YANLIŞ BAŞLANGICIN GEZEGENİ…

Bêjdar Ro Amed

Sevgili dostum,

Bazen içinde yaşadığımız dünyayı anlamak için ona dışarıdan bakmamız gerekir. Çünkü alışık hale getirdiklerimizi sorgulamayız. Böyle olmazsa, yanlışın içinde doğar, büyür ve o yanlışı normal zannederiz. Oysa insan, hakikati görmek için sadece biraz mesafeye ihtiyaç duyar. Gel, birlikte küçük ama sarsıcı bir deney yapalım. Hayal bile olsa, bu deney bize dünyanın bugünkü halini berrak bir şekilde gösterecek. Şimdi el ele verip başka bir gezegene gidelim: henüz insanın ayak basmadığı, hiçbir sınırın çizilmediği, hiçbir kimliğin tanımlanmadığı tertemiz bir gezegene… Ben Mars’ı seçiyorum. Sen ister Jüpiter’e, ister Venüs’e, istersen çok daha uzak bir gezegene konuk ol. Seçim önemli değil; önemli olan insanın henüz “başlatmadığı” bir yer hayal edebilmek.

Başlangıçsız Bir Gezegenin Saflığı

Gözlerini kapat ve düşün: Birkaç arkadaşımızla birlikte Mars’a indik. Etraf sessiz, gökyüzü yabancı ama huzurlu. Toprağın üzerinde hiçbir iz yok. Bu gezegenden biraz toprak almak istiyoruz. Hatta ona büyük paralar ödemeyi bile düşünüyoruz. Tam bu anda durup soralım: Bu toprağı kimden satın alacağız? Parayı kime vereceğiz?

Cevap basit: Kimseye. Çünkü orada “sahiplik” diye bir kavram yok. Toprağı satacak bir insan olmadığı için para da anlamını kaybediyor. O gezegende dilediğimiz gibi dolaşabilir, istediğimiz yöne gidebiliriz. Bizi durduracak bir sınır yoktur. Pasaport soran yoktur. Vize isteyen yoktur. Kimlik kontrolü yapan polis yoktur.

Orada alışveriş merkezi yoktur, otel yoktur, restoran yoktur. Bu yüzden para diye bir derdimiz de yoktur. Savaşlar yoktur çünkü “biz” ve “onlar” yoktur. Psikolojik deneyime dayalı düşünce ekolleri ve kimlikler yoktur. Bu konular üzerine yazılmış kitaplar, makaleler, kuramlar da yoktur. Üstelik unvan, makam, mevki de yoktur. Kimsenin bir diğerinden üstün olduğu bir sistem kurulmamıştır.

Kısacası sevgili dostum, o gezegende bugün dünyada yaşanan hiçbir şey yoktur; gerçek şudur ki biz insanlar bir tercihte bulunduk ve bu tercih, hem yanlış hem sakat hem de insanı insandan çıkaran, doğayı kirleten ve bozan bir tercih oldu. Oysa böyle olmak zorunda değildi; tercihimizi farklı bir yönde yapabilir, yanlış yola sapmış olduğumuzu görebilir ve bunu düzeltebilirdik. Ama yapmadık.

Ve bu bize büyük bir gerçeği fısıldar: Demek ki biz insanlar olmadan önce bu sorunlar yoktu; ama yanlış yola giren insanla birlikte bunlar başladı.

İnsan Gelirse Ne Değişir?

Şimdi düşün: Bu gezegeni ilk inşa edecek olan insanlar biziz. Hiçbir şey yok. Ne kural var ne yasak. Her şey bizim elimizde. İster özgür bir yaşam kurabiliriz, ister bugünkü dünyanın aynısını inşa edebiliriz.

Peki ilk adımı nasıl atarız?

Belki birisi “Şu alan benim olsun” der. Belki diğeri “Toprağı sana satarım” der. Oysa hiç para vermemiştik, hiç kimseye borçlanmamıştık. Buna rağmen satmak ve sahip olmak ihtiyacı neden doğabilir?

Bununla birlikte sınırlar çizebiliriz. “Burası benim, orası senin” diyebiliriz. Sonra bu sınırları korumak için kurallar koyarız. Ardından yönetimler, kurumlar, devletler kurarız. Yetmez, ideolojiler, inanç sistemleri, kimlikler icat ederiz. Ve farkına bile varmadan en başta tertemiz olan gezegeni, parçalara böleriz. Sorun kendiliğinden doğmaz, biz doğururuz.

Problemleri Biz İcat Ettik

Toprak satılık hale getirilip paylaşılmazsa problem doğmaz. Para olmazsa fakirlik doğmaz. Kimlik olmazsa ayrımcılık doğmaz. Sınır olmazsa savaş doğmaz. Yani zihin ters yönde işlemeye başlamasaydı ve avcılık ile biriktirme üzerinden hikâyeler kurulmasaydı, dünya yaşamı bugünkü sahte ve parçalı haline sürüklenmezdi.

Ama biz ne yaptık?

Toprağı böldük. Parayı icat ettik. Kimlikleri yarattık. Sınırları çizdik. Devletler kurduk. Güç merkezleri oluşturduk. Ve bunları “zorunlu” sandık. Yetmedi; bu yanlışları meşrulaştırmak için okullar, üniversiteler, akademiler kurduk. Bu sistemlere itiraz etmeyen insanlar yetiştirdik. Kurumları kutsadık. Sorgulamayı günah, itaat etmeyi erdem yaptık. Sonra birbirimizi suçladık: “Neden adalet yok?” diye.

Cevap basit: Adaletin olmadığı bir yapıyı biz inşa ettik.

Dünyayı Nasıl Kurduk Ve Nerede Yanıldık?

Biz dünyayı öyle bir kurduk ki, yanlış başlangıcı doğru zannettik. Parayı gerçek sandık, kimliği aidiyet yaptık, sınırı doğal kabul ettik. Devleti baba, ideolojiyi din, sistemi kader zannettik. Olmadı buna karşı çeşit çeşit örgütler kurduk. Sonra bu yapının içinde kavga etmeye başladık: Zengin mi haklı fakir mi? Kadın mı üstün erkek mi? Bu millet mi değerli şu millet mi? Bu din mi doğru şu düşünce ekolü mü?

Oysa sevgili dostum, bunların hiçbirini biz Mars’ta görmemiştik. Doğa bunları üretmedi. Evren bunları tasarlamadı. Biz icat ettik, sonra gerçek sandık.

Dünyayı inşa ederken kaybettiklerimizi, kazandığımızı sandıklarımızı ve hâlâ fark etmediğimiz yanılgılarımızı düşündüğümüzde, kendi kurduğumuz düzenin aslında bize ne kadar dar bir ayna tuttuğunu görebiliriz.

Ve en kritik yanılgı şuydu: Yanlış bir yapıyı kutsadık ve ona uyum sağlayanı “akıllı”, sorgulayanı “düşman” ilan ettik.

Sahte Düzenin Gerçekliği

Şimdi yaşadığımız dünyaya bak: Kadın-erkek sorunu ürettik. Psikolojik sorunlar icat ettik. Hırsızlık tanımı geliştirdik, sonra hırsızlığı kontrol etmek için kurumlar kurduk. Dolandırıcılık çıktı, onu takip edecek sistemler kurduk. Hatta bu sistemleri yönetecek insanlar yetiştirdik. Onlara diplomalar verdik. Onları “uzman” ilan ettik.

Düşünsene dostum: Yanlışı biz üretiyoruz, sonra o yanlışı yönetmek için bir sistem daha kuruyoruz. Böylece sorunlar katlanarak büyüyor. Ne kadar büyürsek, o kadar yabancılaşıyoruz.

Hakikati Unutmanın Bedeli

Zaman geçtikçe bu yapıya o kadar alıştık ki, gerçeğin ne olduğunu unuttuk. Yanlışı normal, normali hayal zannettik.

Ve en acısı: Bu yanlışı sadece ilk çıkan insanlar ve halk yapmadı. Yazarı, çizeri, filozofu, öğretmeni, öğrencisi, profesörü, ustası, esnafı, şoförü, fırıncısı, estetisyeni, doktoru… Hepsi aynı yanlışın içinde kendine rol biçti. Kimse yapıyı sorgulamadı, herkes yapının içinde yer kapmaya çalıştı.

Sonra birbirimizi suçladık: “O değişmeli! Bu düzelmeli!” Oysa hepimiz aynı yanlış başlangıcın devamıyız.

Şikâyet Etmek Yerine Görmek

Dünyamız neden düzelmiyor? Çünkü kimse “yanlış zemini” görmek istemiyor. Sadece bu zeminde konumunu değiştirmek istiyor. Kimisi daha güçlü olmak, kimisi daha zengin olmak, kimisi daha saygın olmak peşinde. Ama zemin yanlışsa, üzerinde duranın kim olduğu neyi değiştirir?

Devrim diyoruz, sadece aynı yapıyı başka bir yüzle yeniden kuruyoruz. Ahlak diyoruz, ayrımı daha incelikli formlarda tekrar üretiyoruz. Felsefe diyoruz, zihnin labirentlerinde dönüp duruyoruz. Sanat yapıyoruz, mevcut düzeni estetikle parlatıyoruz. Müzik besteliyoruz ama yanlış gelişimin ritmini yeniden çalıyoruz. Heykel yontuyoruz, eski putları modern formlarla geri çağırıyoruz. Enerjiden söz ediyoruz; yaşam koçluğu, spiritüel danışmanlık, NLP, aile dizimi gibi yöntemlerle uyanış vaat ediyoruz ama çoğu zaman daha rafine bir uyutma yaratıyoruz. Üstelik buna ‘kişisel gelişim’, ‘farkındalık’, ‘yüksek titreşim’ diyerek daha da çekici hale getiriyoruz. Ve herkes birbirini suçluyor. Oysa gerçeği görmek sadece şunu söylemektir: “Bu dünyayı biz böyle kurduk.”

Değişim Zorunlu Farkındalık Şarttır

Önce şunu netleştirelim: Bu dünya bozuldu ve bunu onarmak bizim sorumluluğumuzdur. Değişim zorunludur; farkındalık, yani görmek, şarttır. Ama diyelim ki biri bu bozulan dünyayı değiştirmek istemiyor. O zaman tek yapması gereken şikâyet etmemektir. Çünkü dışarıdaki problem, içerideki bozulmanın yansımasıdır. Kendine dönüp değiştirmiyorsan, en azından dili temiz tut; suçlama, öfke ve memnuniyetsizlik üretme.

Özetle: Ya kendini değiştir, ya sus. İkisi bir arada olmaz. Ve her iki yolun da başlangıcı aynıdır: gerçeği görmek.

Çözüm: Başkasıyla Değil Kendimizle İlgili Olmak

Eğer gerçekten düzeltmek gibi bir derdimiz varsa, önce şunu yapmalıyız: “Bu gerçeği neden göremediğimizi” anlamalıyız. Başkasını suçlamak yerine kendimize bakmalıyız. İnanç ve ideoloji üretmek yerine köke inmeliyiz. Sistemi yamamak yerine başlangıcı sorgulamalıyız. Belki de en başa, o tertemiz gezegene dönmeliyiz. Orada hiçbir şey yoktu… Ne para, ne sınır, ne kimlik, ne savaş, ne inanç. Sadece biz vardık. Ve biz ne kurarsak o olacaktı. Dünyayı da böyle kurduk. Bugün yaşadığımız her şey, bir tercihin sonucudur.

Ve sevgili dostum… Eğer tercih bizimse, görmek ve tercihi değiştirmek de bizimle başlar.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.