Bismillah ,
bugün benim doğum günüm
ve doğduğum gün, ölüme açtım gözlerimi; ve dahi ölü-mü yazıyorum dirim yanarken !
Şimdi Allah belasını versin bütün suç:Bu selası okunmamış yangınların? Bekası yazılmamış besmelesiz ve sensiz her kelime,
dirimin külünden doğan bir ölü-müdür, bilmem.Ama…
Bismillah,
ben bugün de ölmedim, anne…
Güneş gibi — Rojin — doğdum yeniden,
yeniden, daha derinden,
ve en güzel gülüşlerin içinden.
Her sabah, besmeleyle değil,
bir kadın cesediyle başlıyorum güne.
Her sabah, yeniden;
her sabah, bir başka “yine”nin içinden.
Her doğan çocuk ağlarken
bir kadın susuyor bu ülkede.
Ve her suskunluk,
bir mezar taşına kazınıyor.
Besmelesiz başlamış bir ağıt artık
bu ülkenin her günü:
kadın gülüşleri, çocuk kahkahaları,
bilye sesi gibi yankılanıyor mezarlıklarda.
Her uyanan güneş,
bir kurşunla eksiliyor göğün üstünden.
Kaç kez vurulmalıyız daha,
kaç defa susmalıyız ki adalet bir kez konuşsun?
Kaç gece, kaç yürekten vuruldu adalet,
her karanlık hecede?
Terazi kör, aydınlık lal.
Gözlerimizden süzülen her damla,
bir başka yargısız infazın delilidir artık.
Ölüm ne renk?
Kahpelik neden hep kahperenkli?
İki artı iki ölüm,
kaç Ayten eder anne?
Kader mi aynı ellerde,
yoksa biz mi her defasında aynı kurşuna koşuyoruz?
Bir ölümün ardında
kaç milyon gözyaşı dökmeliyiz?
Her gözyaşı bir kuyuya düşüyor,
her kuyu bir annenin kalbi oluyor.
Bir yanımız ölüm,
diğer yanımız — (hani bahardı dostum?) —
ölmediğimize şükür.
Ama şükür bile bir yük artık,
bir ağırlık;
her nefeste taşıdığımız sessiz bir çığlık.
Anne,
ben bugün de ölmedim…
Ama her sokakta bir Rojin eksik,
her okulda bir Narin,
her evde bir Berfin’in gülüşü yarım.
Ve her “kimseye karışma” diyen anne,
fısıldıyor aslında:
“Yalnızca ölmeden dön.”
Ama bilmezler —
bazen dönmek bile bir intihar,
bazen yaşamak bir ihanet.
Bir baba sigarasını sonuna kadar içiyor;
her nefes bir eksilme,
her duman bir bekleyiş,
ölümle pazarlık yapan bir sessizlik.
Üçte birimiz ölümle dansta,
geri kalanlar açlık oyununda.
Her gün bir sınav,
her sınav bir yara.
Kimi susmaktan ölür,
kimi konuşmaktan.
Bazı dualar artık sessiz,
bazı ölümler bile unutulmuş.
Ben büyümek istiyorum anne.
Anılar değil, ölümler biriktirmemeli insan;
ama bizde bahar bile kan renginde açıyor artık.
Kızılcık şerbeti değil bu,
kadın kanının sessiz hatırası.
Rojin, Narin, Berfin, Deniz, Cemile, Besime, Songül…
Ve adını bilmediğimiz binlercesi.
Biz çiçekleri yazmak isterdik;
ama her bahar,
kan kırmızısı bir sonbahara devriliyor.
Her yaprakta bir ağıt,
her damlada bir isim gizli artık.
Ve bir anne sessizce mırıldanıyor:
“Bugün de dönmedi…”
Yeryüzü bir morg,
gökyüzü bir mezarlık.
Kuşlar bile başsağlığına geliyor sabahları.
Kardeşim Rojin,
senin adın güneşti,
ama bu ülke hep karanlığa uyandı.
Bir gülüşün susturuldu,
bin dua eksildi.
Biz hâlâ “yaşamak” diyoruz,
ölümlerin ortasında,
ölülerin kardeşliğinde.
Kaç kadın daha
suya düşen bir mendil gibi kaybolacak
Fırat’ta, Dicle’de, Sakarya’da?
Kaç çocuk
annesiz bir ninniyle büyüyecek?
Kaç şehir
bir kadının gülüşünden yoksun kalacak?
Ey gök,
ey yer,
ey insanlık —
hangi tanrıya sormalı bunu?
Onların Tanrısına mı, bizim Allah’ımıza mı,
yoksa para için bizi savaştıranlara mı?
Bir kadının gülüşü için
hangi dilde dua etmeli insan?
Hangi harf, hangi kelime geri getirir Rojin’i?
Bir kadın öldüğünde
dünya biraz daha kararıyor.
Şiir susuyor, dil tutuluyor,
ve insanlık biraz daha küçülüyor.
Bizim ellerimiz artık dua değil,
yara tutuyor — nasırlı.
Yaralar sevilmeli,
öpülerek iyileştirilmeli.
Bizim yüreklerimiz artık çiçek değil,
kabuk bağlıyor;
ama hâlâ atıyor, hâlâ direniyor.
Ve bil ki Rojin,
her suskunluk senin adınla başlıyor,
her isyan senin yüzünle çoğalıyor.
Unutmadık.
Unutmayacağız.
Bu ülkede söylenecek ilk söz sensin,
son söz de sen olacaksın.
Hülasa:
Yaşasın kadınların,
ölümlerin kardeşliği —
ve yaşasın Rojin’in gülüşünde
yeniden doğan bütün kadınlar.