Bir ülke düşünün…
İktidarına “İslami hassasiyetleri var” diye güvenilmiş,
“Yoksulun hakkını koruyacak, garibanın elinden tutacak” diye destek verilmiş.
Yıllar geçti…
Ama o hassasiyet, yerini şatafata; o tevazu, yerini israfa; o halk sevdası, yerini gösteri tutkusuna bıraktı.
Ülkenin dört bir yanında “kültür festivali” adı altında milyarlar saçılıyor.
Belediyeler adeta yarışa girmiş:
Kimin sahnesi daha büyük, kimin havai fişeği daha uzun, kimin sanatçısı daha ünlü…
Sanki ülke bayram ediyor!
Oysa aynı ülkenin sokağında bayram sofrası kuramayan binlerce aile var.
Gazze bombalanırken burada sahneler kuruluyor,
İslam coğrafyası kan ağlarken biz gökyüzünü ışıklarla süslüyoruz.
Bu mu İslami duruş?
Bu mu ümmet bilinci?
Bir belediye, milyonları harcayıp “kültür gecesi” düzenliyor,
öte yandan başka bir şehirde çocuklar okul harçlığı bulamadığı için okulu bırakıyor.
Bu çelişki değil de nedir?
Bir zamanlar “Yolsuzlukla, israfla, haramla savaşacağız!” denmişti.
Bugün gelinen noktada, festival bütçeleriyle milletin dişinden tırnağından artırdığı vergiler,
bir gecelik şova dönüşüyor.
Bir konserin maliyetiyle kaç aileye doğalgaz desteği sağlanırdı, hiç düşündüler mi?
Bir havai fişek gösterisiyle kaç öğrenciye burs verilirdi, hesaplayan oldu mu?
Yoksa “gösteri” artık yeni bir ibadet biçimi mi sayılıyor?
Bir zamanlar “Bu milletin değerlerini temsil ediyoruz” diyenler,
bugün o değerlerin tam karşısında,
lüks protokol sıralarında alkış tutuyor.
Kimin önünde eğildiklerini unuttular,
ama kimin önünde hesap vereceklerini de unuttular!
Kültür adı altında yapılan bu savurganlıklar, İslam’ın özündeki sadeliğe, kanaatkârlığa, adalete aykırıdır.
Resûlullah (s.a.v) bir hurmayı ikiye bölüp paylaşan bir ümmetin lideriydi;
bizimkiler ise milyonluk sahnelerde israfla yarışıyor.
Bu nasıl bir temsil, bu nasıl bir vicdan?
Bir belediye, “Kültürel canlanma” bahanesiyle 12 milyon lira harcayabiliyor.
Bir diğeri, üç günlük festival için 25 sanatçıyı uçakla getirip beş yıldızlı otelde ağırlıyor.
Aynı günlerde ülkenin doğusunda bir baba çocuğuna okul pantolonu alamıyor.
İşte bu ülkenin gerçeğiyle o sahne ışıkları arasında koca bir uçurum var.
Ve o uçurumun kenarında, milletin vicdanı sessizce çığlık atıyor.
Bu yazı bir öfkenin değil, bir uyarının sesidir.
Çünkü biz bu ülkenin iyiliğine, adaletine, imanına hâlâ inanan insanlarız.
Ama unutmayalım, inancın da sabrın da bir sınavı vardır.
Eğer “İslami duruş” sadece kürsüdeki bir kelimeye,
“adalet” sadece seçim döneminin sloganına dönüşmüşse,
bilin ki o ışıklı sahneler artık birer vicdan mezarlığına dönmüştür.
Karanlıkta kalan halk değil artık,
ışıkların altında vicdanını kaybedenlerdir.