YENİ BÜTÜNLEŞME EKSENİ ve STRATEJİK BİR YAKLAŞIM
Mehmet ASLAN (Ekonomist)
TİGRİS HABER - Ekonomist Mehmet Aslan, ilk çağdan Fransız ihtilalına uzanan süreci, Ortadoğu’daki bugünkü durumu, MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin ‘Umut hakkı’ mottosuyla, Kürt meselesinin çözümüne dönük girişimini bir bütünsellik içinde Tigris haberin okuyucuları için değerlendirdi.
Bütünleşme ve ayrışma:
İlk çağın arkaik yapılarından, bugünün medeniyet modellerine kadar edinilmiş davranışların bir tezahürü olarak süregelmiştir.
Bütünleşme ve ayrışma mekanizmasının temel dinamiği, geçmişte olduğu gibi bugün de benzer olanın yeniden inşası ve benzer olmayın ayrışması şeklinde gelişmiştir.
1789 öncesindeki muktedir yapıların en temel özelliği medeniyetler ittifakı olarak eklemlenmiş olmasıdır. 1789 ihtilalinde gelen ayrışma, belirli özellikleri merkezine almak kaydıyla, temel benzerlikler üzerine geliştirilen yeni bir inşaat çalışmasından ibarettir.
Dil birliği, din birliği, ülkü birliği gibi Wilson prensiplerinde bir kez daha akredite edilen 1789 çizgisi, ulus devlet tezahürü ile 19’uncu yüzyılın sonlarında başlayan ve 20’nci yüzyılın sonlarına kadar süren yeni bir paradigma oluşturdu.
1789 ayrışmasıyla, 20’nci yüzyılın sonlarında (200 yıllık bir iktidar döneminin ardından), yeniden bütünleşik modellerin tartışılmaya başlandığı bir dönemin içerisinde bulduk kendimizi ve bu dönemin tanıkları da olduk.
İhtiyaçlar mı teoriyi oluşturur, yoksa teori mi ihtiyaçlar üzerine bina edilir?
Bunu Amerika gibi muktedir bir devlete sorduğunuz, tavuk-yumurta ikilemine cevap veren mağrur horoz gibi; “ben polemiğe girmem işimi yaparım diyecektir”, ancak bu ikilem ciddi bir şekilde tartışılmayı hak ediyor.
Yukarıda sözü edilen ikilem için ilk etapta Huntigton’un kapısını çalmamız gerekir.
Huntington’un 1993 yılında Foreign Affairs’te yayımlanan ve 1996’da kitaplaşarak dünyanın dört bir köşesine ulaştıran “Medeniyetler Çatışması” adlı eseriyle, bir anlamda 1789 mirası ulus-devlet nosyonunun dönüşmesi gerektiğini dünyaya deklere etmiş oluyordu.
Huntington’a göre çözülmesi beklenen ulus-devlet yapılarının yeri “medeniyet” olarak ifade ettiği ana çatışma eksenlerinin biçimlenmesiyle yeniden doldurulacaktı. Onun görüşlerine göre soğuk savaş sonrası dünyayı kültürel ve dini kimlikler belirleyecekti.
Bu teoriye göre dünyayı yeniden dizayn edecek ana çatışma eksenlerinin başlıcaları Hıristiyanlık (özellikle Ortodoksluk, Katoliklik üzerinden), Müslümanlık (Sünni ve Şii eksenli çatışma), Latin ülkeleri, Çin, Budizm, Hint medeniyeti, Sahra altı Afrika vs. gibi.
Huntington’un medeniyetler çatışması tezi için sahne, umulandan çok daha kısa sürede hazırlandı. Hatta 1991’in hemen başında, Huntington’un teorisi şekillenmeden iki yıl önce, ABD’nin Irak’ı işgaliyle medeniyetler çatışması tedricen başlamış oldu.
Amerika Birleşik Devletlerinin siyasal projeksiyonlarıyla da örtüşen Huntington tezlerinin sahada tam anlamıyla uygulanabilmesi içinçok önemli iki gelişme yaşandı:
- 11 Eylül 2001’deki ikiz kulelere yapılan El-Kaide saldırısı
- 7 Ekim 2023’te İsrail’e planörle yapılan Hamas saldırısı
11 Eylül saldırılarının hemen sonrasında Amerika’nın Afganistan işgali başladı, yaklaşık 10 yıl süren insan avı sonrasında 2011 yılında El Kaide lideri Usame Bin Ladin ailesiyle birlikte kaldığı Pakistan’daki evinde etkisiz hale getirildi.
