Geçen gün, yüksek ateş ve baş ağrısıyla hastanenin aciline sığınmış, kendi hâlimle mücadele ederken düşündürücü bir sahneye tanıklık ettim. Özel bir hastanenin bekleme salonunda oturuyordum. Yanımda 30’larının başında bir anne baba ve yanlarında biri 10, diğeri 5 yaşlarında iki çocuk…
Çocuklar salonu adeta bir oyun parkına çevirmişti. Su sebili oyuncak olmuş, koltuklar tramboline dönüşmüş, sehpanın üzerine ayakkabılarıyla çıkmışlardı. Her şeyi geçtim, hijyenik bir alanın bu hâle gelişi bile ebeveynleri harekete geçiremedi. Anne de baba da telefonlarına gömülmüş, ekran ışıkları yüzlerine vuruyor ama yanlarındaki çocukların taşkın hareketlerini fark edecek en ufak bir yüz kası bile oynamıyordu. On beş dakika kadar süren bu küçük kıyametten sonra sıraları geldi ve gittiler. Geriye sahiden de bir savaş alanı bırakmışlardı. Etrafta sıra bekleyen birçok kişi rahatsız olmuş, anne babadan çocuklarını uyarmalarını bekliyordu ancak en ufak bir müdahale yoktu. İşin ilginci, kısa bir süre sonra onların yerine yeni bir aile geldi ve bu aile de neredeyse birebir aynı kalıptaydı: aynı ilgisizlik, aynı sınır tanımayan çocuk hâlleri.
Çocuklar elbette hayatın neşesi. Ama bir neşe, bir düzenin içine yerleştiğinde güzel. Düzen yoksa çocuk coşkusu da bir süre sonra yorucu, tüketici ve öğretici olmaktan uzak bir hâle bürünür.
Bu sahne bana şunu düşündürdü: Biz gerçekten çocuk mu yetiştiriyoruz, yoksa çocukların yönettiği ailelere mi dönüştük?
Çocuk, sınırlarla büyür; sınırlar yoksa güven duygusu da gelişmez.
Psikolog Diana Baumrind’in ünlü ebeveynlik tipolojisine göre, “demokratik” ebeveynlik en sağlıklı olandır. İlişkilerde sıcaklık vardır ama disiplin de vardır. Ancak günümüzde birçok aile, “sınırsız özgürlük” ile “ilgisiz serbestlik” arasındaki farkı kaçırıyor.
Çocuğa sorumluluk vermek başka, çocuğu ailenin merkezine yerleştirip tüm dinamikleri belirlemesine izin vermek çok daha başkadır. Çocuk beyninin özellikle dürtü kontrolünden sorumlu prefrontal korteks bölgesi 20’li yaşların ortalarına kadar gelişir. Yani çocuk, doğası gereği sınır isteyendir fakat sınırlar konmadığında davranış problemleri de kaçınılmazdır. Son yıllarda popüler ebeveynlik kitapları, sosyal medyadaki “uzman influencerlar”, her konuda çocuğu merkeze alan anlayış, maalesef yanlış yorumlanıyor. Çocuğun fikrini almak başka bir şeydir, çocuğun karar verici olması bambaşka…
Bugün birçok ailede şu tabloyu görüyoruz: Yemeğe çocuk karar veriyor. Ev içi kuralları çocuk belirliyor. Ebeveynler “Aman ağlamasın!”, “Aman travma olmasın!” diye çocukla pazarlığa girişiyor. Ödevi, uyku saatini, ekran süresini dahi çocuk yönetiyor.
Biz artık ne ataerkiliz ne anaerkil, çocuk-erkil bir aile modeline geçtik. Ve bu model, kısa vadede “sorunsuzluk”, uzun vadede ise disiplin problemi, odaklanma güçlüğü, davranış bozukluğu, saygı erozyonu ve en önemlisi duygusal dayanıklılık zayıflığı üretiyor.
Ebeveynlik bir rehberliktir. Bir yetişkin, bir çocuğa rol model olmak zorundadır. “Ben seni arkadaşın gibi büyütüyorum” cümlesi, iyi niyetli olsa da pedagojik bir yanılgıdır. Çocuk arkadaş değil; yol gösterilmesi gereken, sınırlarla şekillenmesi gereken, karakteri işlenecek olan kişidir.
Bugün birçok ebeveyn, çocuğunun özgürlüğünü koruyorum derken aslında kendi yetişkinlik sorumluluğunu ertelemektedir: “Hayır” diyemiyor, kurallar koyamıyor. Teknoloji bağımlılığıyla çocukla arasına mesafe koyuyor. Çocuğun davranışlarının sosyal alanda yarattığı etkiyi önemsemiyor. Sonuçta çocuk da anne ve babayı dinlemeyen, hatta çoğu zaman onları yöneten bir pozisyona geçiyor.
Bu, sadece “birkaç yaramaz çocuk” meselesi değil. Bir toplumun kültürel dokusu, ailede başlar. Sınırları olmayan çocuklar, sınırları olmayan yetişkinlere dönüşür. Sorumluluk almayan çocuklar, sorumluluk bilinci gelişmemiş bireyler olur. Bugün kamusal alanlardan trafikteki davranışlara, eğitim kurumlarından sosyal ilişkilere kadar uzanan geniş bir yelpazede bunun izdüşümlerini görüyoruz.
Asıl tehlike şu: Çocuğa sınırsız özgürlük verirken aslında onun karakter inşasını elinden alıyoruz. Ebeveynlik, bir çocuğun tüm isteklerini yerine getirmek değil, onun karakterini inşa etmektir. “Özgürlük” adı altında disiplin erozyonuna izin verdiğimizde sadece bugünü değil yarını da kaybediyoruz. O hastane salonunda tanık olduğum sahne, belki küçük bir ayrıntıydı ama toplumun geneline baktığımızda bunun artık istisna değil, norm hâline geldiğini görüyoruz.
Sizin evi kim yönetiyor, yetişkinler mi, yoksa çocuklar mı?
Kalın sağlıcakla….
SINIRLARIN EROZYONU: ÇOCUK-ERKİL AİLENİN SESSİZ YÜKSELİŞİ
İlk yorum yazan siz olun