Kıyameti koptu kralın

Zülküf Kışanak

Hile hurda ile tahtı ele geçirdiği günden bu yana ilk defa korku ile uyandı. Hiç beklemediği, bir an bile akıl edemediği, dahası ifrit olduğu bir gece karanlığında, en kıdemli remildarın bile tahmin edemediği bir anda, güzelim sarayı yerle bir oldu. Yeryüzünün en güzel şehrini saran uçsuz bucaksız ovayı, ülkesini bitmek bilmeyen deniz kavimlerinin saldırılarından koruyan koca Amanosları, kuzeyi aşılmaz bir kale gibi saran Torosları, her geçen gün biraz daha sınıra dayanan aç, sussuz çöl insanlarını uzak tutan adını bilmediği en güneydeki geçilmez dağları bile elinde tutan Taru’nun gazabına uğradığını hemen anladı. Çünkü Taru'nın dışında hiçbir tanrının, bildiği hiçbir gücün yeri göğü beşik gibi sallayamayacağını biliyordu.
Kral Barakib ilk defa korksa da, dahası ilk defa kötü sonu aklına gelse de kendine olan güvenini korumaya çalıştı, aklından geçenleri en yakınlarına, hatta çok sevdiği karısına bile hissettirmedi, çünkü bir terslik çıkarsa en başta onlar tarafından terk edileceğini çok iyi biliyordu. Kötü düşünceleri aklından savmaya çalışsa da işler karışınca hangi kapıdan kaçacağını, hangi yollardan ülkesini terk edeceğini, kimlere sığınacağını düşündü, hesabını kitabını yaptı, kendi kendine, “Yerin, göğün, fırtınanın, dağların, hatta kentin tanrısı ne taktir etmişse o olacak, karşı gelemem. Kaderimde ne varsa o olacak, bundan kaçışım yok…” diyerek olabildiğince sakin bir halde sabahı karşılamaya hazırlandı...
*
Büyük bir törenle kent meydanında diktirdiği dev bazalt taşının üstüne yazdırdığı, “Ben kralınız Barakib, size barış ve huzur bırakıyorum, zenginle fakir arasındaki uçurumu kaldırdım…” yalanının gün gibi açığa çıkmasının an meselesi olduğunu anlamış olsa da her zamanki gibi bu yalanı da başka bir yalanla kapatabilme rahatlığı vardı üstünde. Güneş, önce dağları, sonra ovayı, nihayet kentin yerle bir olmuş halini, çığlık çığlığa olan insanların yürek parçalayan durumunu gözler önüne serince, dahası korkunç manzaranın ayan beyan ortaya çıkmasına neden olunca haşmetli kralın dizleri titremeye başladı. İlk defa artık yolun sonuna geldiğini, bunca entrikaya rağmen zar zor elinde tuttuğu krallığı kaybedeceğine kendisi de inanmaya başladı.
Evet, o gece, yekpare taşlarla yapılmış kralın sığınağı, girişi bile gizli tutulan özel odası hariç, saraydaki görkemli tüm yapıların, tapınakların, şehirdeki tüm dükkanların, depoların, evlerin, kısacası kentte ne kadar yapı varsa tamamının yerle bir olduğu o gece yüzlerce, belki de binlerce insan yıkıntıların altında kaldı. Kimi sabahı göremeden, kimisi ise kaldığı enkazın altında inleye inleye can verdi. Olmadık hileler, yalanlar, iftiralar sonucu ele geçirdiği krallığı, bir defa bile sektirmeden düzenli olarak her ayın ilk gününde kendisine adak sunmasına rağmen bir türlü yaranamadığı, gönlünü alamadığı Taru’nun bir anlık öfkesiyle yok oldu…
*
Ülkesi baştan başa yerle bir olurken, her şart altında krallarına bağlı kalmış, peşinden gitmiş, dahası ona her şeyini vermiş halkı taş ve toprak yığınları altında inim inim inlerken o ülkesinden kaçmanın, Asur'un had bilmez zengin kralına sığınıp ömrü boyunca Ninova’daki sarayların birinde yetenekli bir hizmetkar, becerikli bir uşak olmanın planlarını yapmaya başladı. Bu nedenle gün doğmadan en sadık adamıyla gizliden Asur’a gönderdiği biat mektubunda, daha bir kaç yıl önce krallıktan alaşağı ettiği, üstelik bin bir emekle barışı ülkesine getirdiği için saray dehlizlerinde yok ettiği babasının adını anmayı ihmal etmeden, dahası onun yolunda giden, onun anısına bağlı barış sever bir kralmış gibi yaparak, “Ben Sam’al Kralı Panamuwa’nın oğlu Barakib, dünyanın dört köşesinin kralı Tiglat Pileser’in kölesiyim…” dediği etrafta konuşulunca henüz enkaz altından çıkıp gelmiş halkını adeta çıldırttı. Sam’al ülkesinde hiç bir kimsenin hoş göremeyeceği aşağılayıcı bu cümlelerin yer aldığı mektubun ortaya çıkması, her şeyini depremde kaybeden ahaliyi saraya karşı ayaklandırdı...
