PKK’nın Feshi ve Türkiye’nin Demokratik Geleceğine ilişkin Olasılıklar

Gazeteci Cevat Korkmaz ve İktisatçı Mehmet Aslan, PKK’nin kendini fesih kararını, sürecin nasıl anlam kazanacağına dair kapsamlı bir değerlendirme yaptı.

Cevat Korkmaz-Mehmet Aslan

TİGRİS HABER - PKK’nın olası fesih kararı, Türkiye tarihinde yeni bir barış ve demokratik dönüşüm eşiğini temsil etmektedir. Ancak bu süreç, sadece örgütün silahsızlanmasıyla sınırlı değil; Öcalan gibi tarihsel ve sembolik figürlerin yeniden konumlandırılması, Demirtaş gibi yasal siyasetin öncülerinin özgürlüğüne kavuşması ve toplumun geniş kesimlerinin zihinsel olarak bu dönüşüme hazırlanmasıyla anlam kazanacaktır.

Teknik Olarak Mümkün mü?

Türk hukuk sistemi, ceza indirimleri, özel af, ev hapsi ya da denetimli serbestlik gibi mekanizmalarla Abdullah Öcalan’ın hukuki statüsünü değiştirmeye uygun altyapıya sahiptir. Ancak bu yalnızca teknik değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal rıza gerektiren bir süreçtir. Sürecin başarısı için yasa, siyaset ve toplumsal bilinç bir arada dönüşmelidir.

Toplumsal Algı ve Milli Bilinçteki Engeller

Öcalan’ın serbest bırakılmasına yönelik toplumsal direnç; Türkiye’deki milliyetçi, muhafazakâr ve ulusalcı eğilimlerin ortak bir duygusal refleksidir. Bu tepkinin nedenleri:

40 yıllık çatışmanın yarattığı kolektif travmatik hafıza,

Tek yönlü medya anlatılarıyla inşa edilmiş “mutlak suçlu” imgesi,

Adaleti “cezalandırmakla” özdeşleştiren bir hukuk kültürü,

Sadece milliyetçi/muhafazakâr partilerde değil, CHP’nin ulusalcı damarında dahi yaygın olan ‘dokunulmaz tabu’ algısı.

Bu nedenle barışa giden yolda yalnızca örgüt değil, halk da dönüşmelidir. Barış süreçleri aynı zamanda toplumsal bilinç süreçleridir.

Devlet Aklı ve Güvenlik Bürokrasisinin Pozisyonu

Türkiye devleti, çatışma yönetiminde büyük bir kurumsal hafıza oluşturmuştur. Ancak barış yönetimi farklı bir kapasite gerektirir ve ne yazık ki Türkiye barış acemisidir. Bu noktada:

Devletin güvenlik birimleri, süreçleri “şüpheyle değil, stratejiyle” yönetmeli,

Süreç, yalnızca “güvenlik tehdidini ortadan kaldırma” değil (“Terörsüz Türkiye” retoriğinde olduğu gibi), kalıcı huzur üretme vizyonuna oturtulmalı,

Toplumla güven inşası için kontrollü bir iletişim süreci yürütülmelidir.

Güvenlik aygıtları, dönüşen koşullara karşı esnek, hukuk temelli ve insani odaklı stratejiler üretmelidir.

Erdoğan Yönetimi Sürece Engel Olur mu?

Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter yönetimi, milliyetçi oyları konsolide ettiği için bu tür detant süreçlerine mesafeli durabilir. Ancak:

Geçmişte çözüm süreci gibi deneyimlere liderlik etmiş olması, onun “gerçekçilik temelinde” bir kez daha bu rolü üstlenmesini mümkün kılar,

Uluslararası baskılar, ekonomik kriz, yalnızlaşan dış politika gibi nedenlerle Erdoğan barış sürecini çıkış kapısı olarak görebilir.

Yani Erdoğan’ın pozisyonu kesin değil; politik koşulların elverişliliğine göre değişkenlik gösterebilir.

Şunu bir ön koşul olarak daima cepte tutmak gerekir; Türkiye’de barış fikri kırılgandır ve kırılgan olmaya da devam edecektir. Yukarıda belirttiğimiz gibi Türkiye “barış acemisi” bir ülkedir.

