STK’lar: İstanbul protokolüne uyulmalıdır!

STK’lar: İstanbul protokolüne uyulmalıdır!
Diyarbakır’daki STK’lar kayyum protestosu sırasında gözaltına alınan ve kötü muameleye maruz kalan vatandaşlar için kolluk güçlerine ‘İstanbul protokolü’ne uyulma çağrısı yaptı.

Diyarbakır Tabip Odası (DTO), Türkiye İnsan Hakları Vakfı Diyarbakır Temsilciliği (TİHV), Sağlık ve Sosyal Hizmetleri Emekçileri Sendikası (SES) Diyarbakır Şubesi ve Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHU-DER), kayyum protestolarına katılan vatandaşlara yönelik kötü muameleye ilişkin bir basın açıklaması yaptı.

Diyarbakır Tabip Odası, TİHV, SES Diyarbakır şubesi VE SHU-DER olarak yapılan basın toplantısı metnini Diyarbakır Tabip Odası sekreteri Orhan İlim okudu.

Açıklamada, “19 Ağustos 2019 tarihinde İçişleri Bakanlığı kararı ile demokrasinin ilk ve olmazsa olmaz şartı seçmen iradesine fütursuzca müdahale edilerek HDP’li Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevden alınmış ve onların yerine aynı ildeki valiler görevlendirilmiştir. Ayrıca 29 ilde 418 kişinin de gözaltına alındığı açıklanmıştır. Son dört gündür bu “idari kararı“ protesto etmek ve eleştirmek için demokratik ve yasal hakları olan “toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı”nı kullanmak isteyen yurttaşlara yönelik güvenlik güçleri tarafından uygulanan şiddet “zor kullanma yetkisinin aşımı” değil doğrudan “işkence” niteliğindedir. Her kim olursa olsun; işkence yapılması insanlık suçudur ve kabul edilemez. “İşkence yasağı” her durum ve koşulda, -savaş, çatışma, olağanüstü hal dahil- mutlaktır ve vazgeçilemezdir. Uluslararası hukukta “İşkence yasağı” sadece yapmamayı içermez, devletlere aynı zamanda işkenceyi önlemek için gerekli tüm önlemleri almayı, gözden geçirmeyi; gözaltı-tutukluluk-hükümlülük birimlerini denetlemeyi, olası işkence iddialarının etkin biçimde tıbbi ve hukuki araştırmasını yapmayı; işkence yapanların ya da işkence yapılmasına yardımcı olanların kovuşturulması ve cezalandırılması yükümlülüklerini de içerir. Devlet bunları yapmaya her durumda zorunludur.

Gözaltına alınanlar; alınma işlemi sonrası, gözaltında birim değiştirmelerde ve periyodik olarak sağlık muayenelerinden geçirilmek zorundadır. Muayenelerin hastanelerde değil, gözaltı merkezlerinde yapılması hekimin bağımsızlığını engelleme olasılığı taşır. Son göz altılarda bu durumun yaşandığına dair iddialar mevcuttur. ” denildi.

“4 günde Diyarbakır’da 100’ün üzerinde gözaltı”

4 günde Diyarbakır’da 100’ün üzerinde gözaltının olduğunun belirtildiği açıklama şöyle devam etti:  “Bugün itibarıyla 70 kişinin gözaltı süresinin uzatıldığı bilinmektedir. İlk gün gözaltına alınanların çoğunluğunu kronik rahatsızlığı olan yaşlı insanlar oluşturmaktadır. Aralarında kalp rahatsızlığı olan kişilerin şikayeti olması durumunda 112 ekibi tarafından nezarethanede sadece tansiyon ölçümü yapılıp tansiyonun yüksek olması durumunda ilaç verilmekte ve tansiyon ölçümü dışında herhangi bir tetkik veya tedavi yapılmamaktadır. Gözaltına alınanların sayısının fazla olmasından kaynaklı bir koğuşta 8-9 kişi kalmaktadır. Koğuşların havalandırması yetersizdir. Gözaltındakiler, biri kadın biri erkek olmak üzere sadece iki tuvaleti kullanabilmektedir. Gözaltındakilere su verilmemekte ve tuvalet musluğundan su içmeleri söylenmektedir. Toplumsal gösterilerde insanlar darp edilerek /işkence yapılarak gözaltına alınıyor. Avukatların aktardığına göre: gözaltına alınan müvekkillerinin vücutlarında ekimoz, şişlik ve dışarıdan bile fark edilebilir burun kırıkları görülmekte ve elbiselerinde kan lekesi bulunmaktadır. Sayının fazla olduğu bahane edilerek gözaltındakilerin, sağlık kontrollerinin hastanede yapılması yerine her gün nezarethaneye gelen doktor tarafından yapılmaktadır. Hekimlerin; gözaltı süreçlerinde olan veya cezaevinde tutulanların tüm tıbbi muayenelerini İstanbul Protokolü ilkelerine uygun yapma zorunluluğu vardır. Türkiye’de gözaltında ya da cezaevinde olanların tıbbi muayeneleri için var olan yasa, genelge ve yönetmeliklerin büyük bir oranda İstanbul Protokolü ilkeleri ile uyumlu olduğu unutulmamalıdır.

