“Zafer süngünün ucundadır” özdeyişi, Kara kuvvetleri piyade birliklerinin motive sözüdür. Bu söze göre, bir ülkeyi mağlup etmenin göstergesi, kendi askerleri ile düşman ülkenin topraklarının işgal edilmesidir.
İnsanlık tarihinin başlangıcından, yirmi birinci yüzyılın başına kadar yapılan bütün savaşlarda galibiyetin sembolü bu mantık olmuştur.
Son olarak, Suriye’nin Suriyeli olmayanlarca işgal edilmesi de göstermiştir ki, binlerce yıldır savaş meydanlarında hâkim olan, zafere giden yol ile zaferin süngünün ucunda olduğuna dair stratejinin değiştiğidir.
Yeni savaş stratejisine göre; hedef ülkedeki insanları önce birbirine düşüreceksin, iç çatışma ile ülkeyi yoracaksın, ülkedeki iktidarı ayakta tutan askerler, siyasiler, istihbarat elemanları vb. dinamikleri taşeron yandaşlarının ödedikleri paralarla satın alacaksın, ülkedeki iktidarın sembolü olan şahıs ve şahsiyetleri önce tutuklayıp itibarsızlaştıracaksın, bu sembol ve şahsiyetlerin yaşamına ya da siyasi yaşamlarına son verecek ve nihayetinde ülkede kendine bağlı kukla bir yönetimi iktidara getirip işgali tamamlayacak ve devamında ülkenin bütün kaynaklarını sömüreceksin.
Bu stratejiyi, Rusya Ukrayna’da gerçekleştirmek istedi ve fakat iktidarı ayakta tutan dinamikleri satın alacak taşeronları olmadığı için uygulayamazken, ABD ve Batı sermayesi erken davranıp satın alma işlemlerini gerçekleştirdiği için hâlihazırda Ukrayna ve Rusya halklarını yorma aşamaları devam etmektedir.
Hâlbuki iki binli yılların başından itibaren;
- Filistin’de önce Yaser Arafat’ın tutuklanıp ve sonrasında güya hastalığından dolayı götürüldüğü Fransa’da ölmesi/öldürülmesi(!) ve devamında Filistinlilerin Hamas ve El Fetih olarak ayrıştırılıp günümüzde dahi devam eden ülkeyi yorma aşaması ile Filistin’in yok edilmesi.
- Libya’da, ülkede yaratılan kargaşa ile Ülkenin Lideri Kaddafi’nin Sokak ortasında ve dünyanın gözü önünde tartaklanıp linç edilerek, ülke dinamiklerini Filistin benzeri senaryo ile ikiye bölüp ülkeyi işgal senaryosunun uygulanmasına devam edilmesi.
- Mısır’da yüzyıla yakın bir zamanda, batının Mısır’ı işgal etmesinin önündeki en büyük engel olan Müslüman Kardeşler gücü, önce iktidara getirilip sonrasında askeri darbe ile iktidardan indirilmiştir. Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’nin daha yargılanırken kalp krizinden ölmesi/öldürülmesi(!) ile ülkenin dinamikleri yok edilerek batı yanlısı bir iktidarla ülkenin ele geçirilmesi sağlanmıştır.
- “Irak’ta kimyasal silah var” yalanı ile dünyayı Irak’ın üstüne salıp, ülke işgal edilerek önce üçe bölündü, sonrasında Lideri Saddam’ın yönetiminde kalan orta Irak işgal edilerek, ülke lideri aşağılanmış görüntülerle tutuklanıp idam edilerek, yönetime getirilen kukla iktidarlar vasıtası ile ülke sömürülmeye devam edilmektedir.
- Bu arada, yine bir Ortadoğu ülkesi olan Lübnan’da 1975’li yıllarda başlayan iç çatışmalar, istikrarsızlık ve ülkenin işgali hiçbir zaman gündemden düşmedi.
- Suriye’de 2011’de başlatılan iç kargaşa, sonrasında ABD’nin bizim örgütümüz demekten de çekinmediği İŞİD, ülkeyi hallaç pamuğu gibi karıştırmıştır. İŞİD güya İslam adına bunu yaparken, insani olmayan kafa kesme, adam yakma gibi insani ve İslami olmayan uygulamalarla, dünya halkalarının nazarında İslam Dini’ni de itibarsızlaştırmıştır. Sonrasında ülkenin üst düzey komutanlarının taşeron Arap ülkelerinin ödediği milyon dolarlar ile satın alınarak, Suriye’nin ABD ve batı devşirmesi bir terör örgütüne teslimi ile ülkenin işgal edilmesi tamamlanmıştır. Rusya’nın yüzü suyu hürmetine Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ve ailesi katledilmeyip Rusya’ya kaçırılmıştır.
Bütün bunlar olurken bütün dünya ağız birliği etmişçesine sıranın İran’a ne zaman geleceğini dile getiriyordu!
Ve nihayet beklenen oldu!
İran’ın nükleer çalışmalarını bahane eden İsrail, İran’ın sadece nükleer tesislerini değil askeri, istihbarat ve ekonomik tesislerine, İran’ın bilim adamları ile yüksek rütbeli askerlerine saldırdı, yetmedi ABD’de de başlangıç olarak ülkenin nükleer tesislerine saldırdı.
