Mustafa Nesim Sevinç
Transfer sezonu geldiğinde futbol dünyası adeta bir pazaryerine dönüşür. Telefonlar susmaz, bildirimler art arda gelir ve taraftar forumları birer savaş alanını andırır. Sosyal medyada "bomba" haberler patlarken, televizyon ekranlarında sıkça aynı ifade tekrarlanır: "X takımı, Y futbolcusunu kiraladı." Bir an durup düşünelim. "Kiralamak" ne anlama gelir? İlk bakışta masum görünen bu kelime, üzerinde biraz durulduğunda tuhaf bir çağrışım yaratır. Araba, yazlık ev veya bir alet kiralanabilir... Peki ya bir insan? Gündelik hayatta hiç kimse bir arkadaşına, "Sendeki insanı bir sezonluğuna kiralayabilir miyim?" demez, çünkü bu kulağa delice gelir. Ancak milyonlarca dolarlık devasa bir endüstri, insanları "kiralamak" üzerine kurulu ve biz bu durumu, bu dili sorgusuz sualsiz benimsemiş durumdayız. Bu ifade, akla doğrudan mülkiyet ve hatta kölelik çağrışımlarını getirdiği için üzerinde durulmayı hak etmektedir. Sorun yalnızca kelimede değil, onun ardında yatan zihniyette ve nesneleştirici bakış açısındadır.
Aslında bir sporcu için "kiralık" dendiğinde, kanlı canlı bir profesyonel adeta bir eşya rafına konulmuş olur. Bu dil, oyuncuyu kulübün hedefleri için kullandığı geçici bir "aparat" haline getirir. Transfer haberlerindeki ifadeler ise bu durumu trajikomik bir hale sokar. "Kiralama opsiyonlu" dendiğinde aslında, "Beğenirsek tapusunu da alırız, beğenmezsek sezon sonu iade ederiz" denmiş olur. "Satın alma zorunluluğuyla kiralandı" ifadesi ise bir nevi "görücü usulü zorunlu evlilik" gibidir: "Bir sezon birlikte takılın, sonra nikâhı basacağız, kaçış yok." Kim kendini bir "emanet mal", "geçici çözüm" veya "deneme sürümü" gibi hissetmek ister? Bu dil, oyuncunun psikolojisini, bir yere ait olma duygusunu ve motivasyonunu doğrudan etkiler. Oysa yapılan işlemin resmi ve insani adı son derece açıktır: "geçici iş sözleşmesi." Futbolcu, becerisini ve alın terini belirli bir süre için başka bir kulübe sunan bir emekçidir. Bu bir iş ilişkisidir, emlakçılık değil.
Daha da tuhafı, "satın aldı" ifadesidir. Bir insanı satın almak... Bu cümleyi başka bir bağlamda kursak, muhtemelen insan ticaretiyle suçlanırız. Ama futbol dünyasında bu, milyonlarca dolarlık anlaşmaların sıradan bir parçasıdır. Oysa yapılan şey, bir iş sözleşmesinin tazminatla sonlandırılması ve başka bir işverenle yeni bir sözleşme yapılmasıdır. Yine de bu süreci "satın alma" gibi mülkiyet devri terimleriyle anlatarak futbolcuyu bir bireyden çok, bir varlık olarak konumlandırıyoruz.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 4. maddesi, hiç kimsenin kölelik veya kulluk altında bulundurulamayacağını açıkça belirtir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de bu yasağı tekrarlar. Elbette futbolcular modern anlamda köle değillerdir; onlar sözleşmeler imzalayan, yüksek ücretler alan profesyonellerdir. Ancak mesele hukuki statüden çok, dilin ve imgelemin inşa ettiği anlamdır. "Kiralık" veya "satılık" dediğimizde, bir insanın mülkiyet devri mantığıyla el değiştirdiği izlenimini üretiriz. Bu, köleliğin dilsel gölgesidir. Üstelik bu yalnızca sembolik bir sorun değildir. FIFPRO raporlarına göre, "kiralık" gönderilen oyuncuların %43'ü, kendi rızaları ve istekleri dışında bir kulübe transfer olmaktadır. Yani kelimelerin yarattığı bu mülkiyet algısı, pratikte oyuncunun iradesinin sınırlanmasına da karşılık gelebilmektedir.