*
Halk kahramanı Amanoslu Nidiba, elinde Asur kralı Tiglat Pileser’e gizlice gönderilirken ele geçirilmiş Barakib’in mektubuyla çıktı geldi sarayın gece gündüz iki dev aslan tarafından korunan, batıya, Amanoslara bakan devasa taş kapının önüne, öfkeyle bağırmaya başladı, “Biz seni başımıza kral yaptık, Asur’un kölesi değil. Madem Asur’a köle olacaktın ne diye onurumuzla oynadın, bizi yeryüzünün en güvenilmez, en yalancı, en itibarsız halkı haline getirdin. Biz de seni Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olarak kabul ederek, ki haketmediğin bu saygıyı sana göstermekle suçuna ortak olduk. Ama elimdeki bu mektup senin ne kadar yanlış bir kral olduğunu, bizim de ne kadar uğursuz bir yolda olduğumuzu gösterdi, lanetli Barakib. Bu defa senin işin bitti, kaçacak bir delik kalmadı. İnan bu ülkenin, hatta büyük Hatti ülkesinin en dangalak yargıçları, en acımasız savcıları, en çılgın sorgucuları, az ötemizdeki büyük mahkemenin yıkıntıları arasında seni bekliyor. Kendi elinle besleyip büyüttüğün, halkın üzerine saldığın bu canavarlar seni yargılayabilmek için kavga halindeler. Tapınağın bunak rahipleri bile seni kurtaramayacaktır artık, çünkü Taru da seni istemediğini belli etti, en önemlisi biz de seni istemiyoruz” dedikten sonra ilk yumruğu dokunulması bile halka yasak olan dev kapısına vurdu kralın…
*
Bir anda kıyameti koptu kralın. Ülkenin dört bir yanından, depremin enkazı altından kalkıp gelebilen herkes, elini, ayağını, hatta gözünü Taru’nun gazabına kaptıran hemen herkes Amanoslu Nidiba ile birlikte dayandı sarayın kapısına. Depremin sarayı çevreleyen surlarında açtığı gediklere yüklendiler, koca koca kayaları yerlerinden söküp aldılar, Amanoslu Nidiba’nın yoldaşı Güneş tepeye varmadan sarayın bahçesine girdiler, taa Yesemek’ten kağnılarla getirilen yüzlerce heykeli, kabartmayı, işlemeli taşları, som altından kap kacakları, memleketin en değerli taşlarıyla süslü dev kral tahtını kaptıkları gibi surlardan aşağıya atılar.
Çok geçmeden karısını, üç oğlunu, iki kızını, bir torununu depremde kaybeden Kilam, Kral Barakib’i yaka paça saraydan dışarıya çıkarttı, dalga dalga haykıran kalabalığın önüne yüzükoyun yere attı. Sam’al’ın, hatta büyük Hatti ülkesinin en cılız, en takatsız, en biçare insanı Kilam, bir çırpıda surun yıkıntıları üzerine çıktı, Amanoslu Nidiba’yla bir süre bakıştıktan sonra, “Yıllarca Tanrı gibi gördüğüm bu adamı, Barakib’i hep dinledim. Ne dediyse onu yaptım. O buyurdu, ben yaptım. Siz de onu dinlediniz, ne istediyse yaptınız, tıpkı benim gibi. Yanlış adamı kral yaparak Taru’yu kızdırdık, sonunda haklı gazabını üstümüze çektik. Peki o zaman suçlu olan kim, biz miyiz yoksa el ele verip kral yaptığımız bu adam mı…” dedi, bir süre sustu, halkı pür dikkat dinledi, hiç kimseden çıt çıkmayınca sessizce yıkıntıların üzerinden indi, Kral Barakib’i aklını yitirmiş kalabalıkla baş başa bıraktı, geride duran Amanoslu Nidiba’nın yanına gitti, en tepede olan biteni izliyormuş gibi duran Güneş’le bakıştı, yoldaşlığına kabul edildiğini düşündü, Amanoslu Nidiba ile dış surun Güneydoğu kapısına yöneldi, birlikte şehirden çıktılar, kuzeye, Hatti ülkesine doğru yol aldılar.
Bir daha onları gören olmadı…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.