taşır, dönüştürür. Bu alan, en yoğun hâlini ilişki ve paylaşımda bulur. Çünkü ilişki, insanın hem kendini hem de başkasını tanıma biçimidir. Paylaşım ise insanın varlığını anlamlandırma yolu. Ve özgür bir insan olmanın sırrı, bu ilişkilerde saklıdır; yaşamı olduğu gibi hissedebilmekte, onunla bütünleşebilmekte yatar.

Yaşamı anlamayan insan, kendi derinliğini de yitirir. Yaşamı bastıran sistemler, aynı zamanda insanı da bastırır. Her felaketin, her yabancılaşmanın ve her zihinsel kargaşanın merkezinde, insanla yaşamın kopmuş ilişkisi yatar. Çünkü yaşamla bağ kuramayan bir insan, varlığını kutsal olandan soyutlar. Ve bu kopuş, hem bireysel hem toplumsal çöküşün başlangıcıdır.

Zihne Yönelen Şiddet: Kendine Tecavüz Eden Akıl

Modern insan, kendi aklıyla kendi zihnine yönelmiş bir saldırının içindedir. Kendi iç dünyasına yabancılaşmış, zihnini gürültüyle, kontrolle ve yargıyla doldurmuştur. Bu, kendi zihnine bir tür tecavüzdür. Zihnini zorlayan, kendine düşman olan; yalnızca kendi iç huzurunu değil, toplumsal barışı da sabote eder. Çünkü kendini inciten, çevresini de incitir. Kendi benliğine engel koyan, yaşama da barikat kurar.

Bu zihinsel saldırı, modern uygarlığın en büyük hastalığıdır. İnsan, kendisine yönelttiği bu acımasızlıkla, aslında yaşamın tüm hassas katmanlarını yok etmeye başlamıştır. Böyle bir zihinsel iklimde, doğa tüketilir, ilişkiler kirlenir, toplumsal yapı çürür. Ve insan, kendi elleriyle yıktığı bir dünyada yaşamak zorunda kalır.

Kutsal Olanın Sessizliği

Peki nedir kutsal olan? Onu neden kaybettik? Zihin gürültüyle doldukça, insan gerçek kutsallıktan uzaklaşır. Ardından, bu boşluğu doldurmak için sahte kutsallıklar yaratmaya başlar: ideolojiler, dogmalar, kimlikler, kalıplar… Oysa kutsal olan, zihnin en sade, en duru hâlidir. Zihnin dinginliği, yaşamın özüdür.

Gerçek kutsallık; doğanın sessizliği, bir bakış, bir ağacın gölgesi, sevgiyle kurulan bir cümlede gizlidir. Gürültüyle, aceleyle, hırsla değil; farkındalıkla, sakinlikle, şefkatle açılır. Bu yüzden zihinsel dinginliğe ulaşamayan bir toplum, kendi varlığına karşı duyarsızlaşır. Ve duyarsız bir yaşam, felakete davetiyedir.

Yaşamı Özgürce Tanımak

Özgür bir zihin, özgür bir toplumu mümkün kılar. Yaşamı özgürce yaşamak, onu tanımak ve derinlemesine bilmek, ancak sakin bir iç hâl ile mümkündür. Böyle bir zihin, yaşamı geliştirir, büyütür, derinleştirir ve korur. Ve böyle bireylerin oluşturduğu bir toplum, sadece medeni değil, aynı zamanda bilge bir toplum olur.

İnsan ve yaşam, birbirinden ayrılamaz bir hakikatin iki yüzüdür. Yaşamın ne olduğunu anlamak istiyorsak, zihnin ne hâlde olduğuna bakmalıyız. Dingin bir zihin, sevgiyle akan bir yaşam yaratır. Gürültülü bir zihin ise, çatışmalarla boğulan bir dünyaya kapı aralar.

Bu yüzden, yaşamı yeniden sevmeyi, dinlemeyi, hissetmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü yaşam, kendini bize anlatır — yeter ki sessizleşmesini bilelim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.