'Yasakçı iştah' ve Anayasal güvence

NACİ SAPAN
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun gündeme getirdiği “başörtüsünü yasa” ile koruma altına alma önerisiyle ilgili tartışmalar yapılırken, aklıma TRT-ŞEŞ, ya da TRT Kurdi dediğimiz devlet tekelindeki yayınların da aynı kapsamda olmasının tartışılması meselesi geldi.
Yasal anlamda hiçbir güvencesi olmayan Kürtçe kanalın yönetimler değiştiğinde ortadan kalkma ihtimali her zaman var. O dönemlerde de bazı çevreler, Kürtçe kanalın yasal statüye kavuşturulması gerektiğini savunmuştu, ancak bildiğimiz kadarıyla hala yönetmelik düzeyinde faaliyet gösteriyor. Yani her an ‘yok’ hükmünde sayılabilir.
Tartışmaların ana odağı sadece Kürtçe kanal ya da başörtüsü meselesi olsa, sorun belki çözülür, çözülebilir. Sadece bunlar değil ki; ülkenin genel olarak yasaklara olan iştahını masaya yatırsak, anayasayla garanti altına alınması gereken o kadar çok mesele var ki!
Herhangi bir iktidar döneminde ‘bitti’ diye düşündüğümüz mesele, başka bir iktidar döneminde yeniden sorun yapılabilir.
Ülkede böyle bir yasakçı iştah var iken hiçbir şey garanti değil.
Ne Kürtlerin dili, eğitimi, okulu, dershanesi, ne de başörtüsü meselesi, birey hak ve özgürlükleri, demokrasi gibi. V.S…hiç birinin garantisi yok.
Konserleri iptal ettiren zihniyetlerin olduğu yerde hiçbir şeyin garantisi yok.
Hayatlarımızın garanti altında olduğunu söyleyebilir miyiz?
Oysa ‘birey hak ve özgürlükleri devletin güvencesindedir’ diye, biliyoruz.
Öyle bildiğimiz halde, hiçbir suçu olmayan, ancak uydurma suç isnat edilen onlarca kişi yıllardır cezaevlerinde tutsak durumda.
Her şey nasıl garanti altına alınır?
Bilemiyorum!
Hep birlikte çözüm aramalıyız.
Aynı noktada buluşup anlaşabilirsek mümkün olabilir diye düşünüyorum.
Mümkün olma ihtimali var mı?
Uzun sürer gibi.
2023 ve sonrası bunun için umut olabilir mi?
Neden olmasın.
Dünyanın demokratik ülkelerinde kabul gören özet ‘toplumsal sözleşmelere’ uyulduktan sonra ‘sıkıntı yok’, demek istiyorum, ancak nasıl uyulacak, uyum sağlanacak, uyumlu bir toplumsal mutabakat sağlanacak?
Aradığımız cevap ta bu zaten.
**
Dostum Ali Öztarhan, birkaç gün önce bu konuda, bu yazıya ilham olan bir hayli güzel kelamlar etmişti, o kısmı buraya aktarıp, sorunu çözüyorum!
Şöyle yazmıştı;
Türkiye’de “her bir sorun“ kanun teklifine muhtaçtır.
Dünyada birkaç sayfaya sığan ”toplumsal sözleşmeler “ yani anayasalar bize göre değildir.
Bizde her bir sorun açıkça yasal güvence altına alınmalıdır.
Bize birkaç sayfa değil yüzlerce sayfadan oluşan anayasa lazım.
Altında da “aynı ibareleri” kapsayan binlerce kanun olmalıdır.
Sorunlar tek, tek yazılmalıdır.
Mesela;
• Çocuklara tecavüz edenler tek kişilik hücrelerde ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edileceği açıkça yazılmalıdır. Bir harf bile açık kapı olmamalıdır. Her türlü infaz indirimi ve aflardan yararlanamayacağı açıkça yazılmalıdır.
• Kadınların erkeklerin mülkiyetinde olan köleler olmadığı açıkça yazılmalıdır.
• Kadınları öldürenlerin ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edileceği ve her türlü infaz indirimi ve aflardan yararlanamayacağı açıkça yazılmalıdır. Hatta bu konuda farklı cezalar abartılmalıdır.
• İnsanlar renkli giydiği elbiselerden mana çıkarılarak tutuklanmamalıdır.
• Sanatçıların konserleri herhangi bir gerekçe ile yasaklanmamalıdır.
• Kız ve erkek çocukların birlikte “ Beş taş oynama, sek sek oynama, uzun eşek atlama, saklambaç oynamaları” yasaklanmamalıdır.
• Kadınlar saçlarını özgürce savurabilir diye yazılmalıdır.
• İnsanların istediği dilde konuşabilmesi, müzik icra etmesi, şarkı söylemesi, rüyalarını kendi dillerinde görmesi yasaklanmamalıdır.
…vb.
Bunlar tek, tek yazılmalı ve cezaları da açıkça yer almalıdır.
Başka yol var mı derseniz, kesinlikle yoktur derim.
Bu ve buna benzer maddelerin yazıldığı bir halde, anayasaları çok uzun ama örnek ülke derler.
Hatta AB ve dünya bizi sahiden kıskanır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.