ÖZGÜR EŞ YAŞAM -26-

Bêjdar Ro Amed

Özgür eş yaşam, yalnızca iki insanın bir araya gelmesi değildir; bir varoluş seviyesidir. Bu seviye, bilgiye, role, tanıma ya da forma dayanmaz. Aksine; anlama, sezgiye, sessizliğe ve anlamla dolu bir var oluş haline yaslanır. Paylaşım da bu zeminde bir eylem değil, bir haldir: Kendiliğinden, beklentisiz ve arınmış bir halde akmak.

Paylaşım Bir Seviyedir

Paylaşmak; iki kişinin bir şeye ortak olması değil, iki varlığın birbirine açık ve sahici olmasıdır. Bu, bilgiyle değil bilinçle mümkündür. Bilgi, uygarlık döneminin en sık kullanılan gücüdür; genellikle sahip olunacak, aktarılacak ya da dayatılacak bir şey olarak görülür. Bu nedenle çoğu zaman ilişkiyi zenginleştirmez, aksine egemenliğin araçsallaşmış biçimi haline gelir.

Oysa anlam, bilgiden farklı olarak içsel bir derinliktir. Sessizlikten, sezgiden ve varoluşsal tanıklıktan doğar. Bu bağlamda özgür eş yaşam, bilginin değil anlamın seviyesinden yaşanır. Çünkü anlam, herhangi bir role ya da kalıba ihtiyaç duymaz. Yalındır, sahicidir ve kapsayıcıdır.

Sevgi: Kendin Olmak ve Aşk Haline Dönüşmek

Özgür eş yaşamda sevgi, sahip olmakla değil, kendin olmakla ilgilidir. Sahip olmak isteyen sevmemektedir; sadece kontrol etmekte, tanımlamakta ve yönlendirmektedir. Kendin olmayan bir zihin, sevgiye de, aşka da tanıklık edemez.

Bu nedenle aşk, bir duygu değil, bir haldir. İnsan o hale dönüşmeden, aşkı deneyimleyemez. Aşk olmak, zihnin sessizleşmesi, kalbin genişlemesi ve varlığın sadeleşmesidir. Bu sadeleşme, sevginin manipülasyondan ve rol beklentilerinden arınarak bir “oluş hali”ne dönüşmesini sağlar.

Aşk hali, karşılıklı rollerin değil, karşılıksız varoluşun alanıdır. Kadın ve erkek burada artık cinsiyet değil, varlık düzeyinde bir birliktelik yaşar. Bu birliktelik; ne evliliktir, ne ilişki, ne tanım ne de ideolojik bir kurgudur. Bu, iki insanın kendileriyle barış içinde, birbirlerine açık olarak bir ‘hal’de buluşmasıdır.

Sessizlik: Zihinsel Egemenliğe Karşı Bir Direniş

Uygarlık, sesi kutsadı; her şeyin konuşulması, tanımlanması, açıklanması gerektiğini düşündürdü. Ama bu ses çoğu zaman içsel bir bağırıştan ibaretti. Sessizlikse, uygarlığın en çok korktuğu şeydi. Çünkü sessizlikte iktidar çalışmaz. Sessizlik, zihinlerin oyunlarını, bilginin gölgelerini görünür kılar. Ve bu yüzden tehlikelidir.

Özgür Eşlikte Sessizliğin Dili

Oysa özgür eş yaşamda sessizlik bir boşluk değil, en derin anlamın doğduğu, varlığın özünden konuştuğu yerdir. Bu sessizlik, yalnızca sözlerin sustuğu değil; zihinlerin, beklentilerin, rollerin ve kalıpların da dağıldığı bir içsel açıklık alanıdır. Burada iki varlık birbirini ne tanımlar ne de sınırlandırır; birbirini hisseder. Duyar. Bakar, görür. Temas eder, an olur.

Bu temas, bilgiyle değil; farkındalıkla mümkündür. Çünkü bilgi, geçmişin taşıyıcısıdır; farkındalık ise anın çıplak gerçeğidir. Farkındalık, ilişkideki tüm öğrenilmiş kimlikleri, rollerle gelen görevleri, toplumsal uzlaşılarla çizilmiş sınırları çözer. İlişkiyi bir düzenin veya kurumun içinde tanımlanmış bir form olmaktan çıkarır, onu canlı bir oluşa, yaşayan bir birlik alanına taşır.

Bu oluş hali, sahip olmaktan değil, birlikte var olmaktan doğar. İki birey, ayrı bütünlüklerini koruyarak; birbirini dönüştürmeden, yönetmeden, biçimlendirmeden yan yana durduklarında… İşte o an, ilişki bir ihtiyaçtan, bir beklentiden değil; varoluşun kendiliğindenliğinden doğar.

Böylesi bir bağ ancak özgür zihinlerde, içsel bütünlüğünü inşa etmiş bireylerde yeşerir. Çünkü özgürlük, yalnızca dışsal engellerin kaldırılması değildir; zihinsel kalıpların, koşullu sevgi biçimlerinin ve bağımlılık yaratan ilişki tasarımlarının ötesine geçmektir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.