PKK’nın fesih ve silah bırakma kararı, ilk bakışta “umut verici” gibi görünse de; Türkiye’nin siyasi yapısı, güvenlik aygıtı, devletin ideolojik refleksleri ve parti içi güç hesapları nedeniyle bu yeni duruma karşı süreç bozucu tepki merkezleri oluşması muhtemeldir.

Detaylandırmadan önce çok önemli olduğunu düşündüğümüz bir soruya dikkat çekmek istiyoruz:

Türkiye “düşmansız” siyasete adapte olabilecek mi?

Bu soru Türkiye’nin genetik yapısıyla ilişkili olduğu için çok önemli. Genetik olarak aktarılan bu davranışsal mekanizmaya madde madde göz atalım:

1. Devletin Güvenlik Ezberi ve Kurumsal Direnç

Türkiye’de (1984’ü baz alırsak) 40 yılı aşkın süredir PKK’ye karşı sürdürülen “mücadele rejimi”, yalnızca askeri bir refleks değil; aynı zamanda kurumlar arası işleyişin, kaynak dağıtımının, kariyer planlamasının ve toplumsal meşruiyet üretiminin temelini oluşturdu. Bu temeller değişebilir mi veya olası direnç merkezleri ne olabilir?

Güvenlik bürokrasisi (TSK, MİT, Emniyet) için ve bu yapıların modernizasyonu için PKK, aynı zamanda bir varlık nedeni olarak da tarif edilebilir. Bu nedenle silahsızlanma(ve fesih):

Operasyonel yetkilerin daraltılması,

Harcamaların sorgulanması ve kısıtlanması,

“İç tehdit” söyleminin erozyona uğraması anlamına gelir.

Devletin ideolojik hafızasında PKK bir “mutlak düşman” figürüdür. Bu figürün yokluğu, kurumların varlık anlamında boşluk oluşturabilir.

Bürokratik alışkanlıkların kolayca esnemezler: Barış tercihi, “devlet aklı”nın paradigmasını değiştirmek demektir. Bu da “risk” olarak algılanır.

Kısacası, bu sürece en büyük direnç “düşmanın yokluğu”na karşı duyulan sistemik tedirginliktir.

2. Saray ve Bahçeli Faktörü: İç Güç Mücadelesi

Bahçeli, hem sürecim mimarlarından hem de PKK karşıtı sert dilin ve “devlet beka söyleminin” temsilcisidir. Eğer barış sürecinin açılımı kamuoyuna olumlu yansırsa, devlet cenahında siyasi prim Bahçeli’ye yazılır.

Erdoğan böyle bir “siyasi gölge”yi kabul edecek mi? Etmeyecekse veya sürece adapte olmaya zorlanacaksa ne yapabilir?

Öncelikle Erdoğan, süreci kendi kontrolü dışında gelişiyormuş gibi göstermek istemeyebilir.

Dolayısıyla Saray çevresi, sürecinin yavaşlatılması veya şartlara bağlanması benzeri pozisyonlar alabilir.

3. Fesih ve silah bırakma kararı bir süreç içerdiğinden PKK’nın yeni duruşu nasıl şekillenir?

Barış sürecinin belirli bir aşamasında “teslim olma”, “pişmanlık yasası”, “af” vs. gibi talepler gündeme gelebilir. Bu talepler kamuoyunda karşılık bulsa da;

PKK kadrolarında moral ve kimlik krizi yaratabilir.

Özellikle “orantısız barış” baskısı,

“Teslimiyet algısı”,

“Silah bırakanın özne olmaktan çıkması” gibi kaygılar artar.

Bu neye yol açabilir?

PKK, silahsızlanmaya razı olsa da, “savunmacı ve kuşkulu” bir çizgiye çekilebilir.

Sürecin hızı yavaşlar, kararsızlık ve iç tartışmalar derinlik kazanabilir.

Bazı kadrolar sürecin dışında kalmayı tercih edebilir. Bu tercihler “ayrışma ve radikalleşme” riski oluşturabilir.