Yine 11 Eylül 2001’in hesabıyla ilişkilendirilen diğer bir konu da Irak’la ilgiliydi. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush, Irak’ın da 11 Eylül saldırılarının arkasında olduğunu açıklayarak diğer hedeflerinin Saddam Hüseyin olduğunu ilan etmişti. Bu kapsamda 20 Mart 2003 tarihinde başlayan Irak işgali, yaklaşık 45 gün sonra Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle sona erdi. Saddam’ın devrilmesiyle Irak’ta yeni dengeler oluştu. Yapılan anayasa değişikliğiyle Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi(IKBY) yasal statü altına alındı, devamındaki seçimler neticesinde Mesut Barzani IKBY başkanı, Celal Talabani ise Irak’ın ilk Arap olmayan cumhurbaşkanı olarak seçilmiş oldu.
11 Eylül 2001ikiz kuleler saldırısı ABD’ye Huntington tezlerini sahada uygulama fırsatı sağladığı gibi, 7 Ekim 2023 Hamas saldırısı da İsrail’e aynı ezber üzerinden giderek bir medeniyet çatışması sahnesi açmasını sağladı. Her iki olay ABD-İsrail tezlerinin sahada uygulanmasını kolaylaştırdı. 7 Ekim 2023 saldırılarında çoğu sivil 1200 kişi yaşamını yitirirken, İsrail’in Gazze ve Beyrut saldırılarında çoğu sivil 50 bine yakın kişi yaşamından oldu.
Milliyetçi Hareket Partisi için önerilen bütünleşme stratejisine Huntington ile başlamanın nedeni, içinde bulunduğumuz günlerde bu tezlerin hayat bulmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle Suriye’de belirsizlik ve kaosun öne çıkmasıyla, teorinin bizzat yaşadığımız topraklarda ve daha geniş olarak da Ortadoğu coğrafyasında test edildiğini görmekteyiz.
Huntington’un teorisi içinde yaşadığımız topraklarda test sürüşünün başlamasından bu yana, bu hadise Türkiye’nin seçimleri, hükümet seçenekleri, koalisyon, istihdam ve üretim konuları gibi temel bir iç siyaset hadisesi hükmünde, hatta bunun da ötesindedir.
Bir yanda Huntigton’un çatı teoremi, diğer yanda ilhamını Friedman’dan alan şok doktrini Suriye ve Irak’ta yeni bir süreç başlatmış durumda. Şok doktrini aynen şunu söylüyor: “büyük ölçekli bir değişim gerçekleştirmek, mesela bir bölgeyi baştan inşa etmek için kaos etkisi yaratacak felaketlere ihtiyaç var: savaş, doğal afet, darbe veya terörist saldırı gibi…”
Bugün Irak ve Suriye’de şok doktrinin acil ihtiyaç duyduğu kargaşa ve kaos etkisi çok sayıda cihadi yapı ve terörist oluşumlar tarafından tedarik ediliyor.
Sykes-Picot uzlaşmasıyla 1916 yılında Ortadoğu’nun sınırlarını İngiltere ve Fransa çıkarlarına göre çizen yaklaşım, 100 yıl sonra yeni çıkarlara bağlı olarak ve Huntington doktrini çerçevesinde yeniden sahne alıyor.
Teorilerin test edildiği Ortadoğu coğrafyasında iç siyaset ve dış siyaset birbiri ekseninde hızla dönmeye devam ediyor.
31 Mart 2024 Mahalli İdareler Genel Seçimlerini belirleyen jeopolitik koşullar ve dış siyaset kendi mecrasında akarken, bu akışa angaje olmaya çabalayan AK Partinin politikaları sandığa yansıyan iradenin onayından geçemedi. Esasen seçmen sağduyusu ile hem ekonomi politikaları, hem de dış politika tercihlerinde AK Parti’ye ciddi bir uyarı yapmıştır.
