KOLTUKLARIN ÇÜRÜTTÜĞÜ ÜLKE

Murat Araz

Oturanın bir daha kalkmak istemediği makamlar!

Türkiye’de bir koltuğa oturanın kalkmadığı bir düzen kuruldu. Siyasette başladı bu alışkanlık, kamu kurumlarıyla büyüdü, şimdi özel sektöre, bankalara, hatta sivil toplum kuruluşlarına kadar yayıldı. Makam, bir görev olmaktan çıktı; ömürlük mülke dönüştü.

Bugün bu ülkede bir koltuğa oturan, o koltuğu bırakmayı değil, miras bırakmayı düşünüyor. “Görev süresi” kavramı çoktan anlamını yitirdi. Başkanlıklar, genel müdürlükler, yönetim kurulları; hepsi adeta birer taht gibi korunuyor.

Bir zamanlar siyasette “iki dönem kuralı” konuşuluyordu hatırlarsınız. “İki dönemden fazla kalma, yerini yenilere bırak” denmişti. Ne oldu? Koltuk sahipleri koltuklarından kalkmadı. Çünkü koltuk, bir kez oturuldu mu bırakılmıyor. Güç tatlı, imtiyaz keyifli. Kural ise sadece kural olarak kalıyor.

Benzer bir tabloyu bankalarda da gördük. Yılın başında BDDK, “üst düzey yönetici süre sınırlaması” getireceğini açıkladı. İyi bir adımdı. Çünkü aynı isimlerin 15-20 yıl boyunca aynı koltuklarda oturması, finans sistemini bile tek sesli hale getirmişti. Ama ne oldu? O çalışma da sessizce rafa kaldırıldı. Çünkü koltuk sevdası sadece siyasette değil, “profesyonel” denilen dünyada da kök salmış durumda.

Sivil toplum kuruluşlarına bakalım…

Bir zamanlar değişimin sesi, halkın vicdanı, yenilenmenin umuduydu bu kurumlar. Şimdi orada da aynı tablo: 20 yıldır aynı koltukta oturan başkanlar, yönetim kurullarında akrabalık zincirleri, görevi bırakmayı değil, “devretmeyi” düşünenler…
Özellikle Oda ve Borsalara oturan kişilerin 20 yıldan fazla bir süredir o koltuklara kök saldığına tanık oluyoruz. Sandıklar var ama rekabet yok; seçimler var ama değişim yok. Üyelerin sesi bastırılmış, sistem öyle kurgulanmış ki, aynı isimler yıllardır aynı yerlerde “seçilerek” kalabiliyor.
Bu yapılar artık meslek örgütü olmaktan çıkıp küçük sultanlıklara dönüşmüş durumda. Her biri kendi tahtına sıkı sıkıya sarılmış bir yöneticiyle ayakta duruyor. Güç ve itibarın çekim gücü, hizmet anlayışının önüne geçmiş; temsil makamı değil, mülk gibi sahiplenilen bir alan haline gelmiş.
Ne yenilenme var, ne gençleşme… Sanki STK değil, babadan oğula geçen bir miras düzeni.

Ve kimse konuşmuyor, çünkü herkes birbirini tanıyor.
Ve herkes, günün birinde o koltuğa oturma hayaliyle sessiz kalıyor.

Oysa uzun süreli makam, beraberinde sadece istikrarı değil, çürümeyi de getirir. Kökler derine indikçe kurum nefes alamaz hale gelir. İlişkiler kirlenir, çıkar ağları oluşur, liyakat değil sadakat geçerli olur. İşte Türkiye’nin bugünkü kurumsal tablosu tam olarak budur.

Bir ülkenin ilerlemesi, koltukların eskimesiyle değil, yüzlerin yenilenmesiyle mümkündür.
Ama bizde yenilenen sadece koltuğun döşemesi. Üzerinde oturan hep aynı.

Bu yüzden sivil toplumdan başlamalı bu değişim. En azından orada, cesaret gösterilebilir.
Artık 20 yıldır aynı koltukta oturanlara değil, o koltukta 5 yılı dolduranlara bile “yeter” diyebilen bir anlayışa ihtiyaç var. Çünkü değişim yukarıdan gelmeyecek; aşağıdan, toplumun vicdanından yükselecek.

Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu ekonomi, dış politika ya da adalet eksikliği değil;
değişimden korkan insanlar ülkesine dönüşmemiz.

Birileri artık kalkmayı bilmeli.
Yeni yüzler, yeni sesler, yeni fikirler gelmeli.
Yoksa bu ülke, sadece koltukların değil, o koltuklara yapışanların gölgesinde kalmaya devam edecek.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.