Nuh’un Adamı Enver Atılgan’ın Anısına-1

Müslüm Üzülmez

Eğitimci, örgütçü, yazar ve “Nuh’un Adamı” şiirinin şairi Enver Atılgan aramızdan ayrılalı 23 yıl oldu. O, 25 Ocak 1995’te bizleri bırakıp gitti, şimdi “keklik seken güzeller bağında”. İnsan sevgisini yüreğinde taşıyan hocamı saygıyla anıyorum.

Immanuel Kant, “Aydınlanma nedir?” adlı yapıtında: “Bağımsız düşünen birkaç kişi her zaman bulunacaktır. Bunlar, önce kendi boyunduruklarını atacak, sonra da insanın değeri ile bağımsız düşünmenin insan için bir ödev olduğu düşüncesini çevrelerine yayacaklardır. Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez. Bunun için gerekli olan, özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Aklı her bakımdan, kamunun önünde açık olarak kullanmak özgürlüğü. Ne var ki, dört bir yandan ‘düşünmeyin’ diye bağırılıyor: Subay, ‘Düşünme talim yap’, papaz, ‘Düşünme, inan’; maliyeci, ‘Düşünme, öde’ diyor. Oysa aklın, kamu önünde kullanılması, yani bir kimsenin bilen bir kişi olarak aklını okurları önünde kullanması serbest olmalıdır. Aydınlanma ancak böyle sağlanabilir” diyor.

Bu satırları okuyunca, hiçbir şeyin değişmediği, ama her şeyin her an değişebileceği bir zaman diliminde bir şeyler yapmaya çalışan Enver Atılgan’ı daha iyi anlıyor ve zulmün hâkim olduğu sıkıntılı bu zorba günlerde adaletsizliklere tanık oldukça onun “aydınlık bir gelecek” için verdiği mücadelenin haklılığına yürekten bir kez daha hak veriyorum. Enver Atılgan’ın benim ilkokul öğretmenim olmasıyla da ayrıca övünüyorum.

Evet, Enver Atılgan benim ilkokul öğretmenimdi. Onun benim üzerimde emeği var. Sınıftaki davudi sesi ve akıcı güzel ders anlatımı hâlâ kulaklarımda. Bizlere okuma yazmanın dışında güzel şiirler okur, şarkı ve türküler söylerdi. Türkü dinlemeyi de çok severdi. Her zaman temiz ve ütülü giyim kuşamıyla, saç ve yüz bakımıyla, konuşma ve davranışlarıyla tam bir beyefendiydi. Örnek bir insan ve iyi bir eğitimciydi. Özcesi önce yol bilen sonra yol gösterendi. Aydınlık düşünceler taşıyordu. Çocuklara bilginin ışığını ulaştırıp onlarla birlikte insana yaraşır bir gelecek düşlüyordu. Yaşama aklın kılavuzluk etmesini, yaşama dayanak oluşturacak değer ve normların akılla bulunmasını istiyordu. Özgürlüğün, üretimin, kalkınmanın, gelişmenin yolunun eğitimden geçtiğini iyi bilenlerdendi. Bu nedenle, bir yandan okulda öğrencilerine ışık taşırken diğer yandan da Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) gibi eğitimcilerin mesleki demokratik örgütlerinde hak ve hukuk için mücadele verdi. Yapılan birçok eylemde arkadaşlarıyla birlikte örgütleyici ve yol gösterici oldu. Ama darbeciler güzel şeylerin olmasına fırsat vermek istemedi: 12 Mart ve 12 Eylül’ü yapanlar haki rengin dipçiği altında ABD’nin bölge jandarmalığına soyunan ve onların İslam’ın yeşili ile örtüşmüş doların yeşil bayrağı altında çıkarlarının koruyuculuğunu, ülkemizde rüşvet, hırsızlık ve uşaklığın egemen olmasını sağladılar: Işığa dost olmayıp hep karanlıkta yaşayan sömürücü yarasaların, dolar milyarderlerinin ve iman pazarlayıcılarının kölesi oldular ve kendileri gibi halkında köle olmasını istediler.

Enver Atılgan gerçek bir aydın olmanın yanında birçok özelliği olan bir insandı.

