Oktay Güvener
Bugün, sizlerle birlikte kısa ama derin bir tarih yolculuğuna çıkmak istiyorum. Filistin meselesini anlamadan bugünü konuşmak mümkün değil. Bu yüzden geçmişin tozlu ama hiç solmayan yapraklarına dönelim.
14 Mayıs 1948'de İsrail bağımsızlığını ilan etti. Bu sadece bir devletin kuruluşu değil; bölgenin kaderini değiştiren, halkları yerinden eden ve dünyanın en karmaşık sorunlarından birini doğuran bir dönüm noktasıydı.
İsrail, varlığını güçlendirdikten sonra 5 Haziran 1967'de Mısır ve Suriye’ye savaş açtı. Tarihe "Altı Gün Savaşı" olarak geçen bu çatışma, İsrail’in mutlak üstünlüğüyle sona erdi. Mısır’dan Sina Yarımadası’nı, Suriye’den GolanTepeleri’ni, Filistin’den ise Gazze ve Batı Şeria’yı alan İsrail, sınırlarını dört katına çıkardı.
İşte bugünkü Filistin sorununun yapı taşları o dönemde döşendi.
Savaştan sadece iki yıl sonra, 21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa kundaklandı. Denis Ruhan adında bir Yahudi tarafından çıkarılan yangın, yalnızca bir ibadethaneyi değil, ümmetin kalbindeki son umut kırıntılarını da yakıp kül etti. O yangında, yüzlerce yıllık eserler yok oldu. En çarpıcı kaybımız ise, Selahaddin Eyyubi’nin fethin nişanesi olarak Kıble Mescidi’ne yerleştirdiği ahşap minberin tamamen yanmasıydı.
Peki o dönemde ne oldu?
Dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir’in sözleri her şeyi özetliyor: "O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannettim ki, Müslümanlar dört taraftan İsrail'e girecekler. Ama korkulan olmadı. O zaman idrak ettim ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir."
Şimdi dönelim bugüne. Ne değişti? Aslında pek bir şey…
Bugün de hâlâ kınıyoruz. Sosyal medya çağındayız; duygularımızı paylaşıyoruz, fotoğraflar paylaşıyoruz, videolar yayıyoruz. Açlıktan kıvranan çocuklar, enkaz altından çıkarılan bedenler, bombalarla yerle bir edilen evler…
Ama gerçekten ne yapıyoruz?
Her gün izliyor, üzülüyor, sonra diğer habere geçiyoruz. Ya da ardından tatilimizi, yediğimiz yemeğimizi, bir kutlamayı ardından paylaşmayı da ihmal etmiyoruz.
Bu sözlerim sizi umutsuzluğa düşürmesin. Elbette ki birey olarak elimizden geleni yapacağız. Boykota devam edeceğiz. Bu zulmü, soykırımı dünyaya duyurmaya çakışacağız. Benim bu sözlerim özellikle Müslüman ülkelerin liderlerine. Açıkçası ben karınca misali tarafımı belli edebilirim ancak ama liderlerin sorumlulukları daha çok. Yaptıklarının yanında yapmadıklarından da sorumlu olacaklar.
İsrail pervasızca katletmeye devam ediyor. İnsanlık dışı yöntemlerle öldürüyor. Ne inanç tanıyor, ne hukuk. Ve her seferinde bir kılıf buluyor. Gazze’de yaşanan trajediyi artık sadece insan hakları değil, insanlık onuru da kaldıramaz hale geldi.
Ve bizler? Bizler hâlâ kınıyoruz. Televizyonlarda nutuklar, sosyal medyada öfke dolu paylaşımlar… Fakat bir tek adım, bir tek yaptırım göremiyoruz. Artık kınamanın zamanı geçti. Artık harekete geçme zamanı.
Her gün, açlıktan, susuzluktan ve hâlâ süren bombardımanlardan dolayı yüzlerce insan ölmeye devam ediyor. Bizim vicdanımız yanıyor, kalbimiz acıyor. Artık dünyaya bir şey söylemenin, gerçek bir duruş sergilemenin zamanı geldi de geçiyor.
Çünkü mesele sadece Gazze olmaktan çıktı.
Sahi Gazze diye bir şehir kaldı mı geride?
Ama asıl mesele, insanlık.
Ve tarih, artık bu sessizliği affetmeyecek.
Hepimiz suçluyuz.