Türkiye, on yıllardır terörle, ayrılıkçılıkla, silahlı yapılanmalarla ve toplumsal travmalarla mücadele ediyor. Ancak artık bu coğrafyada silahların değil, fikirlerin konuşacağı bir döneme girme ihtiyacı hem vicdani hem de stratejik bir zorunluluk hâline geldi. PKK’nın silah bırakması ve bölgesel benzer yapılanmaların silahsız entegrasyonu, yalnızca Türkiye için değil; Irak, Suriye ve bölgedeki tüm halklar için yeni bir umut olabilir.
PKK’NIN SİLAH BIRAKMASI: GERÇEK TEST ŞİMDİ BAŞLIYOR
PKK’nın silah bırakması yıllardır Türkiye'nin en sancılı başlıklarından biri. Geçmişte bazı çözüm süreçleri denendi ama karşılıklı güvensizlik, siyasi hesaplar ve toplumsal kutuplaşma süreci akamete uğrattı. Bugün ise bölgede değişen dengeler, bu konuda daha gerçekçi ve stratejik bir yaklaşımı zaruri kılıyor. Kandil’in ve çevresindeki uzantıların yalnızca fiziksel değil, ideolojik olarak da silahsızlanması sağlanmadan kalıcı barıştan söz etmek mümkün değil. Irak’ta ve Suriye’deki oluşumlar da bu çerçevede değerlendirilmeli.
HİZBULLAH’IN SÜRECE DAHİLİYETİ: GÖRMEZDEN GELİNEMEZ BİR AKTÖR
Hizbullah, geçmişteki tartışmalı süreçlere rağmen bugün bölgesel gerçeklikler ve toplumsal taban açısından görmezden gelinemeyecek bir aktör konumundadır. Çözüm ve entegrasyon süreçlerinde toplumsal dinamiklerin doğru okunması büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, Hizbullah’ın temsil gücü, yerel ilişkileri ve sahadaki etkisi dikkate alınarak sürece yapıcı bir şekilde dahil edilmesi, kalıcı barış ve toplumsal uzlaşı açısından katkı sağlayabilir. Devletin hukuk ve şeffaflık ilkeleri çerçevesinde, tüm toplumsal kesimlerle diyalog zeminleri güçlendirilmelidir. Gerilim değil, kapsayıcılık esas alınmalıdır.
KOMİSYONLAR GÖZ BOYAMA OLMAMALI
Geçmişte kurulan barış komisyonları, "akil insanlar" heyetleri, kimi zaman toplumu ikna etmek yerine iktidarı meşrulaştırmanın aracı hâline geldi. Oysa kalıcı barış, temsilin genişliğiyle, kapsayıcılıkla ve samimiyetle mümkün olabilir. Bu komisyonlara akademisyenler, kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları, şehit aileleri ve bölge halkından temsilciler katılmalı; süreç sadece başkentten değil, sahadan da yönetilmelidir. Gerçek çözüm, halkla birlikte kurulur.
IRAK VE SURİYE’DEKİ KÜRT SİLAHLI YAPILANMALARI: ENTEGRE AMA NASIL?
Suriye'de SDG/YPG, Irak'ta Peşmerge ya da bölgesel güçler sadece yerel güvenlik unsurları değil; aynı zamanda dış aktörlerin oyun alanı hâline gelmiş durumda. Türkiye’nin güvenlik endişeleri elbette meşrudur; fakat sadece askeri yöntemlerle bu denge değiştirilemez. Diplomasi, kültürel temas ve ekonomik entegrasyonla, bu yapılardan uzaklaşıp bölgesel barışa yönelmek mümkündür. Suriye Kürtlerinin silahsız, siyasi çözüm zeminine oturtulması sadece Türkiye için değil, Suriye’nin geleceği için de kritik önemdedir.
ŞEHİT AİLELERİNİN GÖNLÜ OLMADAN BARIŞ OLMAZ
Şehit aileleri yalnızca kayıp yaşamış insanlar değil; aynı zamanda toplumsal vicdanın taşıyıcılarıdır. Bu nedenle herhangi bir barış süreci, onların sesi duyulmadan başlatılamaz. Atılacak adımlar, onların onurunu zedelememeli; aksine onların acısını anlamlı bir geleceğe taşımayı hedeflemelidir. Ekonomik, hukuki ve manevi destekler, geçici vaatler değil; yasal düzenlemelerle güvence altına alınmalıdır.
YASAL ZEMİN ŞART AMA PROPAGANDA DEĞİL
Türkiye’de son yıllarda Kürt vatandaşların kültürel, sosyal ve siyasal hakları konusunda bazı kazanımlar sağlandı. Bu kazanımların geçici politikalarla değil, kalıcı yasalarla güvence altına alınması gerekir. Ancak burada önemli bir hassasiyet var: Bu haklar, "Ben yaptım ha!" diyerek siyasi propaganda malzemesi yapılmamalı. Toplumsal barış, siyasal rekabetin aracı değil, bir ulusun ortak iradesinin ürünü olmalıdır. AK Parti’nin ya da herhangi bir partinin bu süreçteki rolü inkâr edilemez ama bu, topluma karşı bir üstünlük yarışına dönüşmemelidir.
SON SÖZ: SİLAHLAR SUSSUN, ADALET KONUŞSUN
Barış, sadece sessizlik demek değildir. Adaletin sağlandığı, hukukun işlediği ve insanların eşit yurttaşlık temelinde birlikte yaşadığı bir düzenin adıdır. Türkiye için bu hedef zorlu ama ulaşılabilir bir hedeftir. Bugün silahlar sussa, yarın sözler konuşacak. Ve ancak sözlerin hüküm sürdüğü bir ülke, gerçek anlamda güçlü ve huzurlu bir ülke olacaktır.