Kaderin cilvesine bakın ki, 45 yıl önce, İran da kendisine tehdit gördüğü, Irak’ın nükleer tesislerine saldırmış, İran’ın yarım bıraktığı işi de bir yıl sonra, 1981 yılında İsrail yaptığı saldırı ile tamamlayarak Irak’ın nükleer çalışmalarına ilişkin tesislerini tamamen imha etmişti.
İsrail - İran çatışmasında kara kuvvetlerinin kullanılmasının mümkün olmadığı değerlendirilmektedir. Çünkü iki ülke arasında Suriye ve Irak’ın toprakları var ve ülkelerin birbirine mesafeleri bin altı yüz Km (Diyarbakır - İstanbul uzaklığı kadar) civarındadır.
Bir ülkenin silahlı kuvvetleri diğer bir ülkenin topraklarına giremeyecek ve süngünün ucu ile zafer kazanılamayacak ise bu savaş nasıl bitecek?
Savaşta tecrübe çok önemlidir, İran’ın Irakla yaptığı 8 yıllık bir savaş, İsrail’in kurulduğundan beri, yani 75 yıllık, ABD’nin birinci dünya savaşından bu yana, yani yüzyılı aşkın ve dünyanın bütün coğrafyalarından edindiği savaş tecrübeleri var.
Savaşın nasıl biteceğine ilişkin değerlendirmeyi yaparken, İran Rejimi’nin bölge ülkeleri, batı ve ABD için nasıl bir tehdit yarattığına özetle bakmakta fayda vardır.
- İran’ın Şii rejimi bölgedeki, Sunni rejimleri tehdit etmektedir
- İran batı’nın ekonomik rakibi Çin’e petrol ve doğal gaz satarak Çin ekonomisinin gelişmesine katkı sağlamaktadır.
- İran; Suriye, Lübnan, Irak, Filistin ve Yemen’de, vekâlet savaşları vasıtası ile İsrail’in varlığı ve ABD ile batının ortadoğudaki çıkarlarını tehdit etmektedir.
Bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; İran’da, rejim değişikliği yapılarak, şu andaki Cumhurbaşkanı’nın yönetiminde, eyalet sistemini güçlendirecek anayasa değişiklikleri yapılarak, İran’ın artık kimse için bir tehdit olmayacağı beyanı ile savaşın sonlandırılması en basit sonuç olacaktır.
Ayrıca, Azerbaycan, Kürdistan, Belucistan, Huzistan vb. eyalet sisteminin yer alacağı İran’da, ABD ve batının güdümünde yönetimler oluşturup, Çin’e petrol ve doğal gaz satışını engellemek te gerekecektir.
Bu arada, mevcut yönetimin dini lideri dâhil, gücü elinde bulunduran yöneticilerine ne olacak?
Bir ara Sayın Ali Hamaney’in öldürülmesi dünya gündemine düşmüşken, Rusya Devlet Başkanı Sayın Putin “sakın ha!” anlamında bir yorum yapmıştı.
Aslında benzeri senaryoyu bir dönem Suriye’de yaşamıştık.
İki binli yıllardan önce, Suriye’deki nükleer çalışmalardan rahatsız olan İsrail, bu tesisleri bombalamak isteyince, ABD istihbaratı Devlet Başkanı Hafız Esad’ın kanser olduğunu ve yakında öleceğini tespit etmişti. 2000 yılında Hafız Esad ölüp yerine oğlu Beşar Esad Devlet Başkanı olunca, İsrail 2007 yılında yaptığı saldırı ile Suriye’nin nükleer çalışmalarının olduğu tesisleri yok etmişti.
İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney’inde prostat kanseri olduğu ve yakında öleceği biliniyor. Rejim değişikliği ve İsrail İle ABD’nin güya insani başarısı için, ya Dini Lider’in emrihak ile ölümü beklenecektir, ya da Dini Lider dâhil üst düzey rejim idarecilerinin yapılacak bir operasyonla derdest edilip, İsrail ya da ABD ve batının uygun göreceği bir yerde, İran ve İsrail’de ölen insanların savaş suçlusu olarak yargılanması ihtimal dâhilindedir. Bunun için İran’a muhalif Arap ülkelerinin cömert davranıp, Irak ve Suriye’de yaptığı gibi, rejimin güdümünde ve güya ülkenin menfaati için verilecek milyon dolarları kabul edecek yöneticilerin(!), emridolar ile memnun edilmesinin yeterli olacağı değerlendirilmektedir.
Bu ihtimaller gerçekleşirse, cümle âleme, İsrail’in, sınırdaş olmadığı ülkeleri işgal etme kabiliyetinin olduğuna dair mesajlar dünyaya verilmiş olacak ve ayrıca Batı’nın gözünde Şeytanlaştırılan İran rejimi son bulacak, İsrail ve ABD melek olacak.
Sınırdaş olmayan İsrail – İran savaşı, bir şekilde, bir ülkenin mağlubiyeti ile sonuçlanırsa, artık zaferin süngünün ucunda olduğuna dair tez de tamamen geçerliliğini kaybedecektir.
Zaferin artık ne ile mümkün olduğunu, paylaştığımız konular çerçevesinde, okuyucularımızın değerlendirmesine bırakıyorum.