Lice’de gül yüzlü bir çocuk

Zülküf Kışanak

Lice, Diyarbakır’ın kalbidir, ilk tarihten bu yana bitmek bilmeyen direnişin adıdır, bunu en iyi Asur’un had bilmez işgalci kralları, en çok da küfürbaz Tiglat Pileser’i, hilebazın önde gideni Salmanassar’ı bilir, Birkleyn buna tanıktır. Lice, kadim zamanlardan bu yana özgür yaşama sevdalı bir yurttur, yılın dört mevsimi, yaz kış dağlarında çiçek açan bir cennettir, dahası gül yüzlü dev bir çocuktur, o teslim alınamaz, ona hükmedilemez kıyamete kadar sürse de bu amansız kuşatma, kapısına dayanmış olsa da bu bitmek bilmeyen kavga. Mizag’dan ta Sîsê’ye, Huseynik’e; Pêçar’dan ta Çemelik’e, Spênî’ye; Reşanê’den ta Fis’e, Serdê’ye kadar her karış toprağı canla doludur, ten kokuludur, her bir taşı bin bir efsane yüklüdür, ne tarafa dönsen duyarsın, ne tarafa baksan hissedersin, hele zamanın ötesine geçebilirsen, güneşin vaktine varabilirsen iliklerine kadar yaşarsın sana gelmekte olan özlemi, aşkı, gül yüzlü çocuk, Newroz ateşimiz…

*

Evet, Lice’de gül yüzlü Y.D. adlı bir çocuk, henüz on dört yaşına yeni basmış küçücük bir çocuk, tam teçhizatlı beş polisten oluşan seyyar bir ordu, bir işkenceci güruh tarafından kaçırıldı bu Newroz’da, Kürtlerin birbirine can olduğu, bir olduğu bu kutsanmış günde. Bu defa bir ‘Beyaz Toros’la değil, günün yirmi dört saati aramızda dolanıp duran, her gün birimizin kapısına dayanan bilmem kaç numaralı zırhlı bir araçla. İşkenceli sokak turları tatmin etmeyince, çocuk düşmanı güruh iyice kudurdu. Bir öfkeyle yöneldi Kulp’un ıssız yoluna taraf, kentin en izbe yerine doğru. Ta, çöplüğe kadar gitti seyyar işkencehane, birden durdu. Cehhenemin kapısındaki zebaniler gibi atıldılar öne, yaka paça attılar dışarıya gül yüzlü çocuğu. En alttakinden en üsttekine kadar her bir yandan saldırdı düşman bellediği gül yüzlü çocuğa. Durmadan saldırdı güruh, bir türlü süngüsünü düşüremedikleri, aklını zapt edemedikleri gül yüzlü çocuğa...

Ülkenin diğer ucuna, Yeşil Bursa’ya çakmak istediler sakallı bir selam, daha doğrusu Amedspor taraftarı Kürt bir çocuğa sokak ortasında işkence eden ırkçı güruha selam çakmak istediler, “Kürtlere, Öcalan’a küfredeceksin. İstiklal Marşını, Mehmetçik şiirini söyle. Şiiri sabaha kadar ezberlemezsen sırtına koyduğumuz GPS ile seni bulur ve öldürürüz…” naraları eşliğinde. Sonra, sonra da hiçbir şey olmamış gibi, kutsal görev tamam olmuş gibi güle oynaya el ve ayaklarını bağlayıp kör bir çukura attılar gecenin bir karanlığında gül yüzlü çocuğu. Lice’ye, bize bir Newroz acısını daha yaşatmak, yüreğimizi kanatmak istedi ırkçı güruh, ama bu defa başaramadı güruh, bu defa suç üstü yapıldı güruha…

*

Günlerdir tık yok, tek bir ses bile yok büyük küçük tek bir muktedir bile kükremiyor, “Bu ne rezalet, bu ne alçaklık, bu ne adilik, bu ne namussuzluk…” demiyor, diyemiyor hiç biri. Her şey ayan beyan orta yerde dururken, gül yüzlü çocuğun çığlığı adalet karargahlarını inletirken, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyundan bile kendilerini mesul görenler sus pus olmuş izliyor Lice’yi, her bir karış toprağı acıyla sınanmış bizim Lice’yi, can Lice’yi. Öyle anlaşılıyor ki bu işten sıyrılmanın hesabındalar yine, her geçen gün biraz daha derinleşen bu suskunluk, bu sessizlik ondan olmalı. En sıradan bir dedikodudan, en adi bir yalandan bin bir hikaye yaratanların, bin bir iftira üretenlerin sus pus olmuş halinin, dahası anlaşılması mümkün olmayan aymazlık halinin sebebi başka ne olabilir ki…

Doğru ya, öyle ya, hesap vermezlikte büyük gibi bir gelenek, kötülükte sınır tanımayan koskoca bir içtihat var orta yerde. Laf ebeliğinde, dahası demagojide üstüne olmayan Süleyman Demirel, “Fırat’ın kıyısında bir kuzu kaybolsa, gelin bunun hesabını bana sorun…” demedi mi, işlenen her suçun, her günahın hesabının sorulacağını dünya aleme ilan etmedi mi dönemin başbakanı, cumhurbaşkanı, avukatı, hakimi, açığı, derini, kısacası her şeyi olmuş Süleyman Demirel. Üstelik binlerce faili meçhul cinayetin, hala kayıp olan insanın, boşaltılan köyün, yok edilen yaşam alanının, dahası defalarca, üstelik her defasında günlerce kurşunlanan, yakılıp yıkılan, baştan başa talan edilen can Lice’nin hesabını vermeden çekip gitmedi mi, emrindeki tek bir bekçiye, tek bir çavuşa bile Lice halkına karşı işlenen suçtan hesap verdirmeden karanlık koca bir dönemin üstünü büyük bir devlet adamı marifetiyle örtmedi mi, suç dosyalarını sonsuza kadar kapattırmadı mı, bu ürkütücü sessizlik, bu akıl almaz vurdum duymazlık onun pratiğinden çıkartılmış derslerden olsa gerek…

*

Evet, bu koca sessizliğe, bu rezil vurdum duymazlığa rağmen bu defa bir şeyler oluyormuş, olacakmış gibi geliyor insana, üçle beşin arasında gidip gelseler de bir o yana bir bu yana çark edip dursalar da ilk defa bir dosya aralanmış, ilk defa kamu adına hareket eden örgütlü bir kötülüğün defteri açılmış gibi oluyor. Doğrusu, işkence suçu fiilinden, “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında…” yani TCK 94/1 maddesinden bu güruh hakkında dava açması gereken Savcı, “Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” ve “Kasten yaralama” suçlarından dava açmış olması, sanıklar hakkında tutuklama talep etmiş olması, hatta tuttuklatması bile olumlu bir gelişme olarak görülmeli.

Her şeye rağmen bu defa olacak gibi, bu defa Lice'nin, daha doğrusu bir gül yüzlü çocuğun lafı dinlenecek gibi.

Ha gayret…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.