Kara lekenin beyaz rengi: Beyaz Toroslar

Mahsum KARA

Beyaz Toroslar, bugün sadece bir araç değil; Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları tarihinde derin izler bırakmış kara bir leke olarak duruyor.

Mahsum Kara

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bahçesi önüne gelen bir kişi, Çankaya Kapısı civarında “Beyaz Toros”unu ateşe vermesi geçmişte Kürt kentlerinde “Beyaz Toroslar” ile yapılanları tekrardan gündeme getirdi .

Gelin hep birlikte o dönemde Kürt kentlerinde Beyaz Toroslar’la yapılan faili meçhul cinayetlere birlikte göz atalım.

Türkiye’de 1990’lı yıllarda, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşanan zorla kaybetme ve faili meçhul cinayetlerin simgesi olarak görülüyor. O dönem halk arasında “ölüm arabası” olarak adlandırılırdı. Bir gece yarısı evinden alınan kişiden bir daha haber alınamaz, gidilen bütün devlet kurumlarının kapısı kapanır, “bilgimiz yok” denilir, olayın üstü kapatılırdı. Ama herkes çok iyi bildiği bir şey vardı; o da beyaz renk bu toprakların kara lekesiydi. Bu kara lekeyi taşıyanlar, beyaz rengi hep kan lekesine alet ettiler.

Bir gece karanlığında aydınlarımız, yazarlarımız, gazetecilerimiz, siyasetçilerimiz ve bu halkın talepleri için mücadele edenler ölüm aracına bindirip götürülüp katledildi. Bu kayıplara karşı devletin verdi cevap “bilgimiz yok” oldu. Devlet hep sustu Beyza Toroslar hep cinayet işledi.

Aydınlatılmamış faili meçhul siyasal cinayetlerin polis aracı süsü verilmiş suç aracıydı onlar. Sahipleri kimdir, kimler kullanırdı? Sorusu hep soruldu. “Ben devletim kaybederim!” sözü bu topraklarda yaşayan insanların unutmayacağız bir söz olarak kaldı.

Sonuçsuz kalan davalar

Mehmet Ağar’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde tırmanışa geçen faili meçhul cinayetlere yönelik haberler, doksanlı yıllarda neredeyse her gün kamuoyunun gündemine geldi. Ülkenin dört bir yanında zulme, şiddete maruz kalan, ötekileştirilen, uğradıkları haksızlığa karşı mücadele eden ya da iktidara karşı ses çıkaran binlerce insan katledildi, katillerinin yanı sıra birçoğunun cenazesi bile bulunamadı. Bazılarıysa bombalı saldırıların hedefi oldu. Çok sayıda aile, ‘zorla kaybedilen’ yakınlarını bulmak için kolluk kuvvetlerine başvursa da bu çabaların tamamına yakını boşa gitti.

Çoğunun JİTEM tarafından işlendiği daha sonra birçok itirafla ortaya çıkan olan cinayetlerle ilgili, 2000’li yılların başında yargılama süreçleri de kısmen olsa başladı. 2005’te, yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Abdülkadir Aygan, Abdülkerim Kırca, Fethi Çetin, Muhsin Gül, Kemal Emlük, Saniye Emlük ve Yüksel Uğur hakkında iddianame hazırlandı.

Ancak sanıklardan Abdülkerim Kırca, Yüksel Uğur ve Saniye Emlük’ün dosyaları, askeri personel olmaları nedeniyle askeri mahkemeye gönderildi. Aynı tarihte açılan diğer davalar da ‘askeri personel’ kriteri nedeniyle askeri mahkemelere gönderildi ve yargılamalar bir türlü yapılamadı. Askeri mahkemeler, jandarma personelinin sebep olduğu ifade edilen cinayetleri soruşturmadı.

Özellikle 80’li ve 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlere ilişkin yürütülen davalar, AKP döneminde bir bir zamanaşımına uğratılarak kapatıldı.

Bunca şeye rağmen yaşamını yitirenlerin faillerinin ortaya çıkarılmasını isteyen ve etkin bir yargılama sonucu tüm bu süreçlerin sorumlularının cezalandırılmasını talep eden Cumartesi Anneleri adalet arayışında hiç vazgeçmedi.

Unutmamak gerekiyor ki Beyaz Toroslar, bugün sadece bir araç değil; Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları tarihinde derin izler bırakmış kara bir leke olarak duruyor.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.