İNSAN AYNASINDA BİR YÜZLEŞME: MUHARREM ERBEY VE GÜNAHKARLAR KALESi -2- ARAM İLE LEYLA
Hayat, dostlukların gizli odalarında, zamanın hoyrat rüzgârına rağmen direnen ilişkilerde saklar en gerçek yüzünü.
Muharrem Erbey ile dostluğumuz, bir ömrün neredeyse yarısını kat eden, sanatın, edebiyatın, felsefenin, toplumsal gerçeğin ve hukukun birbirine karıştığı uzun bir zamanın içinden süzüldü. Ancak bütün bu katmanlar arasında bir değer vardı ki, her şeyin önüne geçti: İnsan.
Sanat da, edebiyat da, felsefe de, hukuk da insanı anlamadan bir yere varamazdı. Bizim için her tartışmanın, her üretimin, her sessizliğin ve her itirazın ilk adresi insandı. Önce insan, sonra kelimeler; önce insan, sonra kuramlar ve sistemler.
Muharrem Erbey’in kaleminden doğan Günahkârlar Kalesi -2- Aram ile Leyla, tam da bu anlayışın sahici bir yankısıdır. Roman, çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Yalnızca bireysel hikâyelerin değil, toplumsal travmaların, unutulmuş acıların ve görmezden gelinen yüzleşmelerin taşıyıcısıdır. Bu travma, baskı ve katliama uğrayan insanların kim olduklarını, romanı okuyup incelerken göreceksiniz. Birçok karakterin ve olayın iç içe geçtiği bu eser, özellikle 1915 yılının eşiğinde yaşanan insanlık kırılmalarını odağına alır.
Ama bu tarihsel arka plan, kuru bir bilgi aktarımı veya mekanik bir belge niteliğinde değildir; aksine, her satırda insanın derin varoluş sancısını, kaybolmuş vicdanları ve geç kalmış yüzleşmeleri hissettirir.
Günahkârlar Kalesi -2- Aram ile Leyla , bu anlamda yalnızca bir dönem romanı değildir; derin bir tarihsel belleğin, zamana ve mekâna sığmayan bir insanlık sorgusunun kapılarını aralar.
Günahkârlar Kalesi -2- Aram ile Leyla eserindeki yüzleşme, ideolojilerden, kimliklerden, tarih yazıcılarının soğuk ifadelerinden arındırılmış bir zeminde gerçekleşir. İnsanı, yalnızca insan olduğu için yüzleşmeye çağrılır. Nerede doğmuş olursa olsun, hangi dilde düşünürse düşünsün, hangi kültürle yoğrulmuş olursa olsun; insan, kendi acısına ve başkasının acısına bakmak zorundadır.
Çünkü insan olmak, yalnızca kendi hayatını değil, başkalarının da hayatını ve kaybını duyabilmektir.
Bu nedenle Günahkârlar Kalesi -2- Aram ile Leyla, salt bir tarih anlatımı değildir; zamanın içinde unutulmuş olan insan sesinin, vicdanın ve hakikatin yeniden çağrılmasıdır.
Romanın dokusunda, Erbey’in bir edebiyat sanatçısının titizliği kadar, duyarlılığı, bir düşünürün kavrayışı ve hukukçu kimliğinin hassaslığı da hissedilir. Satırlar, hem bir edebi anlatının zarafetini taşır hem de insanı susturan o derin soruyu sessizce bırakır önümüze:
“Gerçekten yüzleşmeye hazır mıyız?”
Ve bu yüzleşme, herhangi bir ideolojik ya da yapay altyapıya yaslanmadan, yalnızca insanın çıplak varoluşuyla karşı karşıya gelmesini ister. Nerede olursak olalım, nasıl bir hayat sürersek sürelim, insan olduğumuz sürece bu yüzleşmeden kaçış yoktur. Çünkü insan olmak, yüzleşmenin ta kendisidir.
İşte bu yüzden Günahkârlar Kalesi -2- Aram ile Leyla, sadece bir roman değil, zamana meydan okuyan bir çağrıdır.
Tarihin ağırlığını, insanın kırılganlığını ve vicdanın sessiz çığlığını taşıyan bir aynadır. Bu ayna, yalnız başkalarına değil, doğrudan bize bakar.
Okunmasını sadece tavsiye etmekle kalmıyorum; satırların arasına girerek, insan olmanın utangaç ama kaçınılmaz yüzleşmesini yaşamanızı yürekten isterim.