14 Mayıs 2023 Milletvekili Seçimlerindeki% 10,07 oy oranının, yaklaşık 10 ay sonra 31 mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerde % 4,99 oranına gerilemesi Milliyetçi Hareket Partisi açısından stratejik olarak değerlendirilmeli ve bir önceki seçime göre her 2 seçmenden 1’inin kaybedilmesini derinlikli olarak analiz edilmelidir.
Seçimlerde alınan oyların değerlendirilmesi, sosyolojik analizler yapılması, seçmen eğilimlerinin incelenmesi her zaman Türkiye siyasal sisteminin ev ödevi olmuştur; ancak MHP’yi konuştuğumuzda artık seçim öncesi ve seçim sonrası değil; 22 Ekim 2024 öncesi ve sonrası olarak analiz edilmesi gereken bir partiden söz ediyor olacağız.
Milliyetçi Hareket Partisinin Türkiye siyasetindeki vizyonu açısından artık önünde çok önemli bir tarih duruyor:
22 Ekim 2024
Bu tarih MHP için varlık ve yokluk çizgisi olarak anılacaktır. Elbette sadece MHP için değil Türkiye Cumhuriyeti açısından da çok net bir dönüm noktasını ifade etmektedir. MHP, bizzat lideri sayın Devlet Bahçeli’nin ağzından tahayyül edilmesi kolay olmayan bir vizyon ortaya koymuş oldu. 22 Ekim 2024toplantısında ifade edilen ve bir dönemi açıp, başka bir döneme kapatacak içerikteki sözler aşağıdaki gibiydi:
“Ne ABD, ne AB, ne Irak, ne Suriye, ne de bir başka ülkeyle birlikte içimizdeki bazı mihrakların Kürt kardeşlerimizin sözcüsü ve vasisi olması asla, kata imkânsızdır.
Birinci hüküm cümlem şudur:
TBMM’de her meselenin ele alınıp milli ve müşterek akılla çözümü mümkün ve hatta mecburidir.
Eğer terörsüz bir siyaset, terörsüz bir ülke, terörsüz bir gelecek hususunda herkes ittifak halindeyse o halde değil elimizi taşın altına koymaya, gövdemizi koymaya varız ve buradayız.
Geçen haftaki grup konuşmamda demiştim ki;
“Türkiye’ye getirilirken, “her türlü hizmete hazırım” diyen teröristbaşı, buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin.”
Bu çağrımın içyüzünü henüz anlamayan, anlasa bile işine gelmediğinden saptırmaya çalışanlar çok sayıdadır.
Türk ve Türkiye Yüzyılında terörü sıfırlamak, milli birlik ve beraberliği çelikleştirmek amacına matuf ikinci hüküm cümlem şöyledir:
Teröristbaşı işin içinde olmazsa bir şey çıkmaz diyenlere de sesleniyorum;
Şayet teröristbaşının tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun.
Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın.
Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, “Umut Hakkı”nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.
Ne Kandil, ne de Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, bu ağır ve tarihi terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın.
Hodri meydan, buna varız; vatan, millet, devlet, bayrak, ortak gelecek ve tam bağımsızlık için bunu dahi sineye çekmeye sonuna kadar hazırız.
Türkiye ve Türk milleti için her fedakârlığı yapmaya, her çileye katlanmaya, lazım gelen her adımı atmaya kararlıyız, inançlıyız, tarih huzurunda diyorum ki, yeminliyiz.
“Yeni Yüzyıl, Yeni Hayat, Yeni Türkiye” temelinde bagajları boşaltalım ve milli ülküleri hep birlikte yakalayalım.”
Bu tarihi konuşma toplumun her kesiminde oldukça yoğun bir şekilde tartışıldı ve tartışılmaya da devam ediliyor. Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı konuşmanın öznesinin Türkiye’de yaşayan Kürt vatandaşlar olduğu anlaşılıyor; ancak konuşmanın arka planında, yeniden şekilleneceği anlaşılan Ortadoğu coğrafyası, İsrail’in olası stratejileri ve özellikle de Suriye’de yaşanan gelişmelerin yeni statükolara dönüşme ihtimallerinin olduğu da anlaşılıyor.
Çok yönlühassasiyetlere sahip Türkiye’de, sağ yelpazede yer alan ve merkezini milliyetçiliğin oluşturduğu bir siyasi parti liderinin yaptığı bu konuşma oldukça riskli olmakla beraber, aynı zamanda çok güçlü bir vizyonu da ifade etmektedir.
