Soyadı İşiyok ama o hep çalıştı

Soyadı İşiyok ama o hep çalıştı
Şair Burhan İşiyok, 94 yılında ayrı düştüğü topraklara geri döndü. Sanat üretimine artık doğup büyüdüğü topraklarda devam edecek olan Şair İşiyok, şiir atölyesi projesini hayata geçirmek istiyor.

 

 

“Acıların olduğu, yarası kanayan yerlerin şiiri bol olur” diyen şair İşiyok, “Bugün 49 yaşındayım ve bugüne kadar hem şiir yazıyorum hem de geçimim için ek işte çalışıyorum. Soyadım İşiyok ama ben hep çalıştım. Ülkemiz işsizler ordusu ve ben soyadımdan memnunum” ifadesiyle sanatçıların toplumumuzda yaşadığı ekonomik sorunlara parmak bastı.

“Hasretim On iki Ay Gibi” ilk şiir kitabı ile 2000 yılında şiir dünyasına bir eser kazandıran Şair Burhan İşiyok’un 9’u şiir kitabı, ikisi ise öykü kitabı olmak üzere toplam 11 eseri bulunmakta. Müzik albümü de çıkaran sanatçının 2018 yılının ilk günlerinde çıkardığı Öteki Şarkılar albümünde 19 eseri var ve farklı kültürlerden gelen birçok sanatçı seslendirdi.

24 yıl memleket hasreti çeken şair Burhan İşiyok, Diyarbakır’a gelir gelmez Tigris Haber’e konuştu.

‘İlk çıkan albümüm, İstanbul Bu’

“ Aslen Diyarbakır Kulp doğumluyum. İlk ve ortaöğrenimimi Diyarbakır’da tamladım.  1994 yılında İstanbul’a gittim ve orada yerleştim. İstanbul’da 12 yıl kadar çeşitli televizyonlarda şiir programı yaptım. Tabii ki, İstanbul’a ilk gittiğim birkaç yılım oraya tutunmakla geçti. 2000 yılından sonra ancak profesyonel anlamda çalışmalarım meyvesini verdi ve ilk şiir kitabımı çıkardım. İkinci, üçüncü şiir kitabım derken bir şiir albümü önerisi geldi ve bir şiir albümü yaptım. İlk albümümde birçok sanatçı düet yaptı. İlk çıkan albümüm ‘İstanbul bu’ idi.

İstanbul’a tutunma sürecini biraz açar mısınız?

‘Nenem, yağmurdan sonra gökyüzündeki renk cümbüşüne Şimal derdi’

94 yılında İstanbul’a gittiğimde beklediğimden başka bir İstanbul ile karşılaştım. O dönem burada yaşanan acıların hissedilmediği bir İstanbul vardı karşımda. Vapurlara adalara geçerken baktım ki, insanlar kendi halinde bir yaşamın içinde, sarmaş dolaş aşkını yaşayan insanlar… O dönem bu tarafta ise her şey çok farklı idi. Bu tarafta insanlar acılarla doluydu. İlk şiir albümüm ismini tam da burada İstanbul’un bu halinden aldı. Bunun ardından ikinci şiir albümüm Şimal çıktı. Rahmetli nenem gökkuşağına Şimal derdi ve bu albümüm de ismini buradan aldı. Ana dilim Zazacadır ve nenem, yağmurdan sonra gökyüzündeki renk cümbüşüne Şimal derdi. Şimal çıktı ne güzel derdi nenem. Ben de ikinci şiir albümümde bu ismi kullandım.

9’u şiir ikisi öykü toplamda 11 kitap…

Bugüne kadar 11 kitabım çıktı ve bu kitaplardan 9’u şiir ikisi ise öykü kitabıdır. Televizyonlarda düşlerin adası şiir programım devam ediyordu ve yine bir kitabımın adını da bu programdan aldım. Burhan İşiyok bestelerinden oluşan şiir albümleri Düşlerin adası serisinde iki bölüm devam etti. Bu albümlerde söz ve müziği bana ait olan eserlerimi birçok sanatçı okudu. 2018’inilk albümü olan Öteki Şarkılar da ise 19 eserimden 18’ini çeşitli sanatçı arkadaşlarım seslendirdi. Hepsinin de emeğine, ağzına sağlık diyorum. Bu albümümde Karadeniz’in Pavorottisi diye anılan Erdal Bayrakoğlu Gülümse adlı eserimi seslendirdi. Halk müziğinin önemli isimlerinden Pınar Aydınlar var, Verin benim annemi adlı eserimi seslendiren. Bu eser Aysel Tuğluk’un o mezardan çıkış hikâyesini anlatıyor. Yine, sanatçı uğur Karataş var, Tahir Elçi’yi anlatan bir eseri seslendiriyor. Kürt sanatçılardan Erol Berxwedan, Şevin, Elif Bıyani var. Zazaca bir eser seslendiren Hasan Ali var. Bu albümde olan 19 eserin 18’inin sözleri, 14’ünün de müziği bana ait. Bu albümde 5 tane şiir serpiştirdim.

