Yaşar Kemal Sur'dan konuşuyor

Şeyhmus DİKEN

 

 

Başlıktan da anlaşılacağı üzre, Yaşar Kemal artık bu “fani” gelip geçilesi üç kuruşluk “yalan dünya”nın adamı değil. “Öte yaka”nın konuğu olalı, “bizim yaka”dan tasını tarağını toplayıp gideli, velhasılı kelam biz hikâye, destan dinleyicileri kuşağını hem yetim, hem de öksüz bırakalı tamı tamına bir sene olmuş.

2015’in Şubat sonundan 2016’nın Şubat sonuna bakıp da bir yıl, 365 günü şöyle bir film şeridi gibi hafızamdan hızla geçirip Yaşar Kemal’i düşündüğümde sıkça diyorum ki; “İyi ki Yaşar Baba bu son bir yılın felaketine tanık olmadı”.

Sonra yine sıkça diyorum ki; “Yok ya hu! Keşke yaşasaydı Yaşar Baba… Yaşasaydı da o koca adam, zalımın zulmüne anladıkları dilde cevap ver(s)eydi!”

Yaşasaydı eğer, tahammül edemezdi bunca zulme!

Ve her daim böylesi dönemlerdeki tanıklıklarının akabinde dediği gibi “Zulmün artsın. Zulmün artsın ki, tez zeval bulasın”derdi.

Hem, ben bilir ve tanır(d)ım o koca yürekli adamı. Demekle kalmaz, atlar gelirdi Diyarıbekir’e. Gelir gelmez eski, kadim suriçinin tam orta yerine denk gelen pagan döneminin putpersetlik mekânı, sonrasında Mar Toma Katedrali ve dahi 1400 yıldır da Anadolu ve Mezopotamya’nın ilk camisi İslam’ın beşinci Harem-i Şerifi Camii Kebir’in önündeki meydan kahvesinin orta yerinde şöyle bir ayakta durur, etrafı süzer…

Sonra dönüp bana derdi ki; bir koşu eve git! Senin şu Amidalılar kitabında konuşturduğun rahmetli Fuat Usta’nın kendi elleriyle yaptığı gürgenden ve oturma yeri has kendirden sıkılaştırılmış kürsüyü kap gel.

Sonra otururdu o Diyarbekir işi kürsüye!

Bu saatten sonra yedi düvel, dört kıta, yetmişiki millet de gelse hiçbir muktedir güç beni yerimden bu kürsüden kımıldatamaz.

Ben bu şehirde çok adamların adını duydum, çok şahsiyetler tanıdım. Kürdü, Arabı, Ermenisi, Süryanisi, Êzidîsi, Keldanisi, Rumu, Yahudisi, Türkmen Alevisi; Anadolu ve Kadim Mezopotamya’nın yüz ağarı, ya da zaman ve mekân boyutu içinde rengi solan bilcümle kavimlerinin adamlarını tanıyıp dost, arkadaş, ahbap bildim.

Yazdıklarımın ve dahi konuştuklarımın tümü aslında bir anlamda onların sesi, onların adına dengbêj kelamıydı…

“Diyarbakır eski, çok eski bir demir kadar paslı… İlk bakışta böyle ya, insan aldanıyor. Sonra yavaşça ayılıp ısınıyor Diyarbakır’a, anlıyor ki böyle değil. Bu şehir kılıf içinde, kendisini öylesine gizlemiş ki, tadına varabilmek, onu sevebilmek için emek istiyor, terlemek istiyor. Bu şehri kılıfından soyup mahremiyetine girmeli. Bu iş zor iş ya, değer. Bunu yapabildin mi büyülendin demektir. Diyarbakır seni büyülemiştir, kurtuluş yok.

Damların üstünü ot ve diz boyu kır çiçekleri bürümüş. Bu sebepten pek az ağaç olmasına rağmen, bütün şehir tepeden tırnağa yemyeşil. En genişi dört adım gelen sokaklardan geçerken efkâr basacaktır. Ama durunuz. Bu erken. Korkmadan, önünüze gelen herhangi bir kapıyı çalmalısınız. Kapı, hemen açılır. Kapıyı açan, çoğu, kara gözlü esmer bir kadındır. İlkin afallar. Yabancı olduğunuzu anlayınca buyur eder. Diyarbakır artık kılıfından çıkmıştır. Diyarbakır, bütün sıcaklığı, samimiyeti, güzelliği ile gözünüzün önündedir… Nereye gitsen gül, her yan gül, göz alabildiğine gül, bütün şehir gül kokuyor.” Demiştim! Taa 1951 senesinin Mayıs’ında…

O gün sabahın çok erken saatinde sokakta kimsecikler yokken boyunlarındaki tek ziynetleri olan çanları çalan ve Dicle boyundan şehre kum taşıyan katırların geçtiği yol üzerindeki kahvelerden birine girdim. Günün ucu surların üzerinden görünüyordu. Yanımdaki gül ağacının tepesine gün vurdu. Yaşlı bir zatla merhabalaştım. Hal-hatır sordum; dedi ki;“oğul, oğul! Dert mi ararsın Diyarbekir’de! Diyarbekir’in taşı, toprağı ah u vahtır…”

İşte! Ey Diyarbekirliler. Sözüm dünyaya, cümle âlemedir. Ben bu kürsüden artık kalkmam, bu böyle biline! O zamanlar bir uzun hava dinlemiştim. Bu şehrin güzelsesli adamlarından! Diyordu ki şarkı: “Diyarbekir dolar şimdi / dolar, boşalır şimdi / dı gel havar yârım dı gel / ya derdime derman / ya katlime ferman…”

Evet, işte Ankara da cümle âlem de duysun artık sesimi. Bu savaş, bu yıkım bu tahribat bitmez ise ben de bu kürsüden kalkmam!

Ya Diyarbakır’ın ve bilcümle Kürdün derdine derman, ya da olmadı hepimizin, cümlemizin katline ferman

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.