Öncelikle MHP açısından temel sorunlar ve bu sorunlar için çözümler tanımlanmalıdır. Aşağıda sıralanan 20 soruluk sorunlar (öneriler) setinin yanıtları bize yeni bir bütünleşme ekseni veya ufku sağlayabilir mi?
- MHP’nin kalesi olarak tanımlanan Elazığ bu kimliğinden belirli bir ölçüde uzaklaşmış oldu. Malatya, Şanlıurfa, Bitlis, Van, Bingöl, Muş, Adıyaman gibi illerde nispi bir gerileme yaşandı, neden? Bu illerde yeni bir heyecana yol açacak hikayeler yazılabilir mi?
Öncelikle olağanüstü rejimlerin yeniden şekil verdiği bölge ve bölge illeri üzerine geliştirilen stratejilerde, 1987-2002 arasındaki 15 yıllık dönem bir veri olarak alınmalıdır. Aynı periyot içerisinde bir politika tercihi olarak geliştirilen “göç ettirme” bölgede yeni sosyolojik mecra oluştururken, demografik yapının da biçimlenmesine yol açtı.
1980 öncesinde mesela CHP’nin kalesi olarak nitelendirilen Diyarbakır, son 30 yılın politik dönüşümüne tepkiyle CHP’den en fazla uzaklaşan il oldu. 2002-2024 dönemini kapsayan 22 yılda Diyarbakır’da ve çevre illerde birbirinden ayrışan ve karakteristik özelliklerini netleştiren iki siyasal hat oluştu. Bir hatta HEP’le birlikte gelişen ve Kürt meselesini merkezine alan bir çizgi, diğer hatta ise Kürtlüğü de dışarıda bırakmayan ancak bir üst kimlik olarak ümmeti esas alan çizgi… Ancak son seçimde Doğu ve Güneydoğu Bölgesi seçim sonuçlarından CHP’ye koşullu bir kredi açıldığı da gözlemlenmektedir.
2002-2024 arasındaki 22 yıllık AKP’li dönem, bir anlamda İslam’ı esas alan bir üst kimlik tezahürü olarak ümmet ile etnik kimlik olan Kürtlük arasındaki dengeli rekabete tanıklık etti.
Bölge siyaseti üzerindeki etnisite ve ümmete dayalı dengeli rekabet, dış politikanın içerideki yansımasıyla dengesinden uzaklaşmaya başladı. Özellikle Irak ve Suriye’deki gelişmelerin ivmesiyle Diyarbakır ve çevresindeki illerde bir anlamda kimliksel içe kapanma daha net olarak gözlenmeye başladı.
Özellikle 7 Haziran 2015 seçimlerinde kimliksel içe kapanma hadisesi sandığa yansıyan sonuçlarla teyit edilmiş oldu.
30 Mart yerel 2014 yerel seçimlerinin ardından Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) kazandığı il sayısını 11’e çıkardı (2004 yerel seçimlerinde 8 il kazanılmıştı).2014 BDP 2014 yerel seçimlerinde Güneydoğu Anadolu’daki 6 ilde yüzde 50’nin üzerinde oy alırken, son seçimde % 50’nin üzerinde oy aldığı il sayısını 12 oldu. Bu 12 illerin 8’inde ise oylar % 70 çizgisinin üzerine taşıdı.
