Serê Salê

Şeyhmus DİKEN

Serê Salê

 

12 Ocak'ı 13 Ocak'a bağlayan “Bizim" diyebileceğimiz yılbaşımız kelimenin tam anlamıyla "Serê salê”ydi. Ve tam bir bayram edasında kutlanırdı. Yemekler yapılır, tatlılar hazırlanırdı.

 

Sonbaharda hazırlanan kuru kış yiyecekleri özenle kilerlerdeki sığınaklarından yeşil sırlı küplerinden çıkarılır. Ve o özel yılbaşı gününe hazırlanırdı. Hikayeler anlatılır, tombalalar çekilirdi.

 

13 Ocak ser sale'sinin bir de sokağa yansıyan yüzü vardı. Şimdilerde dünyanın önemli merkezleri Trafalgar, Kızıl Meydan ve Taksim gibi yerlerinde yılbaşı kutlamaları televizyonlardan izlettiriliyor ya Bizim Diyarbekirimizde biraz daha farklıydı.

 

Bir halk kültürü ve yerelin öznelliğiyle kutlanıyordu yılbaşılar. Daha çok çocuklar olmak üzere, yetişkin kadın ve erkeklerin kılığına girerlerdi. Yüzlerini de kömür karası ile boyarlar, sakal bıyık yaparlardı. Eski Diyarbekir evlerinin kapılarına dayanırlardı, ağızlarında tekerlemeleriyle;

 

"Serê Salê / binê salê

Pîr qurbane / xortê malê”

 

Eski yılın son gününü yeni yılın ilk gününe bağlayan bu gecede evin yaşlısı, delikanlıya kurban olsun. Ya da;

 

" Serê salê / binê salê

Xwedê bi hêle / Pisînga binê manqalê."

 

Yılın son gününü yeni yılın ilk günüyle buluşturan bu güzel gecede Tanrı evdeki mangalın dibindeki kediyi de korusun.

 

Dilekler ne kadar yerellik kokuyor ve ne kadar içten. İşte bu Kürtçe dileklerle çocuklar kapıya dayanırlardı.

 

Ne mi olurdu? Merak ettiniz değil mi? Elbette, "Şakşako"su (kapı tokmağı) çalınan kadim şehrin evlerinin kapıları mutlaka açılırdı. Zaten bir çoğumuz da gecenin o vaktinde "Serê Salê" tarafından çalınan kapının heyecanını yaşamak isterdik.

 

İşte bizim Noel babalarımız da o Serê Salê'lerdi. Bizlerden birileriydi. Öyle gizli saklı ocak bacasından falan da değil, basbayağı kapıdan giriyorlardı evlere. Hediye getirmeleri falan ne mümkün!

 

Aksine bir şeyler istiyorlardı bizim serê salê'lerimiz. Ve vermek gerekiyordu tabii ki. Hele bir de hazırladığımız tatlı ve yiyeceklerden ya da biraz para vermeseydiniz. Cayırtı o zaman kopuyordu işte. Serê Salê boylu boyunca uzanıveriyordu yere. "Hawar ez mirim", imdat ben öldüm deyip yerde debelenerek hediyesini almadan gitmezdi.

 

İşte yılbaşılar böyleydi eski Diyarbekir'de. Değerlere sahip çıkmanın bir nedeni de belki kendini, kimliğini koruma ve sürdürme içgüdüsü müydü, ne?

 

Gözyaşlarımızı da sevinçlerimizi de doğduğumuz ve yaşadığımız topraklar hak ediyordu. Tabii ki iletişim teknolojisi ve görsel medya bizi esir almadan önce.

 

Zaman çok mu geç eski değerleri yaşatmaya, elbette değil. Belleklerde yaşıyorsa yaşatılabilir kültürler.

Ve değil mi ki; Ser sala we Piroz be. *

 

* Yeni yılınız kutlu olsun.

**Yeni yıl

 

Şeyhmus Diken

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.