Tercihim anadilim…

Zülküf Kışanak

Yaşadıkları şehirlerde, mahallelerde, sokaklarda hatta evlerinde utana sıkıla, ezile büzüle, korku ve kaygı içinde yaşamaya, kültürlerinden, kimliklerinden, hatta dillerinden uzak durmaya, ana dilleri Kürtçe’nin adını bile anmamaya terbiye edilmiş, dahası “Günahım ne, iradem dışında bu dili konuşabiliyorum…” diyebilecek kadar düşürülmüş zavallı bir kuşağın, adamakıllı tükenmiş, teslimiyet bayrağını çekmiş bir dönemin çocuklarıyız biz. Kuşkusuz kültürünün, dilinin, kimliğinin farkında olan, kendisi olabilmiş küçük bir grubu, birkaç aydını, alimi, son yıllara kadar asimilasyon cenderesinin dışında kalmayı başarabilmiş kimi köylüleri geçiyorum, bunları ekseriyetin dışında tutuyorum...

Kim ne derse desin son kertesine kadar aşağılanmış, itilip kakılmış, kendi hayatı, geleceği, kimliği, kültürü, özellikle de ana dili hakkında iki güzel laf etmekten bile kendini men etmiş, çıplak zora, zorbalığa diklenme gücünü kendinde bulamamış, korkuya teslim olmuş acınası kuşağın, daha doğrusu “Yukarda Allah, aşağıda devlet…” sözünü kendine düstur edinmiş lanetli bir kuşağın çocuklarıyız biz.

Hiçleştirilmiş kuşağın bu haline rağmen çocukları teslim alınamamıştır, yüreklerine el konulamamıştır, hayalleri zaptedilememiştir, her çeşit sahte umudun, yalanın serpiştirildiği tuzaklardan uzak durmayı bilebilmiştir, dahası hile hurda anlatılarla, uydurulmuş hikayelerle belletilmiş yoldan çıkmayı başarabilmiştir…

Şehirlerimizde, çarşı va pazarlarımızda, mahalle ve sokaklarımızda hemen her köşeyi, her çıkışı tutan zübüklere rağmen yoldan çıkmış bir kuşaktır, bu. Özgür yaşama, özgür insana, dahası özgür dile, kültüre, tarihe, kimliğe giden her yolu kapatanların, her çıkışa tuzak kurarak kendi halkına baş belası olanların, dahası asimilasyoncu, inkarcı, retçi güçle her konuda iş tutanların karşısına dikilmiş, asimilasyonu yavaşlatmayı başarabilmiş bir kuşaktır, bu. En çok “Ekmeğine bak, işine bak…” diyen sindirilmiş anne ve babaların bitmek tükenmek bilmeyen ön alıcı nasihatlarını, gece gündüz etrafa korku salan haydutların ağır baskısını, her geçen gün yeniden hortlayan faşizmin sınır tanımayan şiddetini yaşayarak, faili meçhul cinayetleri göğüsleyerek yoluna yürümüş, günün sonunda ise memleketin her bir tarafını saran bu amansız kuşatmayı kırabilmiş bir kuşaktır, bu. Öyle ki; Ağrı dağında, “Muayyel Kürdistan burada meftundur” yazısı iliştirilmiş hayali mezarı bile paramparça edebilmiş bir kuşaktır bu, mütevazi olmasına ne gerek.

Elbette bu kuşak öyle kolay doğmadı, öyle kolay makûs talihin antitezi olarak ortaya çıkmadı…

*

İstanbul’da, Cağaloğlu’ndaki Talas İşhanı dördüncü katındaki Yeni Ülke gazetesinde, on yılını, bir ömre bedel koca on yılını Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi’nde geçirmiş Ramazan Ülek’in, bilge insan Musa Anter’in Gültan’a hediye ettiği 28 Aralık 1991 tarihli Rojname Gazetesi’ni inceledikten sonra, “Bu bizim işimiz, Kürtçe de olsa gazete bizim işimiz…” demesiyle tetiklendi Kürtçe Welat gazetesinin macerası.