‘İstanbul’da nefessiz kaldığımda gelir gezerdim Diyarbakır’ı’

Son albümüm olan Öteki Şarkılarla Diyarbakır’a da bir dönüş yapmış oldum. Eşim ve oğlum yaklaşık bir buçuk senedir zaten bura dalardı. Zaman zaman İstanbul’da nefessiz kaldığımda gelir gezerdim Diyarbakır’ı. Hatta bunu şöyle tanımlıyordum; memlekete gelip şarj olup gidiyorum. İstanbul çok güzel bir kent ama ben İstanbul’a gönüllü gitmedim. İstanbul’a zorunlu gidenlerden olduğum için de bir türlü alışmadım. Ama yine de İstanbul’a 24 yılımı verdim. Artık geri döndüm ve bundan sonraki üretimimi burada memleketimde yapmak istiyorum. Tabii yeni geldim ve buradaki koşulları çok da bilmiyorum ama bir radyo ya da Televizyon programı yapmak isterim. Çünkü şiirlerimi halka ulaştırmak, şiiri sevdirmek istiyorum.

Diyarbakır’da ne tür etkinliklerle sanat üretiminizi devam ettirmek istiyorsunuz?

‘Bir şiir atölyesi kurmak istiyorum’

Aslında beynimde bir proje var, yapabilir miyim bilmiyorum ama bir şiir atölyesi kurmak istiyorum. Bugüne kadar Diyarbakır’da böyle bir proje olduğunu da duymadım. Yani, sanatı halkla buluşturacak bir kanal yaratmak istiyorum. Şiir atölyesinde hem sanatsal faaliyetlerimi gerçekleştirmek hem de yerelde amatör olarak şiirle uğraşan yeni, genç yeteneklerin ortaya çıkmasına bir alan açmak istiyorum.  Bu açıdan Diyarbakır’ın çok bereketli bir toprağı vardır. Sokakta geçen her iki kişiden birinde mutlaka müziğe, şiire ya da sanatın bir başka dalına bir ilgi vardır. Bu açıdan insanımız sanatçı bir ruha sahiptir. Bugüne kadar batıda verdiğim emeği artık doğup büyüdüğüm topraklarda vermek, bu topraklarda varolan yeteneklerin yeşermesi için çalışmak istiyorum. Eğer, şiir atölyesi projemi hayata geçirebilirsem, bu bölgede şiir yazıp da kendine akacak kanal bulmayan, kendini geliştirmek için alan bulmayan birçok genç yeteneğe bir ışık yakmak istiyorum. Yani, daha çok rüştünü ispatlamış şairlerle değil de genç mücevherlere ulaşmak, onların elinden tutup üretimlerini halkla buluşturmak için bir kapı aralamak istiyorum. Bu anlamda zaten bugüne kadar bütün şiir albümlerimde birkaç yeni arkadaşa da yer veriyordum. Her çalışmamda bir genci gün yüzüne çıkarmayı hedeflemiştim. Birinci albümümde Önder Karataş’a yer verdim. Siirtli bir gençti ve Keman çalıyordu. Siirt’te birinci olduğu için Ankara Bilkent’te okutulan bir gençti Önder. İkinci albümümde de Nuray Balık adında Dersimli bir genç kardeşimize yer verdik. Çok yetenekli ve sesi çok güzel olan bir genç yetenek olan Nuray’ın o an’a kadar elinden tutan bir kimse olmamış. Son albümümde ise Van Başkale’li Aram Başkale ve Ordu Fatsalı Fidan Gül Belen’e yer verdim. Son albümümde de bu iki kardeşimize katkı sunmaya çalıştım. Bütün bu çabalarım gün yüzüne çıkmamış kalemleri, yürekleri, sesleri halkla buluşturmaktır.

