Zihinsel Savaşlar: Düşünceden Kaçış mı, Onun Ötesine Geçiş mi?
Modern farkındalık kültürünün bize fısıldadığı şey şudur: “Zihnini sustur. Düşüncelerini durdur. Sessiz kal.” Bu talimatlar, sanki zihnin bir düşman olduğu, susturulmazsa bizi ele geçireceği fikrine dayanır. Oysa zihin düşman değil, sadece yanlış yerde duran bir yol arkadaşıdır. Sorun, düşüncenin varlığı değil; onun egemenliğidir. Ve onu susturmaya çalıştıkça daha da sesini yükseltir. Çünkü savaş, karşı koyduğu şeyi büyütür. Aradığımız şey bir savaş değil; bir aşma hâlidir.
Düşünce: Varlığın Hizmetkârı mı, Efendisi mi?
Düşünce insanın en eski icatlarından biridir. Bir araç olarak tasarlanmış, yaşamı organize etsin, anlamlandırsın diye. Fakat zamanla araç yer değiştirmiş, dümeni ele almıştır. İnsan artık düşünen bir varlık değil, düşüncenin yürüdüğü bir zemine dönüşmüştür. Bize ait olması gereken düşünceler, bizi ele geçiren bir iktidar hâline gelmiştir. Bu iktidar, özellikle sessizlik anlarında kendini gösterir: durduğumuzda bizi hemen doldurur. Çünkü düşünce boşluk kabul etmez; var olmak ister. Ama onun var olması, bizim var olmamızı engellediğinde, bir terslik vardır.
Düşüncesizlik Yanılsaması: Sessizlik mi, Bastırma mı?
Düşünmeyi bırakmak sanıldığı kadar kolay ya da kutsal değildir. Çoğu zaman bu çaba, düşünceleri bastırmakla karıştırılır. Oysa bastırılan her şey yeraltında daha da güçlenir. Birçok spiritüel öğreti, “hiçbir şey düşünmemeyi” öğretirken, insanı bir tür zihinsel uyuşukluk hâline iter. Gerçek düşüncesizlik, bastırmanın ürünü değil, tanıklığın sonucudur. Düşünceler gelip geçerken onları tutmamak, sadece geçmelerine izin vermek… İşte o hâl, düşüncesizliğin kendisinden çok daha değerli olan düşüncenin ötesindeki farkındalıktır.
Aralıksız Bilinç: Tanık Hâlinin Sözsüz Sürekliliği
Burada yeni bir alan açılır: düşünceyle düşüncesizlik arasında bir alan. Ne tamamen sessizlik, ne de yoğun zihin faaliyeti. Bu alanda farkındalık, düşünceye yapışmaz ama ondan kaçmaz da. Onun üstünde salınır. Bu, aralıksız bir bilinç hâlidir. Sürekli uyanık olmakla alakalı değil; sürekli şahitlikte olmakla ilgilidir. Ne oluyorsa olsun, farkında olan bir bilincin varlığı. Bu farkındalık, zihnin aralığını kapatır çünkü artık boşluk oluşmaz. O boşluğu “dikkat ve farkındalık” hâli doldurur. İşte özgürlük oradadır.
Bilinç Alanı: Zihnin Aralığını Aşmak, Varlıkla Bütünleşmek
Zihin aralıklar yaratarak korkuyu, kaygıyı ve geçmişi-geleceği davet eder. Ama bilinç bu aralığı tanımaz. O, bütünün içindedir. Zihin parçalar, bilinç birleştirir. Bu yüzden zihinle değil, bilinçle yaşamak gerekir. Bilinç bir durgunluk değil; yüksek bir canlılık hâlidir. O hâlde insan, varlıkla bütünleşmiş olur. Artık düşünce gelir ve gider ama özde bir sessizlik vardır. O sessizlik, yıkıcı değil yapıcı ve oluşturıcudur. Zihnin üstünde ama onunla kavga etmeden yükselir.
Sonuç: Bilinçle Yaşamak, Zihinle Değil
Düşünceyle yaşamak, zihin üretimi bir hayatta sıkışmaktır. Bilinçle yaşamaksa zihnin ötesine geçip onun oyunlarını görmek, ama bu oyuna kapılmamaktır. Aralıksız bilinç, sadece bir pratik değil; bir yaşam biçimidir. O hâl insanı gerçek özüne götürür. Dış dünyanın karmaşasında değil, iç dünyanın sessizliğinde doğan bir özgürlüktür bu. Ve bu özgürlük, düşüncesiz değil; bilinçli bir durgunlukla gelir.