Ser verip sır vermeyen yiğidin ardından

68 kuşağının Devrimci önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 38'inci yıldönümünde yapılmış bir röportaj.

Naci Sapan’ın özel söyleşisi

TİGRİS HABER - 68 kuşağının Devrimci önderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın katledilişinin 38'inci yıldönümünde yapılmış bir röportaj. ‘İntihar etti’ iddialarını boşa çıkaran bir söyleşiydi, muhataplarında büyük ilgi gördü. 48. Ölüm yıldönümünde hafızalarımızı tazelemekte yarar var. Röportajı olduğu gibi yayınlıyoruz.   

İbrahim Kaypakkaya’yı gören son sivil anlatıyor;

‘İntihar etmedi, öldürüldü’

Ölümünün üzerindeki sır perdesi hala kaldırılmıyor. İntihar etti dediler, devlet kayıtlarına da o şekilde geçti.  Ancak, ‘Ser verip sır vermeyen’ bir yiğidin intihar etmiş olabileceği fikri ailesi ve arkadaşları arasında hiçbir zaman kabul görmedi. Bir an dahi böyle bir şeyin olabileceğini düşünmediler. Parçalanmış bir ceset teslim etmişlerdi babasına ve ‘Oğlun intihar etti’ demişlerdi. Parçalanmış olmasına ise, otopsiyi gerekçe göstermişlerdi.

Gerçeğin üstü örtülmüyor

 Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini savunan, Kemalizm’e karşı tavrını o günkü koşullarda açık ve net bir biçimde ifade eden Kaypakkaya, ölümünün 48’inci yıldönümünde hala kendisini anlayanlarla birlikte. Onu anlayanlar, onun anısının yaşatılmasını, ölümünün üzerindeki ağır sis perdesinin kaldırılmasını istiyor. Resmi anlamda ölümünün gerçek nedeni açıklanmasa da, bu durum intihar etmediği gerçeğinin üstünü örtmüyor.

Gülerek, ‘Devrimciyim’ dedi.

Diyarbakır Asker hastanesinde gördüğü tedaviden sonra, ayağa kalkabilecek, yürüyebilecek bir durumda olan, kendisini ziyaret eden, daha doğrusu merak ettikleri için gelen askeri yetkililere karşı, elleri ve ayakları yattığı karyolaya kelepçeyle bağlı olmasına rağmen tavır koyan bir devrimcinin, intihar etmesi için hiçbir neden de yok ayrıca. Sağlıklı ve moralli olduğuna son günlerinde tanık olanda var. Sürekli gülen ve askeri yetkililerle adeta dalga geçer gibi konuşan, ‘sen kimsin’ diye soran ikinci ordu komutanına ‘Devrimciyim’ cevabını veren, öldürülmese yaşamı tercih eden biri olduğunu da onu en son gören sivil bir kişiden dinliyoruz.

Kaypakkaya’nın tedavi için getirildiği Diyarbakır asker hastanesinde sağlık memuru olarak çalışan, günde iki kez ona pansuman yapan Hacı Zülfikar Yıldız. İbrahim’le tanışmasını, hastanede kaldığı süre içinde neler olduğunu Hacı’dan soruyoruz, gözleri dolu dolu anlatıyor.

‘Tanıdım, özen gösterdim’

Yıl 1973.. Diyarbakır Asker hastanesinde sivil sağlık memuru olarak göreve başlamış. Mart’ın ilk haftasında kendisine bir görev verilmiş, ‘Yaralı biri var, onu pansuman edeceksin’ demişler. O da başlamış tedaviye. Önce kimi tedavi ettiğini bilmiyormuş, daha sonra onun duvar afişlerindeki aranıyor fotoğrafından tanımış. Tedavi ettiği kişinin İbrahim Kaypakkaya olduğunu anladıktan sonra tedavisine daha da özen göstermiş. Hacı Zülfikar’ın hatırladığı kadarıyla İbrahim’le arkadaşlıkları 2 ay kadar sürmüş.

