KASTİK KATİL

Bêjdar Ro Amed

İnsanın ve İnsanlığın Bozulma Sürecine Verilen İsim

Her kavram bir kapı aralar. Bazıları akla, bazıları duygulara; bazıları da bizzat insanın iç varlığına açılır. “Kastik Katil” bu kapıların belki de en sarsıcısıdır. Çünkü bu kavram, yalnızca dışarıda gördüğümüz yozlaşmayı değil; içeride, bizde başlayan çürümeyi anlatır. O, insanın kendini ve insanlığı kaybetme sürecine verilmiş derin, özgün ve çağrısı kuvvetli bir isimdir.

Bu kavram, sadece bir tespit değil; bir uyarıdır. Uykuda gezinen insan bilincine, unuttuğu özünü hatırlatmak için yükselen içsel bir çığlıktır. Kastik Katil, dış dünyada kolaylıkla suçlayabileceğimiz bir düşman değil; içeride, sessizce büyüyen, bizi bizden alan bir karanlıktır.

Kastik katil, bir kişi değil, bir hâldir. Ne yalnız bir yöneticidir ne sadece bir sistem ne de bir ideoloji. O, tüm bunların arkasına saklanan, onları şekillendiren, hatta onlara yön veren zihinsel ve duygusal bir çarpıklıktır. Görünürde hayat akıyordur, insanlar çalışıyordur, toplum düzenli görünüyordur… Ama bir bakarsınız, ilişkiler donuktur, sözler samimiyetsiz, niyetler bulanık, kalpler kırık, doğa susuzdur. İşte bu kırılmanın, bu yabancılaşmanın adı: kastik katildir.

Bu kavram Öcalan’ın tespitiyle düşünürlerin ve yazarların diline girmeye ve kaleminde işlemeye başladı. Ne var ki, bu kelimeyi kullanmak ‘cesaret’ ister. Çünkü bu kelime kimseye imtiyaz tanımaz. Hiç kimse bu bozulmanın dışında değildir. Bu kavramla temas etmek, bir suçlama değil, bir aynaya bakma eylemidir. Eğer bu kavramı ele alacaksak –ki alıyoruz– önce kendimizden başlamalıyız. Aksi hâlde kastik katilin en büyük oyunu yeniden sahne alır: “Onlar kötü, ben iyi.” Böyle düşündüğümüz anda, çürüme çoktan içimize sinmiştir.

Kastik Gerçeklik: İnsanlığın Ortak Zehirlenmesi

Dünyanın her köşesinde, her dilde, her dinde, her kimlikte birer ayrım gibi duran şeylerin ardında, aslında ortak bir ‘kader’ yaşanmaktadır: İnsanlık, görünmez ve derinden işleyen bir kastik boyutun içindedir.

Kastik” kelimesi köken itibarıyla “yakıcı, aşındırıcı, yok edici, içten çürütücü” anlamlarına gelir. Kimyasal dünyada bu etki, yavaş ama kesin bir çözülmeyi ifade eder; görünüşte sağlam olan yapılar, içten içe çürümeye başlar. Fakat bu kavram, bugün yalnızca maddesel bir süreci değil, tüm insanlık gerçekliğini tarif etmek için de derin bir metafordur. Çünkü bizler, gezegen ölçeğinde büyük bir kastik zehirlenme sürecinin içindeyiz — ve çoğunlukla bunun farkında değiliz.

İnsanlık Kastik Etki Altında: Görünmeyen Ortak Zehirlenme

Her birimiz bir millete, bir inanca, bir ideolojiye, bir kültüre, bir dile, bir tarihi anlatıya doğarız. Ve çoğu zaman bu kimliklerin bizi tanımladığını, bizi anlamlı kıldığını düşünürüz. Ancak asıl sorun da buradadır: Bu ayrımların her biri, biricikliği değil; bölünmeyi, ayrışmayı, karşıtlığı pekiştirir.

Kültürel kodlar, dinsel kimlikler, ideolojik aidiyetler… Bunların hepsi, özünde değerli yönler taşıyor gibi görünse de, insanlığın bütüncül hakikatini perdeleyen kastik katmanlara dönüşmüştür. Her kimlik, her inanç, her “biz ve onlar” dili, insanı özünden uzaklaştıran birer kastik madde gibi işlev görmektedir. Yüzeyde bir yapı kurar, ama içeride çürümeyi başlatır.

Kastik Bölünme: İkiliklerin Tahribatı

Bugün insanlık, neredeyse her düzeyde bir ikilik zehirlenmesi içindedir: İnançlı - inançsız, doğulu - batılı, kadın - erkek, devletli - devletsiz, özgür - bağımlı, geleneksel - modern, ilerici - gerici… Bu yapay ikilikler, düşünceyi Kastik biçimde aşındırır. Çünkü her ikilik bir çatışma zemini üretir. Ve çatışmanın olduğu yerde, karşılıklı anlama değil; karşılıklı yok sayma başlar.

Kastik etkiler bu noktada devreye girer: Zihinler bölünür, kalpler katılaşır, hakikat parçalanır. İnsan, kendi bütünlüğünde dağılmaya başlar; dış dünyanın kutuplaşması, iç dünyada yankılanır. Her birey, bu dağılma ve bölünmenin kimliğini taşıyan bir hücreye dönüşür — ait hisseder ama özgür değildir, düşünür gibi yapar ama düşünemez, sever gibi görünür ama temas edemez.

