"Saat kırıldı diye vakit durmuyor.
Kimsenin yokluğu kimsenin sonu olmuyor.’
Saat vakti gösterir. Bizim için zaman, çoğu kez saatin tik taklarıyla görünür olur. Uyanma, işe yetişme, bir buluşmaya gitme… Hepsi saatle ölçülür. Ama bir gün olur da saat yere düşüp kırılırsa, akrep ile yelkovan birbirinden ayrılırsa ya da saniye kadranı koparsa zaman durmaz. O kendi halinde akmaya devam eder. Demek ki zaman, bizim elimizde tuttuğumuz bir şey değil; biz sadece onun akışına şahit oluruz. Saat sadece göstergedir, özü ise çok daha derindedir.
İlişkiler de böyledir. İnsan hayatındaki bağlar, zamanın ölçülmesi gibi dışsal değil; yaşamın akışına doğrudan bağlıdır. Bazen birisi hayatımızdan çekilir, bir dost uzaklaşır, bir sevgili vedalaşır. Biz sanırız ki bir şey eksildi, yarım kaldı. Oysa yaşam hiç durmaz. Tıpkı saat kırıldığında bile zamanın sürmesi gibi, ilişkiler de yenilenerek devam eder. Her yeni bağ, varoluşun bir başka biçimde kendini ortaya koymasıdır.
Buna rağmen çoğu insan ilişkilerin sabit kalmasını ister. Sanki hayat donsun, hiç değişmesin isteriz. Oysa değişmeyen ilişki, akmayan bir suya benzer. Nehir, yolunu bulabilmek için kıvrılır, bazen taşlara çarpar, bazen yatağını genişletir. Biz de ilişkilerimizi öyle yaşarız. Onları dondurmak, akışı kesmek demektir. Ve akışı kesilen her şey, kendi doğallığını kaybeder.
Bu noktada fark etmemiz gereken şudur: Hayatımıza yön veren, bizi tazeleyen, ufkumuzu genişleten ilişkiler çok kıymetlidir. Bir sözüyle gönlümüze ferahlık veren, bir varlığıyla yolumuzu aydınlatan insanlar vardır. Onlarla bağ kurmak, bir farkındalık yaşamak gibidir.
Ama tüketen, yoran, sürekli şikâyet eden, enerjimizi alan ilişkiler ise hayatımızın akışını tıkar. Bizi daraltır, hatta bazen kendi yolumuzu göremeyecek hale getirir. Saatin tik taklarını duyarız ama zamanı yaşayamayız. İşte böyle ilişkiler, insanı içinden tüketir.
O yüzden hayatımızdan ayrılan, bizi yoran bağların eksilmesi aslında bir kayıp değildir. Aksine, bir kazanımdır. Eksilmek, bazen tamamlanmanın başka bir biçimidir. Nehirde ağır taşların çekilmesiyle suyun daha berrak ve serbest akması gibi, insanın hayatından gereksiz yüklerin gitmesi de onun bütünlüğünü artırır. Eksilen değil, açığa çıkan özgürlüktür. Ve bu özgürlük, insanın iç dünyasında yeni bir zenginlik yaratır.
Yaşam bize sürekli şunu fısıldar: Hiçbir şey tek bir insana, tek bir bağa bağlı değildir. Zaman, saate bağlı olmadığı gibi, insan da tek bir ilişkiye bağlı değildir. İnsan var oldukça yeni bağlar kurulur, dostluklar doğar, sevgiler filizlenir. Bazıları bir ömür kalır, bazıları kısa sürede kaybolur. Ama asıl değişmeyen şey, hayatın kendi döngüsüdür.
Bu döngüye uyum sağlayabilen kişi, eksilmeyi de çoğalmayı da doğal görür. Hayatın her halinde bir bütünlük vardır. Çünkü gerçek bütünlük, sabitlikte değil; akışta, yenilenmede ve özgürlükte saklıdır.