4-5 metrekarelik koğuş

Parçalanıp, babasına teslim edilmeden önceki durumunu, hastanedeki tedavi sürecini anlatmasını istiyorum Hacı Zülfikar’dan. Konuşmaya daha başlarken, gözleri nemleniyor ve ‘Böyle bir yiğide kıyılmazdı’ diyor. Hacı Zülfikar ve devam ediyor; “1973’te asker hastanesinde sağlık memuru olarak çalışıyordum. Sabah işe gittiğimde İbrahim’i hastaneye getirdiklerini gördüm. Kafasının arka kısmında birçok yara vardı, ancak sıyrık gibi gördüm. Deriden yaralardı. Ayakları ise, bilek hizasına kadar soğuktan yanmıştı, kangren tehlikesi vardı. Hastanenin en alt katında 4-5 metre karelik bir koğuşa koymuşlardı. Ayakları ve elleri kelepçeyle karyolaya bağlıydı. Sürekli böyle tutuyorlardı, çünkü korkuyorlardı.  O zaman tabur komutanı olarak hatırladığım biri geldi, beni ve bağlı olduğum doktor, beyin cerrahı Turan Daltaban’ı çağırdı, ‘Bu yaralıdan sadece ikiniz sorumlusunuz, odaya başka kimse girmeyecek’ dedi. İkimizin fotoğrafını da alarak kapıya astırdı. Nöbet değişen askerler bilsin diye.’’

Günde iki kez pansuman

Nasıl bir tedavi uyguladığını soruyorum Hacıya;

“Günde iki kez pansuman yapıyordum. İki veya 3 serum takıyordum. Bir de iğne yapıyordum. Karda soğuktan her iki ayak parmakları bileklerine kadar yanmıştı. Kesin demişlerdi bileklerine kadar, ancak doktorlar buna razı olmadı, tedavi ettiler. Giderek düzeliyordu, sürekli moralliydi. Onu çok sevmiştim, Pazar günleri izinli olmama rağmen, gidip pansumanını yapıyordum. Çünkü ben gitmesem başkası odaya giremediği için pansumanı eksik kalacaktı’’ diye yanıtlıyor.

Namlu ensede pansuman seansı

Pansuman sırasında İbrahim’in kelepçelerini söküyormuş askerler. Ancak, namlu ensede vaziyette yapılan pansuman seansı Hacı Zülfikar’ı rahatsız etmiş, biraz da sohbet arzusu olduğu için itiraz etmiş, durumu düzeltmişler. Yetkililere yaptığı itiraz sonuç verince de, namlu inmiş, asker ranzadan uzak, kapıya yakın bir yerde durmaya başlamış. Önceden asker olduğu için Hacı Zülfikar’a sadece ‘Nasılsın’ diye soruyormuş İbrahim. Daha sonra çok koyu olmasa da ilerlemiş aralarındaki sohbet faslı. Hacı Zülfikar sohbet faslını da şöyle anlatıyor; “O durumda bile beni korumaya çalışıyordu, ‘Hacı benimle fazla ilgilenme, çoluk çocuk sahibisin, seni de götürürüler’ diyordu, gülerek. Ben onu hep gülen yüzüyle hatırlıyorum, çünkü hep gülüyordu.’’

‘Bu komünistler hep güler mi?’

Hacı Zülfikar, İbrahim’le olan bir anısını da şöyle anlatıyor; “Bir gün hiç unutmam. 2. Ordu komutanı geldi, benim tahminim İbrahim’i görmek içindi bu ziyaret. Bende o sıralarda pansuman arabamı alıp, alt kata indim. Tabur komutanı bana ‘Hacı şimdi zamanı mıydı geldin’ dedi. Her sabah aynı saatte yapmam gerektiğini söyledim, açtılar kapıyı girdim. Konuşulanlara tanık oldum. Komutan İbrahim’e soruyordu, ‘Sen kimsin’ diye. İbrahim’in cevabı ise, ‘Ben Devrimciyim’ oldu. Komutan biraz kızgın ifadeyle, ‘Sen o aklından hala vazgeçmedin mi’ diye tepki gösterince, İbrahim gülerek şu cevabı verdi komutana, ‘Sizin gibilerin tahakkümü altında olmaktansa mevcut durumum iyidir.’  İbrahim’in gülerek verdiği cevaplar onları çıldırtıyordu. Komutan, ‘bu komünistler hep böyle güler mi’ diye söylene, söylene çekip gitti.’’

