Kumdan yapılan cam ile kandan yapılan insanın aynı mıdır kederi?

Abdurrahim Kılıç

 

Dalgınım yatağında akan sular gibi. Hani her şeyin bir vakti vardır. Yolculukların bittiği yerde, yağmurların durduğu yerde yere damıtırsın kahrını.

Manolyaların açtığı bir sokakta, saatlerin durduğu bir yoklukta kimse kalmasa da ben kaldım. Daracık sokakların, kirli bulvarların, tutulmuş meydanların kaldırım taşlarına, evlerin pervazlarına, kuşların saçaklarına tutundum. Kimse kalmasa da ben kaldım o karanlıkta.

Dalgınım dumanı tüten kül gibi. Akşamın derin sınırları kaçak kalbime kapalı, aşkın hudut boylarında dalgınım dağınık bulutlar gibi. Etimi kanatan dikenli teller gibi, içimi avutan serin sular gibi.

Kimseler bilmese de ben aşk ulağı, ben olmazların mümkünü, gecenin ardındaki aydınlık, geçenin ardındaki toz bulutu, dalgınım.

Diyorlar ki savaş meydanında ganimet kalsın gürlek naran. Öpücüklerin ve kanın gönderilsin kavmine. Uçurtmasıyla üstünden zıplasın babası kaybedilmiş çocuklar. Bilyelerini sana savursun renkleri çalınmış çocuklar.

Ne yapalım gece bize kalmış. Fail-i meçhullerden, korkutulmuş sözcüklerden geçtik, o dinmeyen acı bize kalmış.

Tren yolculuklarında kaçak bir yolcu, yırtık bir bilet gibi geçtik. Gece bize kaldı, kırk desen kahır, bozulmuş tövbeler bize kaldı. Kayıp fotoğraflar, sahipsiz mezarlar, meydanlarda sürüklenen beyaz tülbentler bize kaldı.

Sokak bize kalmış, aldanışlar bize kalmış. Duvarlara bırakılmış bir kristal, iki kopuk düğmenin çatlağı, muhtardan aldığımız ilmuhaber bize kalmış.

Kumdan yapılan cam ile kandan yapılan insanın aynı mıdır kederi?

Yalnızlığa da alışılır günün boynu büküldüyse. Dağa bakıyorsun, dağa bakıyoruz, bu bakmak bitmiyor. Bu yalnızlık bitmiyor, karıştığımız sular, bulaştığımız suçlar çoğalıyor. Günün boynu büküldüyse ölüme de alışılır.

Bu dağ da bu anı da bana kapalı. Bakır bir kâseden yonttuğum yalnızlığım, bir mezar taşına bırakılmış karanfil yalnızlığım, dört kapıdan kırk kere çevrilmiş çaresizliğim, bu dağ da bu anı da bana kapalı.

Kısık bir sesle açıldı mı kapın? Berber usturasıyla bileklerime nakışladığım o sesle açıldı mı kapın? Gereksiz ölümler, şahlanmış kederler bağdaş kurdu mu kederine. Her acının erkeni, her yaranın ergeni değil mi yaşadığımız bu hayat?

Aşkları hızla hurdaya çıkaran bu çağın da hesabı kapanır. Hesabında tahviller, hesabında cinayetler, hesabında yıkılmış kentler bırakan bu çağın da hesabı kapanır. Gördüm o çocukları, gördüm o çocukları başlarında rengarenk puşileriyle ölüme gülümseyen çocukları, kahreden bir yalnızlıkta aşkla direnen o çocukları.

Hiç sormadın boyum mu daha uzun ölüm mü daha erken unutulur. Omuzuma konan yorgun kuşlar, ürpertiyle üzerimden uçuyor. Masada kalan dağınık bir fotoğraf, flu bir anı sancıtıyor kaç yıldır kalbimi.

Konuş haydi! Başka bir semt, başka bir kente yanaşır, başka bir aşk başka bir yaraya. Oysa o eski yara, o hiç kapanmayan yara sığınacak çok kent, sığınacak çok semt aradı.