2015 SEÇİMİ HDP OYLARI | ||||||
İLLER | OY ORANI (%) | 2011/2015 ARTIŞ | ALDIĞI OY | TOPLAM OY | MV | |
1 | ARDAHAN | 31,48 | 155,52 | 17.944 | 57.001 | 1 |
2 | KARS | 44,64 | 132,50 | 66.674 | 149.359 | 2 |
3 | IĞDIR | 57,21 | 81,45 | 55.411 | 96.855 | 2 |
4 | AĞRI | 78,76 | 92,00 | 191.006 | 242.517 | 4 |
5 | VAN | 78,43 | 61,05 | 553.624 | 705.883 | 7 |
6 | MUŞ | 71,86 | 61,52 | 142.683 | 198.557 | 3 |
7 | BİTLİS | 60,82 | 50,81 | 95.997 | 157.838 | 2 |
8 | HAKKARİ | 87,55 | 9,60 | 128.597 | 146.884 | 3 |
9 | ŞIRNAK | 85,15 | 17,14 | 213.128 | 250.297 | 4 |
10 | SİİRT | 66,23 | 54,78 | 96497 | 145.700 | 2 |
11 | BATMAN | 73,18 | 16,21 | 197.553 | 269.955 | 4 |
12 | MARDİN | 74,09 | 42,15 | 285.281 | 385.047 | 5 |
13 | DİYARBAKIR | 79,79 | 35,88 | 667.139 | 836.119 | 10 |
14 | TUNCELİ | 61,15 | 166,33 | 33.581 | 54.916 | 2 |
14 İL TOPLAMI | 74,25 | 46,75 | 2.745.115 | 3.696.927 | 51 | |
1 | ŞANLIURFA | 39,13 | 81,41 | 319.184 | 815.601 | 5 |
2 | BİNGÖL | 41,89 | 74,54 | 54.258 | 129.538 | 1 |
3 | ADIYAMAN | 22,96 | 253,23 | 71.795 | 312.720 | 1 |
4 | MALATYA | 7,91 | 527,78 | 34.758 | 439.196 | 0 |
5 | ERZİNCAN | 5,51 | 7.161 | 129.911 | 0 | |
6 | ELAZIĞ | 15,25 | 11.630,77 | 48.704 | 319.431 | 0 |
7 | ERZURUM | 17,78 | 14.716,67 | 71.740 | 403.451 | 1 |
8 | GAZİANTEP | 15,20 | 182,00 | 138.628 | 912.374 | 2 |
9 | KİLİS | 3,70 | 2.746,15 | 2.428 | 65.634 | 0 |
9 İL TOPLAMI | 21,22 | 168,22 | 748.656 | 3.527.857 | 10 | |
DOĞU ANADOLU | 42,55 | 120,76 | 1.445.336 | 3.397.173 | 26 | |
GÜNEYDOĞU ANADOLU | 53,52 | 47,94 | 2.048.435 | 3.827.611 | 35 | |
DOĞU+GÜNEYDOĞU | 48,36 | 71,45 | 3.493.771 | 7.224.784 | 61 | |
TÜRKİYE | 13,12 | 99,70 | 6.057.506 | 46.159.639 | 80 | |
Yukarıdaki tablo kimliksel açıdan bu içe kapanma hadisesini daha net ifade etmektedir. Tablonun ilk kısmında yer alan iller 7 Haziran’da HDP’nin birinci parti olduğu 14 ilin tasnifi göstermektedir. Doğu Anadolu’dan 8, Güneydoğu Anadolu’dan 6 ilin yer aldığı bu tasnifte HDP oyların % 74,25’ini alarak bu bölgenin Türkiye’nin siyasal iklimi içerisinde kapalı bir havza oluşturması algısına yol açmıştır.
İçe kapanık bir havzaya dönüşme eğilimi sadece HDP’nin seçimde birinci olduğu 14 il için değil, genel olarak da bölge için de geçerlilik oluşturmaya başladığı görünmektedir.
2011 seçimlerinde, Doğu ve Güneydoğu bölgesini kapsayan 23 ilde BDP’nin aldığı oy %28 düzeyinde iken, 2015, 7 Haziran’da, bu oran dramatik bir artış kaydederek % 48’e ulaşmıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus bir seçimden diğerine geçen 4 yıl gibi kısa bir sürede bölge genelindeki %70’in üzerinde oy artışıdır. Diğer bir değişle 5 ille başlayıp, 8 ile çıkan ve son seçimde de 14 ile yükselen kapalı havzaya dönüşme eğilimi, her geçen seçimde, bir öncekine göredaha geniş alanları kapsamasına almaktadır.
Seçimlerin sonrasında sandığa yansıyan sonuçların bir kapalı havza hüviyeti ortaya çıkarması iki seçeneğe dikkatleri yöneltmeyi gerektirir:
- Bir mikro klima gibi içine kapanık bu havzaya nasıl angaje olunur.
- Kabuğunu iyice sertleştirmeye başlayan bu kapalı alanın yeniden açılarak, bütünlük sağlamasının yöntemleri nelerdir.