Farklı kültürleri aynı albümde buluşturdu

Her üç albümümde de hakların kardeşliğinden yola çıkarak bu topraklarda yetişen tüm renkleri buluşturmaya çalıştım. İstedim ki, bu ülkede konuşulan bütün dilleri, renkleri bir araya getirmek ve bu toprakların zenginliğini bir projede buluşturayım. Genelde albüm çıkaranlar ya sadece Kürtçe ya sadece Türkçe olarak çıkarıyorlar. Yani, farklılıkların harmanlanmasıyla daha güzel tatların ortaya çıkacağından hareketle tüm renklere yer verdim. Farklı kültürlerden oluşan ortak albüm bu topraklarda yaşayan insanların kaynaşmasına da büyük katkı sağlayacağı kanaatindeyim. Çünkü bu albümü dinleyen Karadenizli biri aynı zamanda Kürtçe bir eserle veya bir Alevi deyişi ile de tanışıyor ve bu da halkların kaynaşmasına bir olanak sunuyor. Türkiye’de ilk tulum çalan kadın sanatçı olan Filiz İlkay Balta’nın desteğini hep yanımda buldum. Filiz, Trabzonludur ve bir programa annesini getirmişti. Annesi dedi ki, ‘Allah senden razı olsun. Senin sayende Kürt müziğini de Alevi deyişlerini de dinlemiş olduk’. Halkları, kültürlerini bir araya getirmek bizi daha da zenginleştirir. Nasıl ki, bir güveci sadece patlıcanla ya da domatesle yapamıyorsak, birçok sebzeyi bir araya getirerek, çeşitli baharatlar kullanarak bu tadı elde ediyorsak bunu halkların kültürlerinde de yapmalıyız. Yani, farklı tatlar bir araya geldiğinde çok daha güzel şeyler ortaya çıkıyor. Yine, bir bahçe gibi düşünün tek bir çeşit çiçeğin olması başkadır, çeşit çeşit, rengârenk çiçeklerin olması daha bir başkadır. Düşlerin adası şiir programını da bu anlayışla yaptık. Ama bugün baktığımızda şiir programı yapan bir TV kanalı yok, artık şiir programları yapılmıyor ki, bu çok büyük bir eksikliktir. Çünkü halk müziğinin temeli, hammaddesi şiirlerdir, halkın yaşanmışlıklarıdır. Bunların yansıtılmamamsı demek, halk müziği üretiminin durması demektir ve halk olmadan da hiçbir şey olmaz. Ben her hafta fırsat buldukça semt pazarlarını dolaşırım. Halkın çarşı pazarında gezmeden, kahvesinde oturmadan, düğününe, yasına gitmeden, halın bindiği otobüse, trene binmeden sanat üretimi olmaz. Olsa da içinde halktan bir şeyler bulunmaz. Halkın yaralarına dokunmadan bir üretim halktan kopuk, ondan uzak bir üretim olur ki, bunun da halkta bir karşılığı olmaz. Halkın yüreğine işleyen eserler halkın içinden çıkanlardır.

‘Gelemezsem nefesim daralırdı’

Uzun yıllar Diyarbakır’dan uzak kaldım ama onu hiç unutmadım. Üç ayda bir gelir her yerini gezerdim. Gelemezsem nefesim daralırdı. Diyarbakır’a gelir her sokağını gezerdim, her bir taşı yerinde midir diye bakardım. Aşefçilerden, yoğurt pazarından Melikahmet’e, Şehitlik’e gezerdim. İnsanlar ne diyor, değişen bir şey var mı her şeyi bir bir merak ederdim. Çarşıya Şewiti’de gezerken nefes alırım. Kazancılar çarşısında gezerken o sesleri duymak mazi ile temas etmek bana yeniden can veriyor.

Şiirle tanışıklığınız ne zaman oldu, ilk şiirinizi ne zaman yazdınız?

