Küfrün şarabını içenler

Şeyhmus DİKEN

Pazartesi gazeteyi elime aldığımda Naci Sapan’ın Pazar Nostaljisi yazısını okuyunca Kahvaltıcı Mustafa gibi “bensiz he” demeyi bırakıp, bak bende pazarı böyle geçirdim işte diyorum Naci’ye. İki gün öncesinden şair yazar Lal Laleş arkadaşımın şiir kitabı Berbejna Rê üzerine söyleşisine gideceğim kararımı kendime vermiş sanal paylaşımda da bulunmuştum.

Söyleşi Ofis Gevran Caddesine paralel sokağında “aso cafe” adında ilk kez duyduğum bir mekândaydı. Söyleşi mekânına vardığımda bildiğim bir yer olduğunu anımsadım. Daha önce doğal şarküteri ürünleri satılan Ahmet Dabanoğlu’na ait mekân el değiştirmiş Fatih kebap salonu olmuş. Onlar da yürütemeyince şair Elixan Loran aso cafe adı altında iki katlı Kafe ve söyleşi mekânına dönüştürmüş. Nezih, temiz ve en azından Sanat Sokağının “iticiliğinden” azade bir mekân. Hem zaman zaman oturduğum Mona Cafe’ye de çok yakın.

Kentte, özellikle Sanat Sokağı’nın rantiye alanı haline dönüşmesinden sonra binaların altındaki eski bodrum katları ve dükkanlar hızla prim yapmaya başladı. Acımasız kiralar talep edilmeye başlandı. Dolayısıyla kiracılar uzun süre dayanamıyor. Kazanamayınca bir iki yıl içinde bırakıyorlar.

Neyse konumuz bu değil.

Lal Laleş Kürtçe yazan ve doksanlı yıllar yani Kürt halkının zor yılları diyebileceğimiz yıllarda kendilerine “Rewşen kuşağı” diyen artık orta yaş diyebileceğimiz Kürtçe yazan kuşaktan değerli bir entelektüel.

Berbejna Rê, Yol Muskaları… Lal Laleş hakkında uzun uzadıya yazmak lazım, ayrı bir yazının konusu.

İkinci kattaki söyleşinin katılımcıları; kırk dolayında ağırlıklı olarak Kürtçenin okuru hatta yazarı olan ve yazmanın felsefesine kafa yoran seçkin bir dinleyici-katılımcı grubu idi.

Lal Laleş, birkaç dizede Ezidîlerin binler yıllık serencamını döktüğü “Kirîv û Kufra Şerabê” şiir okuması ile başladı.

Melekê Tawus, Laleş tapınağı, Ak libaslılar, Küfrün şarabı, Şengal, Merhamet sandukaları, Aryenlerin zümrüdüankası eski ve harap bir evin kapısında elde kilit açılmayı bekler gibiydi.

Kürtçenin seçilmiş kelimeleri zaman ötesinden seslenen mitolojik tınılar gibiydi Lal Laleş’in dizelerinde.

Sonrasında soru cevap faslında güzel şeyler konuşuldu. Kürtçenin adının dahi yasaklı olduğu yıllarda “Rewşen Kuşağı”nın Musa Anter, Feqî Hûsên Sağnıç, İsmail Beşikçi gibi kıymetmedar şahsiyetlerin Mezopotamya Kültür Merkezi gibi bir mekânı İstanbul’da nasıl var ettiklerinden yola çıkarak Bedirhanilere varan yüz yıllık Kürdistani bir seyahatin Kürtçe üzerinden yol ve iz haritaları konuşuldu.

Bi ava hinaran xwe dişon

Û li ber dara gûzê xilmaş dibin

Pîrebokên stranên malikwêran

Li rêya dûr û kûr

Pîrebok li min ho venadin…

Yere çakılıp her bir tanesi dağıtılıp çiğnenmiş nar tanelerinin çıtırtısı kelimelerin giziydi. Şairin dirseklerini dayayıp konuştuğu masanın ve dahi kendisinin arkasında resimle fotoğraf arası bir tablo asılıydı. Sarı mekapları ve tek tip giysileri ile bir grup gerilla sadece belden aşağısı gözüküyor ve halaya durmuşlardı.

Tablo Kürtçe kelimelere karşı gowende kalkmıştı. Ve Lal Laleş diyordu ki;

Waweylê ma ez ne layîqî hezkirina te me…

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.