İnançlar, Sistemler ve Yapılar: Kastikleşmiş Kurumlar

İnanç sistemleri, siyasal yapılar, ekonomik modeller, eğitim düzenleri ve hatta aile kavramı bile bu kastik etkiden nasibini almıştır. Bireyi özgürleştirmesi gereken tüm araçlar, çoğu zaman bireyi biçimlendirme, bastırma, yönlendirme ve kontrol etme işlevi görmektedir. Kastik etki, artık sadece bir dış faktör değil; insan zihnine ve bilincine sızmış bir iç virüs gibidir.

Artık insanlık, kendi yaptığı sistemlerin içinde çözülmektedir. Bu, kendi kurduğumuz tapınaklarda, yasalarla kurduğumuz devletlerde, dogmalarla şekillenen inançlarda içten içe erimeye başladığımız anlamına gelir. Bu erime sessizdir ama ölümcüldür.

“Ben, içimdeki kastik katili ne kadar tanıyorum?”

Bu soru dış dünyayla ilgili değil. Bu, kendi sözlerimizle, kendi seçimlerimizle, kendi sustuklarımızla ilgili. Çünkü kastik katil bazen bir suskunluktur. Görmezden geldiğimiz bir kötülüktür. Kendi içimizde bastırdığımız bir pişmanlıktır. Göstermelik gülüşlerimizin, süslü cümlelerimizin, erdem gibi sunduğumuz ego oyunlarımızın arkasında sessizce var olur.

Öyle bir çağda, öyle bir zihin halinde yaşıyoruz ki… Kadın, erkek; genç, yaşlı; öğretmen, memur; devletli ya da devletsiz fark etmiyor artık. Hepimiz, aynı çürümüş zihin yapısının içinde birbirimize benzedik. Farklılıklar yanılsama oldu. Ayrımlar yapaylaştı. Bunu çok yalın bir biçimde görmeliyiz. Ne biri iyi, diğeri kötü. Ne biri özgürlükçü, öteki baskıcı. Ne biri doğaya dost, diğeri düşman. Ne biri insancıl, öteki insan dışı. Hepimiz aynı zihin sisteminin ürünüyüz. Aynı sistemi yeniden üretip duruyoruz. Aynı bakıştan besleniyor, aynı düşünme biçimiyle konumlanıyoruz. Kimi zaman sisteme karşı çıkanlar bile, yer değiştirdiklerinde en çok karşı durduklarının yerine geçiyor. Ve farkında olmadan, aynı zihnin başka bir yüzü oluyorlar.

Bozuluşun Sessiz Anatomisi

Kastik katil; bir anda ortaya çıkan bir felaket değil, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra gelişen bir iç çöküştür. Samimiyetin yerini gösteriş alır, adalet yerini hileye bırakır, duyarlılık körelir, vicdan yıpranır. Bu süreç, bir kişinin düşüşü değildir yalnızca; bu, insanın insana, yaşamın yaşama karşı zehirli hâle gelmesidir.

Bu kavram, bir kişinin ya da kesimin değil, insanlık hâlinin bozulmasını anlatır. Bu yönüyle evrenseldir; kimseyi dışarıda bırakmaz. Bu yüzden kim “kastik katil” kavramına dokunuyorsa, önce kendisine dokunmalıdır. Çünkü bu zehir önce kalpte başlar, sonra dile, eyleme ve dünyaya yayılır.

Göstermelik Değil, Gerçek Bir Yüzleşme

İçten içe çürüyen yapılar sadece sistemler değildir; birey de çürür. Göstermelik değerlerle yaşayan, vicdanını susturan, konfor alanlarında kendini haklı gören her insan, bu sürecin bir parçası hâline gelir. Kastik katil kavramı bu yüzden çok tehlikelidir: Çünkü onu sadece dışsal bir eleştiri malzemesi yaparsak, aslında kendi çürümemizi gizlemek için kullanmış oluruz.

Bu kavram, kendi içsel bozulmamızla yüzleşmeden anlam kazanmaz. Her insan kendine bu soruyu sormalıdır: “Ben, içimdeki kastik katili tanıyor muyum?”

Bu yüzleşme olmadan söylenen her söz, içi boş bir bağırıştan ibarettir. Ve biz, çürümenin gerçek kaynağını hep dışarıda aramaya devam ederiz.

İnsanlığın Aynası Olarak Kastik Katil

Kastik katil yalnızca bireysel bir hastalık değildir. Bu hastalık toplumlara, kurumlara, sistemlere, hatta kültürlere siner. Eğitimde, yönetimde, dini yapılarda, medya dilinde, sokakta, aile içinde… Bu kavram her yerde görülebilir. Çünkü o, insanın insana, doğaya ve hakikate yabancılaşma biçimidir. Bir yalanın alışkanlık hâline gelmesidir. Duyuların artık hissedilememesidir.

Bu kavram bir kavga değil, bir çağrıdır. Hakikate çağrı. Kendimize dönmenin, insan kalmanın, yeniden saflaşmanın çağrısı… Kastik katil, insanlık hâlimizin bozulmuş fotoğrafıdır. Onu inkâr eden değil, tanıyan kurtulur. Çünkü tanımak, değişimin kapısını aralamaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.