Welat’ın ilk sayı 22-28 Şubat 1992 tarihinde, “Ji bo jiyaneke nuh” manşetiyle yayın hayatına başladı. O günleri, daha doğrusu hazırlık çalışmaları, tartışmaları, sevinci iyi hatırlıyorum. Kürtçe bir gazete çıkartmanın heyecanı iyice sardı Ramazan’ı, ilgili herkesle konuştu, herkesle tartıştı, herkesten de görüş aldı, öyle başladı çalışmalarına. Uzun uğraşlar sonucu Avrupa’da Mirhem Yiğit’i, Ankara’da Abdullah Keskin’i, Kurtalan’da Mazhar Günbat’ı, Mersin’de de Nejat Yaruk’u buldu, hepsini ikna etti, İstanbul’a gelmelerini sağladı. Bütün memleketi alt üst eden Ramazan, Kürtçe okuyup yazabilen bu dört kişiyi zar zor bulabilmişti, bu dört kişiyi ikna edebilmişti Kürtlerin büyük hayalini gerçekleştirebilmek için. Belki de Kürtçe okuyup yazabilen birkaç kişi daha vardı bilmediğimiz, Ramazan’ın ulaşamadığı. Bir ziyaret için gittiği Mersin dönüşünde ise bu defa Aynur Bozkurt’u yanında getirmişti. Kadro tamam olmuştu Aynur’un gelişiyle.

Çağaloğlu’nda, Yeni Ülke’nin bulunduğu Talas Han’a yakın bir binada, güzel bir dairede başladı yayın hayatına. Haftalık Welat Gazetesi, bu beş arkadaşın, belki de adını bilmediğim, hatırlamadığım bir iki arkadaşın daha yoğun çabası, büyük emeği, halkın olağanüstü desteği sonucu iki ay gibi kısa bir sürede okurlarıyla buluştu. Çıktıktan sonra onlarca, belki de yüzlerce insanın destek olduğu, sahip çıktığı Welat, kısa sürede dili, kültürü, kimliği inkar edilen bir halkın umudu haline geldi. Her gün biraz daha oturdu, her gün biraz daha gelişti her gün biraz daha yaygınlaştı, sonunda girdiği her evi birer Kürt dili okuluna dönüştürdü.

Elbette uzun yıllar Welatê Me, Dengê Welat, Hawar, benim de bir süre çalıştığım Azadiya Welat gibi isimler altında yayın hayatına devam eden Welat’tan önce Medya Güneşi, Deng gibi kimi aylık dergiler, düzenli olmasa da Kürtçe metinlere yer veriyordu. Deng’teki Kürtçe metinler, Türkçe’nin, yani Türk dilinin Latin alfabesi ve sesleriyle yazılsa da değerliydi, önemliydi. O yıllarda Avrupa’da, Paris, Stockholm, Kopenhag, Brüksel gibi bazı başkentlerde sürgünde yaşayan Kürtler, siyasi kimi kişiler, Mehmed Uzun gibi, Mehemed Malmisanij gibi Kürt aydınların, yazarların olağanüstü çabalarını unutmamak, akıldan çıkartmamak gerekiyor.

12 Eylül Askeri Darbesi’nden önce dışarda, darbe döneminde ise cezaevlerinde çıkartılan kimi dergilerde de Kürtçe yazılar, şiirler yer almıştır. Bunların her biri Kürtler için büyük bir değerdir, Kürt dili ve edebiyatı için her biri birer kaynaktır.

Welat’ın yanında Mezopotamya Kültür Merkezi’nin çıkardığı aylık dil, edebiyat, kültür dergisi Rewşen’in Kürtçe’ye olan katkısını, birikimini unutmamak gerekiyor.