Kompozisyonla başladım…

Kulp’ta yatılı bölge okulunda okudum. Ortaokulda kompozisyon dersinde herkesin zayıf aldığı zaman ben yüksek notlar alıyordum. Aslında ben yazdıklarımın değerinin farkında bile değildim. Öğretmenlerim söylüyordu, güzel kompozisyon yazdığımı yoksa ben kompozisyon yazmayı dahi bilmiyordum.  Ama yazdıklarım çok beğeniliyordu. Vahit okumuş, Diyarbakırlı bir öğretmenimizdi ve Türkçe derslerimize girerdi. Vahit hoca, altı tane kitap okumayan ve okuduğu bu kitapların özetini çıkarmayanı sınıftan geçirmezdi. Hocamın bu şartı ilk zamanlar herkes gibi benim de çok tepkimi çekmişti ama sonrasında hayat içinde bunun çok çok faydasını gördüm. Yatılı okurken ilçede bir kompozisyon birinciliğim oldu. O zamanının kaymakamı Rıdvan Yenişen vardı, Sonrasında da İstanbul’a Vali olmuştu. O zaman ondan bir plaket ve küçük bir not defteri bir dolmakalem hediye aldım. Sonra Ticaret Lisesine geldim. Burada Gülten Aydoğdu, dedi ki komposizyonlarını yerel gazetelerde yayınlatalım. Sonrasında bir iki şiirim TRT’de okundu. Yine o sırlar Diyarbakır’da yazarların imza günü vardı ve Musa Anter de oradaydı. Musa Anter ile orada tanıştım ve kendisinden Kımıl adında bir kitabını imzalı olarak aldım. Musa amca, kitabını imzalarken adımı sordu, Burhan İşiyok dedim. Bunun üzerine Ape Musa kafasını salladı ve kitaba aynen şunu yazdı: ‘Sevgili Burhan İşiyok artık işin çok!’ ve altına imzasını attı. Sonra sordu neden diğer kitabını almadığımı ve ben de başka bir zaman alırım dedim. O param olmadığı için alamadığımı düşünerek diğer kitabını da bana hediye etti. Öğleden önce imza etkinliği öğleden sonra da söyleşi vardı. Öğleden sonraki söyleşide Ape Musa’ya şiirler yazdığımı ama bu konuda yol yordam bilediğimi söyledim. Yanında olan Muhsin Kızılkaya’ya döndü ve dedi ki, arkadaş şiirlerini sana yollasın, sen bir bak ve bana ilet. Ben şiirlerimi verilen adrese yolladım fakat iki gün sonra o olay yaşandı ve ben buna çok üzüldüm. Ape Musa ile tanıştığıma mı sevineyim yoksa onu kaybettiğimize mi üzüleyim…

Eşim bile inanmadı…

İstanbul’a gittiğimde Yusuf Hayaloğlu ile tanıştım. O zaman kendisi Barış Radyo’da program yapıyordu.  İlk kitabım çıktığında ona gittim ve programında yer verip veremeyeceğini sordum. Yusuf abi, Hasretim On İki Ay Gibi şiir kitabımdan, Ayrılırken Bile İnsanlar ve Aşklar Büyük olmalı şiirimi okudu. Radyoda bu şiir okunurken, yanımda hanımım vardı ve bu şiirin benim olduğuna inanamadı. Ama tabii Yusuf Hayaloğlu okudu diye şiirin güzel olduğunu söyledi. Sonrasında İstanbul Bu şiirimle iyi bir çıkış yaptım. Bu şiirim İstanbul için yazılan güzel şiirler arasında sayıldı. O gün bugündür böyle bir hastalıktır şiir yazıyorum. Hatta eğer şiir yamasaydım belki de akıl sağlığımı koruyamazdım diye düşünüyorum. Çünkü şiir yazarken bütün sevdalarınız kâğıtla sizin aranızda yaşanıyor ve kalem buna şahitlik yapıyor. Yazarken, sinirleriniz de yatışıyor, asiliğiniz de orada ortaya çıkıyor. Yani, ben dünyaya bir daha gelsem yine şiir yamak isterim. Son beş yılımda ise beste ağırlıklı olarak çalıştım ve yüz’ün üzerinde bestemi sanatçı arkadaşlarım okudular.  Yine, son iki yılımı da bestelerimi arşivlemeye verdim.

24 yıl ara ara gelseniz de Diyarbakır’dan uzak kaldınız. Bu zaman içinde bir sanatçı gözüyle Diyarbakır ya da Diyarbakır insanında bir değişim var mı, sizce neler değişmiş?

