Ohh! Bugün 300 kişinin hayatını kurtardım

Mustafa Nesim Sevinç

Bir film yıldızının hatıra defterinden alınan şu satırlar, aslında modern siyaset biliminin temel kavramlarını neredeyse bir paragrafta özetliyor:

“25 Haziran: yolcu gemisinin güvertesindeyim, hava fırtınalı. Gemi yolcuları can sıkıcı kişiler.

26 Haziran: kaptan bana çok nazik davranıyor.

27 Haziran: kaptanın ilgisi arttı. Bugün aşkını ilan etti.

28 Haziran: aşkıma karşılık vermezsem gemiyi batıracağını söyledi. Korkunç bir şey.

29 Haziran: Ohh! Bugün 300 kişinin hayatını kurtardım.”

Bu cümleler, bireysel bir korku hikâyesi gibi görünse de, aslında dünya siyasetinde sıkça rastladığımız bir yapıyı gözler önüne seriyor:

Kriz yarat, halkı korkut, çözümü kendinde göster ve sonra da kahraman kesil.

Vladimir Putin örneğiyle başlayalım. 2014’te Kırım’ı “korumak” için işgal etti, 2022’de Ukrayna’yı “Nazilerden arındırmak” bahanesiyle savaşa girdi. İçeride ekonomik kriz, muhalefetin tasfiyesi, internet sansürü derken her türlü baskıyı “güvenlik” gerekçesiyle meşrulaştırdı. Sonra da halkına şöyle dedi: “Ya ben ya kaos.” Gemi su alıyor ama kaptan hâlâ megafonla halkı susturuyor.

Çin’de Xi Jinping’in "sıfır COVID" politikası da benzer bir örnek. Önce virüs tehdidini mutlak kontrolle yönetti; milyonlarca kişiyi evlerine kilitledi, sosyal medyayı filtreledi. Ardından da “dünyada virüsle en başarılı mücadeleyi biz verdik” diyerek kontrol politikasını bir başarı destanına çevirdi. Gemiye zincir vuruldu, ama kaptan el sallıyor: "Bakın, sizi korudum."

İngiltere’de Brexit referandumu da benzer bir stratejiyle yürütüldü. Halk, "göçmenler geliyor, ekonomimiz tehdit altında" korkusuyla AB’den çıkmaya ikna edildi. Boris Johnson, gerçekleri eğip bükerek bir kurtuluş masalı anlattı. Sonra olan oldu: ekonomi daraldı, uluslararası güvenirlik düştü. Ama kaptan hâlâ ayakta: “Egemenliğimizi geri aldık.”

Macaristan’da Viktor Orbán yıllardır aynı oyunu oynuyor: önce dış tehdit ilan ediyor, sonra iç muhalefeti bastırıyor. “Göçmenler geliyor” diyerek sınırına tel örgü çekiyor, ardından AB'ye dönüp "ülkenizi koruyorum" diyor. Hem geminin kaptanı, hem cankurtaran, hem de tersane ustası kendisi.

Amerika Birleşik Devletleri'nde bile bu şablon çalıştı. Donald Trump, 2016 seçimlerinde “ülke çöküyor, suç artıyor, ekonomi batıyor” dedi. Çözüm mü? “Sadece ben düzeltebilirim.” Pandemi sırasında da “maskeye gerek yok” deyip sonrasında aşıyı kendi zaferi gibi sundu. Kaptan gemiyi fırtınaya sürükleyip sonra pusulayı mucize gibi pazarladı.

Türkiye’de ise bu senaryo neredeyse edebiyat türüne dönüştü. 2001 krizinden sonra “ekonomi çöktü, devlet iflas etti” denilerek gelen iktidar, yıllarca “istikrarın teminatı biziz” vurgusuyla iktidarda kaldı. Ancak krizler bitmedi; yalnızca düşmanlar değişti. Dün IMF vardı, bugün dış mihraklar. Dün vesayet tehdidi vardı, bugün “algı operasyonları”. Kaptan sürekli değişen haritalarla yol tarif ediyor ama rota hep aynı: “Eğer biz yoksak, gemi batar.”

Muhalefet ise çoğu zaman kaptanın oyununu görüyor ama oyunu bozacak cesur manevralar yerine “biz de bu gemiyi yüzdürebiliriz” demekle yetiniyor. Oysa halk artık sadece gemiyi yüzdürecek birini değil, yönünü de değiştirecek birini arıyor. Yani sadece simit atmak yetmez, pusula da göstermek gerekir.

Bu bağlamda Platon’un “Devlet” diyaloğundaki meşhur kaptan alegorisi tam yerini bulur:

“Gemiye sahip olan halk, kaptanı tanımaz, denizcilerse sadece onu kandırmakla meşguldür.”

Burada halkın da sorumluluğu vardır. Eğer her kaptana inanan bir yolcu topluluğu varsa, asıl sorun dümenin kimde olduğu değil, geminin neden her fırtınaya koşarak gittiğidir.

Sonunda herkes bir gün dönüp “bugün 300 kişinin hayatını kurtardım” diyebilir. Oysa doğru işleyen bir demokraside kimsenin kimseyi kurtarmasına gerek kalmaz. Çünkü kimse, kimseyi tehdit etmeye, korkutmaya, mecbur bırakmaya cesaret edemez.

Siyaset, kurtarıcıya değil, güvenilir kurumlara; kahramana değil, hesap verebilir yönetime dayanmalı. Çünkü bazen en büyük tehdit geminin dışındaki fırtına değil, dümenin başındaki kaptandır. Ve unutmayalım: Kaptan sevmedi diye kimsenin denize atılmadığı bir düzen mümkündür.

Not: Tiyatro ya da yazarlık atölyelerinde "iktidarın manipülasyonu" konusunu anlatmak için örnek olarak sunulan. Bu anlatı, Bir film yıldızının değil, otoriter iktidarların halkla kurduğu patolojik ilişkiyi yansıtan edebi bir metafordur. Gerçek değil ama birçoğumuz için tanıdık.

m.nesim.sevinc@gmail.com

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.