Celadet Ali Bedirhan’ın Şam’da, 15 Mayıs 1932 ile 15 Ağustos 1943 tarihleri arasında çıkardığı Hawar, 1942 ile 1944 yılları arasında yine aynı şehirde çıkardığı Ronahi var. Bu iki yayın yazılı Kürt Edebiyatı’nın, Kürt dilinin ana kaynaklarıdır, hazineleridir…

*

Celadet Ali Bedirhan ile Fransız Roger Lescot’un 1932 yılında yazdığı Kürtçe Gramer’i, alfabeyi ilk defa o zaman gördüm, kutsal bir kitaba dokunur gibi dokunmuştum, sayfalarını açmaya kıyamıyordum yıpranır, yırtılır diye. Çok iyi konuştuğum Kürtçe’nin Kurmancî ve Dimilkî lehçelerini artık yazabileceğimi, Kürtçe bir metin gördüğümde ise okuyabileceğimi hissettim. O an, dünyanın yükü sırtımdan kalkmış, bir tüy kadar hafiflemiş gibi oldum sevincimden…

Welat’ın yayıma başladığı 1992 yılındaki Kürtçe okuma yazmanın durumu buydu. Bu konuda eksik yazdım, fazla yazmadım. Diyeceğim o ki Kürtçe okuma ve yazmanın toplumsallaşması, kitleler arasında yaygınlaşması Welat'tan sonrasıdır.

Welat’la birlikte Kürtçe okuma yazma, hem niteliksel, hem nicel olarak hızla arttı. Her geçen gün gelişti, yaygınlaştı. Bildiğimiz yazarların, şairlerin birçoğu Welat’ın öğrencisi sayılır, ekolundan gelir. Welat Gazetesi, tek başına bir okul görevini gördü, Kürtçe yayın yapan onlarca televizyon, radyo, enstitü, kültür merkezi açılana, tiyatro grupları oluşana kadar tek başına Kürtçe’yi okumanın, Kürtçe’yi yazmanın yaygın eğitimi görevini üstlenmiştir.

Bugün onbinlerce Kürt, kendi ana dilleriyle yazabiliyor, yüzbinlerce Kürt ana dilleriyle okuyabiliyor.

En başta Welat Gazetesi okulunun yarattığı birikimle birlikte ödenen büyük bedellerin, verilen olağanüstü mücadelelerin sonucu olarak Kürtçe, kent dili, sokak dili, pazar dili, hatta HADEP’li belediyeler döneminde adeta idare dili haline geldi. Bu gelişmenin ardından devlet de ilk defa yıllara yaydığı bazı adımlar atmaya, televizyon kanalı, üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümler açmaya, Kürt çocuklarının orta okullarda ana dillerini seçme hakkını tanımaya başladı…

Atamaları yapılmasa da Mardin Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı, Muş Alparslan Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı, Bingöl Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı, Bingöl Üniversitesi Zaza Dili ve Edebiyatı, Munzur Üniversitesi Zaza Dili ve Edebiyatı bölümlerinde binlerce Kürt dili öğretmeni yetişti, yüzlerce öğrenci yüksek lisans yaptı.

Yine 2012 yılından bu yana, tüm eksikliklere, çıkartılan zorluklara rağmen on binlerce Kürt çocuk, “Yaşayan Diller ve Lehçeler” adı altında ana dilleri Kürtçe’nin Kurmancî ve Zazakî lehçelerini, Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı orta okullarda seçmeyi tercih ediyor, okumasını yazmasını öğreniyor. Bu, üstünde “Muayyel Kürdistan burada meftundur” yazısı iliştirilen, dilimize, kültürümüze, kimliğimize, varlığımıza reva görülen hayali mezardan çıkıştır, kurtuluştur…

Bugünlere öyle kolay gelinmedi, red, inkar ve asimilasyoncu politikalar öyle kolay kırılmadı, aşılmadı. Kürtçe’nin kabul görmesi, orta okullarda öğretilmesi, üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı öğretmenlerinin yetiştirilmesi, akademide yer alması, velhasıl devlet katında öyle kendiliğinden kabul görmedi. Her kazanımın altında binlerce, on binlerce insanın emeği, kanı, canı olduğunu unutmamak lazım…

Eksikliklere, yetersizliklere, zorluklara, bezdiren engellere, bahanelere rağmen ana dilimizi seçelim, çocuklarımız ana dillerinden mahrum kalmasın, dahası çocuklarımız anadillerini bilmeyen birer eksik insan olarak yetişmesin…

Öyleyse insan olmanın tam zamanıdır.

Tercihim anadilim…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.