Toplumun en çarpıcı sahnelerinden biri, yıllardır gözlerimizin önünde oynanıyor: Küçük makamların üzerine kurulmuş, fakat dev egolarla şişirilmiş ruhların trajedisi…
Koltuk, bir insana emanet edildiğinde aslında sadece geçici bir nesnedir. Ama o koltuğa oturan nice kişi, sandalyeyi bir kader, bir güç, bir kutsal hak gibi görür. Sanki kendisi koltuğa oturmamış da, koltuk gelip onun üzerine kurulmuş gibidir.
Oysa gerçek yalın ve açıktır: Koltuk geçicidir, emanettir. Kişinin özü ne ise, koltuk da onu yansıtır. Gücü kişiliğinden değil, makamından alanların ihtişamı bir gölge gibi kaybolmaya mahkûmdur.
Hz. Ali’nin sözü hâlâ kulaklarda yankılanır:
“Kişiliğini makamdan alan, makamı kaybettiğinde kişiliksiz kalır.”
Bir an düşünün… Makamın arkasına sığınan birinin, koltuk elinden alındığında geriye ne kalır? Boş bir siluet, silik bir hatıradan başka ne olabilir?
Daha düne kadar kahvede çayını yudumlayan, sırada bekleyen sıradan bir insan… Bugün küçük bir makamın dar sınırlarına yerleştiğinde, bakın tavırlarına: Sanki devletlerin rotasını o çiziyor, sanki küresel dengeleri o kuruyor, sanki dünya ekonomisi onun kaleminden çıkıyor.
Oysa gerçek, buz gibi soğuktur. Onu oraya taşıyan ince ipler kopsa, ertesi sabah kapıda duran güvenlik bile ona, “Kimsin sen?” diye sorar. İşte kibir, tam da burada en çıplak hâliyle karşımıza çıkar.
Ve şimdi çağın rüzgârı başka yönden esiyor: Yapay zekâ kapıyı araladı. Çok geçmeden, nice küçük makamın hükmü tarihe karışacak. Bugün karar aldığını sananların imzaları, yarın bir algoritmanın saniyeler içinde ürettiği belgelerle yer değiştirecek. Günler süren toplantılar, aylar alan raporlar, binlerce verinin sessiz bir hamlede taranışıyla bir dakikaya sığacak. Şimdi yüce sanılan koltuklar, geleceğin tozlu sayfalarında adı anılmadan silinecek.
İlk kibirli, şeytandı. Kibrinden ötürü cennetten kovuldu. Bugün de aynı illet, aynı sonu doğuruyor: Kibirli ruh, kendi yıkımını elleriyle inşa ederken etrafına felaketi saçar.
Toplumun damarlarında iki kara nehir akar: Cehalet ve kibir. Birbirine sarılmış iki yılan gibi her köşeye sızar, her ilişkide izini bırakır. Cehalet büyüdükçe kibir kabarır; kibir büyüdükçe cehalet derinleşir. En çıplak hâlini ise, küçük makamlarda gösterir. Bir aynaya baktığınızda gördüğünüz, çarpılmış, kırık, çirkin bir portre gibi…
Ve şimdi, sizlere sesleniyorum:
O koltuk sizin değil, emanettir.
O imza sizden büyük değil; sadece bir damla mürekkep… ve mürekkep bir gün solar, silinir.
O kibirli tavırlarınız sizi yüceltmez; bilakis küçültür, sıradanlaştırır.
Bir sandalyeye oturup kendini dünyanın merkezine yerleştirenler; biliniz ki makam değil, insan büyüktür.
Hatırlayın: Makam er geç biter, geriye sadece siz kalırsınız. Eğer sizde değer yoksa, boş bir kabuktan başka ne kalabilir ki? Üstelik artık o makama bile gerek kalmıyor; teknolojinin sessiz elleri çoktan onun yükünü devraldı. İnsan kibriyle büyüttüğünü sandığı otoriteyi, bir satır kod bir anda yerle bir edecek.
Tarih boyunca değişmeyen hakikat budur:
Makam insanı yüceltmez; insan makamı yüceltir.
İlk kibirli şeytandı; sonu hüsrandı. Bu dünyada kimseye sonsuz koltuk verilmedi… size mi verilecek?
Durun, düşünün…
Ve kendi aynanızla yüzleşin.