O, örgütçüydü. Türkiye Öğretmenler Sendikası-TÖS’ün Ergani Şubesi’nin kurucu üyesi ve sonradan da Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi oluşu bunun kanıtıdır.

O, hümanistti. Sadece Ergani ve Diyarbakır’ı değil; ülkesini ve yeryüzündeki tüm insanları severdi. Aydınlık bir gelecek için yaşamı boyunca Ergani’de, Diyarbakır’da, İstanbul’da hep mücadele etti. Daha yaşanır bir Türkiye ve dünya için hep kafa yordu, düşündü. Düşündüklerini yazıya döktü, şiirler yazdı. Bizlere birbirinden güzel kitaplar armağan etti. 1963 yılında yayınlanan “Nuh’un Adamı” adlı şiir kitabı ve şiiri büyük yankı yarattı ve çok konuşuldu, çok tartışıldı zamanında. Bir ilerici olarak arayan, araştıran ve eleştiren bir eğitimci olmanın sorumluluğuyla, akla dayanan yeni bir yaşam düzeninin mücadelesini verdi hep; çağının ötesinde olma gayret ve çabası içinde oldu. Bir şiirinde Yunus Emre’ye şöyle seslenir O: “hey/ koca yunus/ sen/ yaşarken çağımı/ niceleri/ gerisinde kalmıştır/ yaşadığın çağın”. (Yaşam Demişiz Adına, Gerçek Sanat Yayınları, 1991, s.15.)

Sorun burada: Çağının ilerisinde ya da gerisinde olmak! Gerisinde olmak çok çok kolay. Hatta Yunus’un biyolojik olarak yaşadığı çağın çok daha gerisinde de olunabilir. Ama ya çağının ilerisinde olmak? Burada biraz durmak lazım. Bu herkesin kârı değil, bir fırın ekmek yemekle de bu olmaz, tuğla gibi kalın kitapları ha bire devirmekle de, ancak doğru düşünme yöntemini bilmekle olur. Örneğin her biri birer dâhi olan Aristo, Hegel, Newton, Marx, Einstein… çağlarının çok ilerisinde oldular ve çok ileriyi görebildiler. Ya bizde? Acaba kaç bilim ve düşünce insanımız çağının ilerisini görebildi? Enver

Atılgan çok ileriyi gören biri olmadı ama hiç değilse insanlarımızın çağının ilerisine bakabilmesi, karanlık perdenin yırtılıp kaldırılması için yıllarını harcadı, emek verdi: Bir eğitimci, bir örgütçü, bir şair ve bir düşün adamı olarak.

O, iyi bir şairdi. Daha çok “Nuh’un Adamı” şiiriyle tanındı. Bu şiiri 1963’te yayınlandığında büyük bir yankı yaratmış, günlük gazetelerden edebiyat dergilerine kadar birçok basın yayın organında tartışıldı. 1957 yılında Cumhuriyet gazetesinin açtığı “Yunus Nadi Şiir Armağanı” yarışmasında “Kampana” şiiri derece aldı ve gazetede neşir hakkını kazandı. 1966 yılında Tercüman gazetesinin açtığı büyük şiir yarışmasında da “Nuh’un Adamı” şiiriyle üçüncülük mansiyonu aldı. O, “Nuh’un Adamı” şiiriyle o dönem bölgenin geri kalmışlığını bir tokat gibi insanların yüzüne çarpmıştı. Şiirinin başlangıç kısmında bakın nasıl haykırır: “Ben karanlıklar içinde,/ Bahtsız bir ülkenin,/ Talihsiz çocuğu…/ Ben yıllarca çam ağacına hasret,/ Böğürtlen gölgesinde,/ Cılız ve sıska.// Benim Ülkemde Fabrika bacaları yükselmez,/ Damlarında taşlar yürür./ Ben kitaplarda okurum muhteşem yapıları,/ Gözlerimi kan bürür…/ Ben, tekniğin arşa çıkmış çağında,/ Hâlâ gütmekteyim kara sabanı,/ Ben yirminci aşırın içinde,/ Medeniyetin dışında,/ Toprak bir evde yaşayan,/ Nuh’un adamı.” (Nuh’un Adamı, 1963, s.3)

(Devamı gelecek yazıya…)