‘Gülüşü her daim örgütlemek lazım’

Tabii ki değişmiş, değişmemiş diyemem. Geçen yıl gelişimde burada bir iki program yapmıştım. O zaman tanıştığım biri vardı, bana şunu söylemişti: “Diyarbakır’ın yerli nüfusu yüzde 14 ya da 17 kaldı”. Fakat ben her şeye rağmen Diyarbakır’da kitaba olan susamışlığın devam ettiğini biliyorum. Buradaki kitap fuarlarına her sene katılırım. Şiir kitaplarına ilgi oldukça yoğun. Her şeye rağmen Diyarbakır’ın sanatın merkezi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.  Tabii bu dönemler biraz zor dönemler ama sanatın asıl bu dönemlerde bir şeyler söylemesi, yapması lazım. Elbette ki, yasaklar en çok sanatı vurur.  Yasaklı ortamlarda, dönemlerde sanat yapamayan insanlar olabilir ama sanatçı için üretim durmaz. Sanat bir ülke için dört ana damardan biridir. Bir masanın dört ayağından birinin olmaması ne ise bir ülke için de sanatın olması bu anlama gelir. Dolayısıyla ne olursa olsun bir ülkede sanat yapılmalı. Her şeye rağmen şiir yazmak, türkü okumak, gülmek lazım. Yani, gülüşü her daim örgütlemek lazım. Ne demek gülüşü örgütlemek; mutlu insanların sayısını arttırmaktır. Hem yaşam koşulları hem de özgürlükler bakımından gülen insanların sayısını arttırmak lazım. Bunu kim arttıracak; herkes elinden geldiğinde buna katkı sunmalıdır. Baharı önce sen getireceksin adlı şiirimde tam da bunu söylüyorum. Yani, bahar daha gelmeden önce sen içindeki pozitif enerji ile kendi içine baharı getireceksin. Mutsuz, karamsar olmayın. Her zorlu dönem gelir geçer.

Doğduğunuz topraklarda sanat üretiminize devam edeceksiniz ve bu kapsamda şiir atölyesi projenizi de hayata geçirmek istiyorsunuz. Bu noktada şiir yazan ya da şiir sevenlere bir mesajınız olacak mı?

‘Yarası kanayan yerlerin şiiri bol olur’

Öncelikle hiç kimse yazdıklarının ne olduğuna bakmadan, onu yargılamadan yazmayı sürdürsünler. Yazmadan önce de bol bol okusunlar ve araştırsınlar. 30 yıl oldu yazıyorum ama benimde hala eksiğim var ve bu noktada kimse tam değildir. Yazdıklarımızın yayınlanmasının son aşmasında dahi birçok değişik oluyor. Ben herkese şunu öneririm, her şeyden önce herkesin bir defteri olsun ve bu deftere mutlaka aklınıza gelen bir şeyleri yazın ve bunlar bir kenarda dursun. Belki gün gelecek bu yazdıklarınız size bambaşka şeyler yazdırabilecek. Geçmişte yazdıklarınıza günün birinde daha çok sarılmayı hissedeceğiniz zamanlar olabilir. Bölgemizde şiir ruhlu insanların sayısı çoktur. Çünkü acıların olduğu yerde şiir bitmez. Yarası kanayan yerlerin şiiri bol olur. Sevdası, aşkı bol olan yerlerde şiir bitmez.

‘Soyadım İşiyok ama ben hep çalıştım’

Yıllardır şiir yazıyorum ama ailemi geçindirebilmek için aynı zamanda çalışıyorum da. On bir yaşımdan beri çalışıyorum ve inşattan tutun da kapuz bekçiliğine kadar her işte çalıştım. Bulaşık yıkadım, inanın okula yamalı eşofmanlarla giderdim. Vakıflar öğrenci yurdunda kaldığım zamanlar ödünç pantolon, ceket aldığım günler çok olmuştur. Bir pantolonum vardı akşam yıkardım sabaha kurmazdı ve ıslak ıslak giyerdim, üzerimde donardı. Maalesef ülkede ek iş yapmadan sanat üretimini devam ettiren sanatçı yok denecek kadar azdır. Bugün 49 yaşındayım ve bugüne kadar hem şiir yazıyorum hem de geçimim için ek işte çalışıyorum. Soyadım İşiyok ama ben hep çalıştım. Ülkemiz işsizler ordusu ve ben soyadımdan memnunum.”

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.