Gözaltındakilerin giriş-çıkış muayeneleri ile tutuklu ve hükümlülerin muayenelerinin uygun fiziksel koşulların, tıbbi muayene için yeterli donanım, zaman ve olanakların, mahremiyet ve gizliliğin sağlandığı, kolluk kuvvetlerinin hiçbir biçimde odada bulunmadığı, kelepçe ve benzeri biçimde kısıtlanma olmadığı şartlarda yapılması gerekmektedir.

Polis ya da diğer kolluk güçleri hiç bir zaman muayene odasında bulunmamalıdır. Muayeneyi yapan hekim, hastanın sağlık görevlilerinin güvenliğine ilişkin ciddi bir risk oluşturduğuna ilişkin net bir kanıt olduğunda ve bunu yazılı olarak belirtmek koşuluyla muayene sırasında odada başka görevlilerin bulunmasını isteyebilir.  Böyle bir durumda hekimin talebi üzerine muayene sırasında yardımcı sağlık personeli, ve İstanbul Protokolü’ne göre yardımcı sağlık personelinin sağlanamaması halinde ve ancak kesinlikle zorunlu olan durumlarda polis veya diğer kolluk görevlileri değil o sağlık kuruluşunun güvenlik personeli, hasta-hekim görüşmesini işitebilme mesafesi dışında durması kaydıyla çağrılabilir. Bu durum düzenlenen raporda kayıt altına alınmalıdır. Kişinin kaçma şüphesine dayanarak oda içinde güvenlik görevlisi bulunması yoluna gidilmemelidir. Çünkü kaçma şüphesi; oda dışında güvenlik tedbiri alınarak bertaraf edilebilecek bir risktir.

Hastaların muayene ortamına ilişkin uygun fizik koşulların ve hasta mahremiyetinin sağlanamaması durumunda hekim tarafından mutlaka kaydedilmesi ve uygun ortam sağlanamadı ise yetkililere yazılı bildirimde bulunulması ve muayenenin tutanakla reddedilmesi gerekmektedir. Hasta yararı ön plandaysa tutanak tutularak muayeneye devam edilebilir. Muayenede Sağlık Bakanlığı’nın 22.09.2005 tarihli ve B100TSH013003-13292 sayılı Adli Tabiplik Hizmetlerinin Yürütülmesinde Uyulacak Esaslar konulu Genelgesi’nin ekindeki adli rapor formları kullanılmalıdır.

Gözaltında ya da cezaevinde olanların muayenelerinin tıbbi etik ve İstanbul Protokolü ilkelerine göre yapılmaması ve tıbbi raporların buna uygun düzenlenmemesi, Dünya Tabipleri Birliği etik ilkeleri ve uluslararası hukuk normları açısından “işkence bulgularının gizlenmesi’” ve “hekimin işkenceye katkıda bulunması” olarak değerlendirilmektedir. İstanbul Protokolü ilkelerine aykırı olan sözlü emirlere, baskılara boyun eğdiklerinde hekimler, uzun vadede  -etik ve hukuki- ciddi bir risk almış olurlar. Hekimlerin yaşadıkları tüm olumsuzlukları kayıt altına alması hekim ve muayene ettiği birey yararına olacaktır. Ayrıca işkence altında alınan ifadelerin hukuki geçerliliğinin olmadığı bilinmektedir.”

TİHV tedavi ve rehabilitasyon merkezlerine başvurun

Açıklamada son olarak hekimlere yönelik olarak “etik ilkelere, hekimlik yeminine bağlı kalmaları” vurgulanırken, gözaltında şiddete maruz kalanlara ilişkin olarak ise rehabilitasyon desteği için, “TİHV tedavi ve rehabilitasyon merkezleri”ne başvur çağrısı yapıldı.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.