İç cebimde süt götürürdüm

Pansuman seansları biraz daha samimi havaya dönüşünce, askerlerde çok fazla ilgilenmemeye başlamış Hacı ve İbrahim’le. Bu durumu değerlendiren Hacı son anısını da şöyle anlatıyor; “Güçlenmesi lazımdı. Kendisine iç cebimde süt götürdüm bir süre. Kendisi benden hiç bir şey istemiyordu. Süt götürdüğüm içinde benim adıma tedirgindi. ‘Getirme, başın belaya girer’ diyordu.’’ 

İbrahim koğuşta yürüyor

1,5 aylık tedavi sonuç verince İbrahim pansuman sırasında ayağa kalkıyor, eldeki kelepçe sökülmüş, ancak ayaklardaki kelepçeler duruyor. Hacı Zülfikar’ın omuzlarına tutunarak koğuş içinde yürümeye başlıyor İbrahim, ‘İyileştim, yürüyorum’ diye seviniyor. Hacı da seviniyor onu böyle görünce. Ancak ikisinin de sevinci kısa sürüyor.

Sonsuzluğa yolcu ediyorlar

Hacı Zülfikar kısa süren sevincini, görmeden vedalaşmak zorunda kaldığı İbrahim Kaykapkaya’nın sonsuzluğa yolculuğunu şu sözlerle ifade ediyor; “Bir sabah geldim, pansuman için aşağıya indim, İbrahim yoktu, götürdüler dediler. 5 Mayıs gibi hatırlıyorum. Çok üzülmüştüm, aradan kısa bir zaman geçti, ölüm haberi yayıldı, intihar etti dediler. Ölümcül bir durumu olmadığı gibi, intihar edecek biri de değildi. O cesur adamın, tanıdığım o yiğit adamın intihar etmediğini biliyorum. Onu dize getiremediler, öldürdüler. Anlaşılmasın diye otopsi yapıp, parçaladılar, babasına öyle teslim ettiler.’’

**

Not 1:Bu arada bir şeyi aktarmakta yarar var. İbrahim’in ayak parmaklarının kangren nedeniyle kesildiği söylenir. Ancak, Hacı Zülfikar, doktorların tedaviyi tercih ettiğini, tedavi sonucu ayaklarının iyileştiğini söylüyor.

Not 2:Hacı Zülfikar’ın anlattıklarını, tarihe not düşülmesi açısından dinledim ve yazdım. Küçükte olsa, halkların mücadelesi uğruna yaşamını feda etmek için gözünü bir an olsun dahi kırpmayan yiğit insanlara karşı gecikmiş bir görevi yerine getirmek adına bir katkı olsun istedim.

‘Ser verip sır vermeyen yiğit’ olarak bilinen 68 kuşağının Devrimci önderlerinden İbrahim Kaypakkaya katledilişinin 48. Yıldönümünde anılıyor.

KAYPAKKAYA KİMDİR?

1948 Çorum/Sungurlu doğumlu olan Kaypakkaya, 60’ların ikinci yarısında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik bölümünde okurken devrimci mücadeleye atıldı. 6. Filo’ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968’de okuldan atıldı. Aydınlık çizgisiyle yaşadığı fikir ayrılığı sonrası Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist’i kurdu.

Örgütüyle silahlı mücadeleye başlamasının ardından 1973’te Dersim’de yaralandı. Beş gün köylere sığınan Kaypakkaya, 29 Ocak’ta kaldığı köyde bir öğretmenin ihbarı üzerine yakalandı. Yaralı halde yürütüldü. Buradan ayakları donmuş halde Diyarbakır’a getirildi. Hastanede, donmuş olan parmakları kesildi.

Yoğun işkencelere maruz kalmasına rağmen dik duruşuyla “Ser verip sır vermeyen yiğit” olarak anılan İbrahim Kaypakkaya’nın ölüm nedeni tutanaklara “intihar” olarak geçirildi. Kurşunlanarak öldürüldüğü tahmin edilen Kaypakaya’nın vücudundaki kurşun izlerinin yok edilmesi amacıyla izlerin bulunduğu yerler kesildi.

Cenazesi bir torba içinde Diyarbakır’da babasına teslim edildi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Güncel Haberleri