İşin ilginç yanı, futbolun en tepesindeki kurumların bile bu dili kullanmamasıdır. FIFA'nın resmi talimatlarında bu işlem "geçici kayıt (temporary registration)", aklı başında uluslararası yayınlarda ise "geçici transfer (temporary move)" olarak geçer. Hukuki olarak bakıldığında, Türk İş Kanunu’na göre bu durum "geçici iş ilişkisi" kapsamına girer. Gerçekte olan, mevcut iş sözleşmesinin askıya alınması ve oyuncunun belirli bir süreyle başka bir işverene devredilmesidir. Yani "kiralık" tabiri, hukuki bir gerçeklikten çok, medyanın yarattığı pazarlama değeri yüksek bir kurgudur.
Bu rahatsızlığımız sağlam felsefi temellere de dayanır. Dil felsefesi, kullandığımız kelimelerin yalnızca dünyayı anlatmadığını, aynı zamanda onu şekillendirdiğini söyler. Wittgenstein’ın dediği gibi, "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır." Futbolcuları "kiralık" veya "satılık" diye anmak, onları zihnimizde birer meta olarak konumlandırır. Kant, ahlak felsefesinde "İnsanı, kendinde ve başkalarında, asla sırf bir araç olarak değil, her zaman aynı zamanda bir amaç olarak görecek şekilde eyle" der. Oysa kulüplerimiz, şampiyonluk veya maliyet düşürme gibi amaçlar için oyuncuyu son derece "kullanışlı bir araç" olarak görmektedir. Marx bu durumu görse, muhtemelen "Bu, yabancılaşmanın daniskası!" diye haykırırdı; çünkü oyuncu kendi emeğine, kariyer planına ve geleceğine yabancılaşarak kulübün satranç tahtasında iradesi kısıtlı bir piyona dönüşür. Felsefemizin duayeni İoanna Kuçuradi'nin her fırsatta altını çizdiği "insan onuru" kavramı, bu basit ama güçlü kelimelerle zedelenir.
Meseleyi kişisel hayatımıza uyarladığımızda durum daha da netleşir. Patronunuzun sizi arayıp, "Seni bir yıllığına Sivas'taki şubemize kiraladık, haberin olsun" dediğini düşünün. Muhtemelen ilk işiniz istifa dilekçesini yazmak veya bir avukatı aramak olurdu. Ancak milyonlarca dolarlık profesyonel futbolcular için bu durum, kariyerlerinin sıradan bir parçası olarak kabul edilmektedir.
Peki, çözüm nedir? Cevap basit: Dilimizi ve bakış açımızı değiştirmektir. Bu bir "siyaseten doğruculuk" çabası değil, bir saygı ve insanlık meselesidir. Spikerlerimiz "kiraladı" yerine "geçici olarak kadrosuna kattı", gazetecilerimiz "sezon sonuna kadar anlaştı" diyebilir. Biz taraftarlar da sosyal medyada "Kiraladık!" diye sevinç çığlıkları atmak yerine "Geçici transferle gücümüze güç kattı" demeyi alışkanlık haline getirebiliriz. Unutmayalım ki kavramlar, gerçekliği ve zihniyeti şekillendirir. Bir futbolcu "kiralık katil" değil, yeşil sahanın emekçisidir. İşe onlara bir eşya gibi değil, bir insan gibi hitap ederek başlayalım. Futbola ve insana bakışımızdaki bu küçük ama anlamlı değişiklik, endüstrinin kirli dilinde ve ikliminde büyük bir fark yaratacaktır.