Küçe çıkmazı’nda şiirin kul ve kül’ü: Şiyar Buzcu

Abdurrahim Kılıç

“Kitaplar ilaçtır, çocukların ulaşabileceği yere koyunuz…” cümlesiyle “Kul ve Kül” şiir kitabına giriş yapan şair Şiyar Buzcu dizeleriyle deli dalgalar arasında okuruna  derin bir nefes aldırtan ürkek bir şairin telaşesini yaşıyor. Babıali Kitaplığı yayınları arasında yayımlanan bu kitabı otuz dokuz şiirden oluşuyor ve şiirler numaralandırılıyor. Bu açıdan her şiir hem birbirinden bağımsız imgelemlerden süzülüyor hem de bir yanıyla aynı tema’nın sularında sürükleniyor.

Şiirlerini yalın bir anlatımla kuruyor Şiyar Buzcu. En doğal duygulanımdan şiirin imbiğine zehir zemberek sözcüklerle akarken ne söz ne anlam sanatlarına özel bir yönelim gösteriyor. Halk söyleyişinden, sokak dilinden beslenen, ama yer yer uçlarda politize olan kültürel bir söyleyişi var. Şiyar Buzcu sadece Kul ve Kül kitabında değil, “Lirita’ya” şiir kitabında da aynı dili kullanıyor, Küçe Çıkmazı şiirleri’nde de. Sanırım Şiyar Buzcu lirik olanı öncelemeye çalışırken dilin ezgisel akışını ıskalıyor. Şirinin kendine özgü bir müzikalitesi var, ama bu sezgisel bir duyuşla kendini duyumsatıyor.

Şiyar Buzcu’nun şiirinde canıyla kanıyla emek verilmiş duyarlılığı var ve bu duyarlılık yaşadığı Kürt coğrafyasından besleniyor.  Şair içsel yolculuğunu da politik duruşunu da sakınmadan dizelerine damıtıyor. “Lirita’ya” şiir kitabı aynı formatta ve kırk şiirden oluşuyor. Şiirlerin arasına Dilek Piya Koç’un resimlerini serpiştiriyor. Şiirler mi resimlere yazılmış, resimler mi şiirler için çizilmiş tam bilemiyoruz! Fakat bu şiirlerinde Munzur’un sesini, Fırat’ın öfkesini Beethoven’in ezgileriyle buluşturup yaralı ve eksik bir aşkın, Lirita’nın ateşten koynuna bir aşk kemeri gibi sarabiliyor. Lirita’nın “Bu aşk gözlerinle başladı, gözlerinle bitecek..." dizesi bireysel ve bencil bir aşk duygusunun dışavurumu değil, gitmek ve kalmak arasında sıkışmış toplumsal sıkışmışlığıdır aslında.

“Küçe Çıkmazı Şiirleri” kitabının önsözünü şair-bestekar Kadir Büyükkaya yazmış. En oylumlu olan bu şiir kitabı yetmiş beş şiirden oluşuyor ve bu numaralandırma işi Şiyar Buzcu’nun bilinçli bir tercihidir.  Otuz numaralı bölümde “Başka bir dünya mümkün diyorlar/hepimize yetecek kadar mı bu dünya/yoksa boşuna ümitlenmeyelim.” kısa şiirinde Garip akımını anımsatan sürrealist yaklaşımlar gösterse de diğer şiirleri epey uzun ve sorgulayıcı devrimci bir bakışla okurunun bilincine saldırıyor.

Sorgulayıcı şiir demişken şairimiz geniş bir coğrafyayı şiirinde işliyor. Rüzgarında savrulmadığı dağ, bereketine imrenmediği ırmak, meydanında dize koşturmadığı şehir bırakmıyor. Şiyar Buzcu okuduklarını içselleştirmiş, kültürüne sindirmiş bir şair ve bunları şiirlerinde acımadan dizelerine yansıtıyor. Her Kürt şairin olduğu gibi Şiyar’ın da dizeleri kanamaklı bir yara’dan besleniyor. Bu kanamak durmuyor, kendini mide bulandırıcı bir romantizme bulamıyor; tam tersine direngen, asi ve eleştirel bir çizgi tutturuyor.

Şiyar Buzcu hem aşkı hem kavgayı aynı dize örgüsü içerisinde hemhal edebiliyor, bu da onun hem dili ne denli etkin kullandığının hem de şiir okuma kültürünün derinliğini gösteriyor. “Çünkü geçmiş  içindedir insanın.” gibi etkili özdeyişleri kullanarak felsefi yaklaşımlar göstermekten kaçınmıyor. Gerçi bu tarz dizeler-sözler şiirin didaktik yapıya bürünmesine yol açar. Neyse ki şair, ders verme belagatına sıkça başvurmuyor. Daha çok şiirlerinde bir iç dökme, ruhsal derinliğine okuru ortak ederek özdeşlik kurmaya çalışıyor ki aslında Şiyar Buzcu’nun şiirlerinden anladığım kadarıyla tarzına giden de budur.

“Hiçbir sessiz harfi sensiz kullanmayacağım / Bütün kelimeleri örgütleyeceğim yokluğunda” diyen Şiyar Buzcu gerçekten de sözcükleri örgütleyerek can yakıcı şiirlere dönüştürebiliyor.