4. Aşağıdaki nedenlerle sürece ilişkin kazanım algısını bozulursa stratejik kırılma riski de oluşturabilir:

Şartsız silah bırakma talebi,

Devletin tek yönlü takvime zorlaması,

Siyasi af olmaksızın teslimiyet dayatması gibi taleplerle ilerlemesi hâlinde, PKK içinden “süreç aldatmacası” söylemi yükselebilir.

Eğer bu saydıklarımız güçlü olasılıklara dönüşürse:

Sürecin güven kaybına uğramasına,

Yeniden çatışma riskinin doğmasına,

Kürt toplumunun bir kısmının umutsuzluğa kapılmasına ve kendi içerisinde daha derin kopuşlar yaratmasına yol açabilir.

Yukarıdaki satırlarda maddeler halinde tasnif etmeye çalıştık. Bilimsel olarak da böyle yaklaşmak gerekir. Bilimin dayanağı olgulardır. Dolayısıyla bu dayanaklar üzerinden kadim soruyu sormamız gerekir:

Ne Yapmalı?

Süreç, karşılıklı kazanım prensibiyle yürümeli (PKK açısından “sıfır” toplamlı oyun değil, “kazan-kazan” stratejisiyle…)

Devlet kurumları, güvenlikten barışa geçiş için kendi reformlarını başlatmalı.

Saray ve siyasi iktidar, süreci sahiplenmeli, boşa çıkarma araçlarına sahip olsa da bundan uzak durmalı (uzun erimli bakış).

PKK’ye yönelik adımlar, asla insan onuruna yönelik bir saldırıya dönüşmemeli ve tamamen hukuk çerçevesinde şekillenmeli.

Süreçte tüm kesimlerin sesi olacak ortak bir sivil platform kurulmalı (kanaat önderleri, STK’lar, akademi, kadın hareketi vb.). Biz bunun çok faydalı olacağına inanıyoruz. Süreç asla, tek başına devlet-parti-İmralı ekseniyle sınırlı olmamalı. Sivil inisiyatifin en az bu üçgen kadar değerli olduğu gözden kaçırılmamalı

PKK’nın fesih çağrısı RESMEN tanınmalı ve TBMM çatısı altında siyasi meşruiyeti sağlanmalıdır.

Selahattin Demirtaş ve tüm siyasi tutuklular DERHAL serbest bırakılmalıdır.

Terörle Mücadele Kanunu ve benzeri düzenlemeler ifade özgürlüğü çerçevesinde yeniden yazılmalıdır.

“Barış Akademisyenleri” gibi, sadece geçmiş dönem barış sürecine inancını dile getirdiği için mağdur edilen tüm toplumsal yapıların bütün hakları iade edilmelidir.

15 bine yakın militanın topluma entegrasyonu için rehabilitasyon, eğitim, sosyal adaptasyon programları hazırlanmalıdır.

Öcalan’ın hukuki statüsünün yeniden değerlendirilmesi, toplumsal barış açısından tarihsel bir rol oynayabilir.

YPG gibi yapılar için uluslararası güvenlik anlaşmaları yapılmalı; Suriye boyutlu çözüm mekanizmaları üretilmelidir.

Bölgedeki aktörlerle (ABD, Rusya, İran, Irak, Suriye, AB) çok taraflı barış platformları kurulmalıdır.

Sonuç niyetine de şunu söylemek isteriz:

Barış, sadece silahların susması değil, aklın konuşmasıdır

PKK’nın silah bırakması ve feshi, yalnızca bir güvenlik başlığı olmamalı; Türkiye’nin hukukla, adaletle ve demokrasiyle yeniden buluşması için bir fırsata dönüşmeli.
Bu fırsat:

Demirtaş’ın özgürlüğü,

Öcalan’ın siyasi pozisyonunun yeniden değerlendirilmesi,

Toplumun barışla yüzleşmesi gibi zor ama hayati eşiklerle mümkündür.

Barışın dili, cesaret kadar vicdan; strateji kadar sabır gerektirir. Türkiye’nin geleceği, bu dili öğrenip öğrenemeyeceğine bağlıdır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri