Yanmak ne ki kül oldum ben…

Zülküf Kışanak
“Aşkla bekliyorum seni
bitmek bilmeyen bu berbat yaz gecesinde
sana yandığım, sana bittiğim bu şehrin en güzel durağında
yanmak ne ki kül oldum ben
tutuk yüreğim ateşten bin parça
eridi bedenim
çıldırmış olmalı ruhum
deliriyorum sanki
evrenime salınmış sarhoş yıldızlarla dans ediyorum
bekletme beni daha fazla
aşka kanatlanmış güneşim, bitmeyen ışığım
bir de ilkyaz yağmuru olsan diyorum mevsimlerimin
illaki özgürlüğüne gebe toprağımın
ve ben dokunabilsem, sarılabilsem sana
öpebilsem seni…”

*

Yaz mevsiminde gelen şiir sarı sıcak olur, güneş gibi, aşk gibi, yaşamı kendinden oldurur, tapınağından sürülmüş tanrıçama sığınak, bana gülistan olur. Her nerede olursam olayım, o gelecek, o beni bulacak, biliyorum. Umudu hep korudum, gelmeyeceğini bilsem bile, sonsuza kadar unutulduğuma, ıssız bir köşede, yol gitmez bir diyarda, hatta ömrümü adadığım, su kadar sevdiğim bir durakta terk edildiğime kendimi inandırmış olsam bile, o gelecektir. Şiirsiz bir hayatı düşünmek, şairi olmayan bir dünyayı yaşamak, aşktan mahrum bir evreni hayal etmek, onun yokluğuna sürüklenmek mümkün değil, bilen biliyor. Bir an olsun şairsiz, şiirsiz, aşksız bir yaşam, terk edilmiş bir evren hayal etmedim, edemiyorum. Yeryüzünün bütün günahlarına kurban edilsem de kavmimin en inatçı kadını Yazo’nun can olduğu, hayat verdiği kundağı edebi gülistanı, ana kucağı belleyen minnacık halimle Selimpıyar kayalığına terk edildiğim bana hatırlatıldıkça, yüzüme vuruldukça seni düşünüyorum. Her duası bir şiir tadında mavi çarşaflı Siverek’in yoksul kadınlarının meddet kapısı Koçali Baba’nın gölgesinde geçirdiğim o en yalnız, lanetlenmişim gibi o en bir başına kaldığım, korkularımla baş başa yaşadığım çıkmaz sokaktaki, her dem bana hüzün veren Kanlıkuyu’daki, namı duyulmuş, duyulmamış eşkiyaların bir hiç uğruna göze göz vuruştuğu, durduk yere can aldığı, can verdiği ölüler geçidi Karaboğaz’daki, bildiğim en korkusuz sırdaşım İhsan’la sırt sırta verip tanrı katındaki kahramanımıza bıçak saplayan mahallenin itine, kopuğuna diş bilediğimiz, intikam yemini ettiğimiz, öfkesi yüreğindeki ateşte kavrulan, Allah’ına kadar cesur, Allah’ına kadar deli dolu geçen çocukluğumdan, o en amansız günlerimden bu yana hayal etmedim, edemedim…

*

Diyarbakır kadar, her haline bittiğim Hewsel bahçelerine can Dicle suyuna her akşam vakti düşen son ışıklar kadar, Süryani şarabından zıbarmış adı sanı duyulmamış yangın yürekli şairlerin belasına bulaşmış şiirlerin, utangaç aşıkların ihanetine uğramış, ayıplanmış, unutulmaya bırakılmış kayıp aşkların mekanı Sur diplerini aydınlatan, beni büyüleyen gözlerin kadar sevdim, biliyorsun. Evet, mevsim yine yaz, yer gök artık bir başka yanıyor. Çiçek, böcek, yaprak, en çok da ten öldüren rüzgar, yüreğime ateş üflüyor sanki, ne gece, ne gündüz hiç durmuyor, hiç durmayacakmış gibi esmeye devam ediyor. Ben ise sana adanmış yeminimle, baş edemediğim hayallerimle kavruluyorum, bir ömür seni beklediğim yerde hücre hücre yok oluyorum. Gülistanımın can damarı, toprak toprak akan Dicle suyunun kerameti bile işe yaramıyor artık, her bir yandan kuşatan beladan beni koruyamıyor. Yine de her sözü başka bir ülkede firari yaşamaya mahkum, her dizesi başka bir sınırda işgalci katillerin kurşunlarına hedef şiirin zil zurna sarhoş şairine, şairlerine sözümdür, yokluğuna dayanacağım. Yüreğimi sana bağışladığım Naldöken’deki gibi seni bekliyorum, geleceksin. Sarılmaktan, yaslanılmaktan, dokunulmaktan öpülmekten, koklanmaktan, sevdiğine dağ olmaktan artık korkan biri olsam bile, bitmek bilmeyen hasretine yenilip kahr olsam bile, güneşine küs ağır aksak kendi yoluna giden umutlarımın son mevsimine vakitsiz yakalansam bile, hiçbir şairin hayaline yoldaş olamasam bile, yokluğuma akıp giden özlemine, aşkına, sözüne ses olamasam bile, son nefesime kadar bekleyeceğim seni, su kadar sevdiğim.…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.