SOĞUK DOKUNUŞLARIN FARKINDALIĞI

Bêjdar Ro Amed

Zamansızlığı Duyumsayan Bir Paylaşım

Bir sözle başlamayan, bir hâlle ortaya çıkan metin… Bu bir çağrı metni değil, bir ilan ya da slogan hiç değil. Bu, insanlığın uzun zamandır yaşadığı ama çoğu zaman adını koyamadığı bir durumla yüzleşme denemesidir. İnsan ne zaman özgürlükten söz etse bir sıcaklık hisseder, ne zaman dönüşümden söz etse bir temas arar. Ama ne zaman bu temas kaybolsa, geriye sadece kelimeler kalır. Zamanın ötesine geçen bu paylaşım, kelimelerin gücüne değil; dokunuşun, görmenin ve fark etmenin dönüştürücü imkânına yaslanır.

İlk Adımların Taşıdığı O Tanıdık Sıcaklık

Tarihin hangi dönemine bakarsak bakalım, başlangıçlar birbirine benzer. Bir haksızlık hissi vardır, bir sıkışmışlık, bir “başka türlü de olabilir” duyusu… Bu duyu veya duyumsamak ortaya çıktığında insanlar birbirine yaklaşır. Henüz kimse kimseyi yönlendirmez, kimse yukarıdan konuşmaz. Çünkü başlangıçta güç yoktur; sadece insan vardır. İlk sözlerin sıcak, ilk duruşun açık olmasının nedeni budur. Değişim planla değil, yakınlıkla başlar.

Dokunuşun Yöntem Olmaktan Çıktığı Yer

Dokunuş bir teknik değildir, bir yöntem ya da strateji hiç değildir. Dokunuş, insanın insana eşit mesafede durabilme hâlidir. Bir insan karşısındakini dönüştürmeye çalıştığı anda dokunuş kaybolur; ama anlamaya çalıştığında dönüşüm kendiliğinden başlar. Bu yüzden gerçek değişim öğreterek değil, yan yana durarak gerçekleşir. Yan yana durmak, hız kesmeyi, beklemeyi ve anlamaya niyet etmeyi gerektirir.

Yol Uzadıkça Sertleşen Eller

Her yürüyüş bir süre sonra yapı üretir. Yapı oluştuğunda korunma ihtiyacı doğar, koruma başladığında dil sertleşir. Önce sözler uzar, sonra açıklamalar çoğalır, ardından “böyle düşünmelisin” cümleleri belirir. İnsan hâlâ oradadır ama artık işin özünde değildir; bir modele, bir kalıba, bir doğruya uyması beklenir. Soğukluk çoğu zaman kötü niyetten değil, korkudan doğar: dağılma korkusundan, kontrolü kaybetme korkusundan, belirsizlikten. Ama korku arttıkça dokunuş azalır.

Dilin Yön Değiştirdiği An

Dil değiştiğinde her şey değişir. Başta soru soran dil, zamanla cevap verir, sonra öğretir ve en sonunda buyurur. İşte o anda dil, insanla arasına mesafe koyar. Artık konuşulan şey insanın ne yaşadığı değil, insanın ne olması gerektiğidir. Yapı ayakta kalır ama canlılığını kaybeder; biçim vardır ama hayat geri çekilmiştir.

Sessizliğin Erdem Sayıldığı Eşik

Sessizlik her zaman bilgelik değildir; bazen korkunun başka bir adıdır. İtaat emirle başlamaz, alışkanlıkla başlar. Soru sormamaya alışılır, beklemeye alışılır, “şimdi zamanı değil” denmesine alışılır. Sadakat insana yöneldiğinde anlamlıdır; ama bir yapıya ya da fikre yöneldiğinde insanı susturan bir zincire dönüşebilir. İnsan konuşamadığında değil, konuşmayı unuttuğunda kaybolur.

Unutmanın Tekrarla Kurduğu Gizli Bağ

İnsan unutarak yaşamaz; unutarak tekrar eder. Hafıza bir arşiv değil, bugünü yönlendiren canlı bir alandır. En çok unutulan şey, dokunuşun kaybolduğu andır. Dil ne zaman sertleşti, soru ne zaman tehdit oldu, sessizlik ne zaman erdem sayıldı? Bu anlar unutulduğunda tarih kendini tekrar eder. Tekrar kader değildir; sadece kolaydır.

Görmenin Başladığı Sessiz Alan

Farkındalık bir teknik ya da üstünlük hâli değildir; “ben biliyorum” demek değil, “ben görüyorum” diyebilmektir. Bir insanı görmek onu tanımlamak ya da bir role yerleştirmek değildir. Görmek, o insanın orada canlı bir varlık olarak bulunduğunu fark etmektir. İnsan çoğu zaman görülmez, çünkü görmek durmayı gerektirir; durmak ise kontrolü gevşetir.

Hız Vaadi Olmayan Bir Dönüşüm İmkânı

Farkındalığa dayalı bir dönüşüm hızlı değildir, net değildir, garanti vermez. Ama gerçektir. Çünkü bu dönüşüm insanı bir yere götürmeye çalışmaz; insanın bulunduğu yeri anlamaya çalışır. İnsan çelişkili olabilir, yorgun olabilir, yanılabilir, susabilir. Farkındalık, bu hâllere tahammül edebilme cesaretidir.

Sözün Ağırlık Kazandığı Yer

Bu noktada söz netleşir: Dokunuşu olmayan hiçbir dil özgürleştirici değildir. Farkındalık yoksa dönüşüm yoktur. İnsanı görmeyen hiçbir yapı, ne kadar doğru görünürse görünsün eksiktir. Sorgudan korkan her yol, er ya da geç karanlığa çıkar. Bunlar görüş değil, tarihin ve an’ın tekrar tekrar gösterdiği gerçeklerdir.

Ölçünün Sessizce Değiştiği An

Bu yüzden dönüşümün ölçüsü de değişir. Artık başarı kaç kişinin uyduğuyla, kaç kişinin tekrar ettiğiy­le, kaç kişinin sustuğuyla ölçülmez. Şunlarla ölçülür: Kaç kişi kendisi olarak kalabildi, kaç kişi konuşabildi, kaç kişi gerçekten görülmüş hissetti. Sorular yaşıyorsa, dönüşüm de yaşıyordur.

Tarihe Bırakılan Açık Bir Soru

Bu paylaşım bir çözüm sunmaz, çünkü çözüm dışarıdan gelmez. Ama şunu net bırakır: İnsanı değiştirmeye çalışmadan önce onu gerçekten görmek gerekir. Dokunuşu kaybeden hiçbir yol, nereye giderse gitsin aydınlık değildir. Ve belki de bütün mesele şudur: Biz hâlâ birbirimizi görüyor muyuz, yoksa sadece doğru olduğuna inandığımız şeyleri mi savunuyoruz? Bu soru canlı kaldığı sürece, tarih ve an ilk kez gerçekten değişme ihtimali taşır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.