Sandıktan yansıyan sonuçlar bir anlamda 7 Haziran sonrası bölgede yeni angajman kurallarının oluşması yolunu açtı. Bu angajmanlar sıralanırsa:
- Kimlik meselesinin siyasetin esaslı bir unsuruna dönüştüğü gözlenmektedir
- Bütünleşme stratejilerinin kimlik ve inanç eksenli olarak tanımlanması daha pragmatik sonuçlar oluşturabilir.
- Kimlik ve inanç gibi asli eksenler haricinde, bölgesel kalkınma, gelir dağılımı, eğitim, istihdam, kentleşme gibi tali eksenler de bir manevra alanı olarak dikkate alınmalıdır.
Bölgede siyasetin esaslı bir unsuruna dönüşen “kimlik” konusu, MHP’nin seçim beyannamesinde belirttiği gibi karşı durulması gereken bir unsur ise, o zaman arka kapı stratejiler üzerinden bölgeye giriş sağlamak bir tercihe dönüşebilir.
MHP’nin daha önce güçlü olduğu veya en azından parlamentoda temsiliyeti bulunan illerde kimlik siyasetini aralayarak yeniden “var olması” için hedef alınan illerde bir anlamda “arka kapı” siyaseti bir yönteme dönüştürebilir.
Şanlıurfa ve Diyarbakır gibi önemli metropol kentler için en önemli arka kapı GAP’tır. Özellikle Diyarbakır’ın bir anlamda siyaset çemberine sıkışmış olması, kentte ekonomik ve sosyal dönüşümün en önemli etkeni olan GAP’ın sahipsiz kalmasına yol açmıştır. 2008-2012 arası GAP eylem planı ile AKP hükümetinin sahiplendiği, ancak bölgedeki istikrarsız ve çatışmalı durumlar nedeniyle uzak durduğu projeye kentin dinamikleri de kayıtsız kalmıştır.
Ekolojik öncelikler veya geçiş koridorlarının engellendiği gibi gerekçelerle PKK’nın da karşısında durduğu proje için bölge halkının umutlu bir beklentisi söz konusu. 1 milyon 800 bin hektar alanlık sulama hedefinin, % 60’lık kısmı Şanlıurfa ve Diyarbakır topraklarında yer almaktadır. Türkiye’nin en büyük sulama projesi olan Silvan Barajı projesi tamamlandığında 245 bin hektar tarımsal alan, sulama kapasitesine sahip olacaktır. Her iki il de tarıma dayalı sanayileşme ve dünyanın sayılı stratejik gıda merkezleri olma potansiyeline sahip. Kimlik projesi aralanıp bir yol bulunmak ve bölgeye ulaşılmak isteniyorsa GAP doğru bir köprü işlevi görecektir.
Elazığ, Malatya, Adıyaman ve Gaziantep aksında kimliğe dayalı olmaksızın yeni bir siyaset inşası mümkün. Özellikle 10 milyar dolarlık ihracat hacmine ulaşmış Gaziantep’in küresel ekonomiye entegrasyonunu sağlayan ticari girişimler siyasetin lokomotifi olmalıdır.
2022 yılında Türkiye’nin kara ticaretinin % 40’ını gerçekleştiren ve yılda 2 milyona yakın aracın giriş ve çıkış yaptığı Habur sınır kapısı Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Şırnak ve Diyarbakır ticaretinin can damarını oluşturmaktadır. Habur gümrük kapılarına yeni peronların eklenmesi, nehir üzerinden geçişleri sağlayan yeni köprülerin inşa edilmesi gibi temel konularda MHP’nin bölge iktisadına dahil olması politik eksenini, ekonomi ile zenginleştirmesini sağlayacaktır.
Malatya, Erzurum, Elazığ, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep gibi sanayisi gelişmiş veya gelişmekte olan illerin en temel sorunlarından biri de limana ulaşma problemidir. Demiryollarının OSB’ler ile birleşerek tonajlı sanayi ürünlerini, rekabet avantajı sağlayacak şekilde limanlara ulaştırılması henüz uygulama aşamasında olan bir proje. TOBB ile ulaştırma bakanlığının yaptığı bir protokol kapsamında,demiryollarının rehabilite edilerek limana ulaşım sağlayacak önemli bir proje geliştirildi. Büyük Anadolu Lojistik Organizasyonlar (BALO) isimli projeler ekseninde MHP ve özellikle TOBB gibi iş dünyasının çatı örgütleri arasında işbirliği geliştirilmesi bölge iktisadına dahil olma açısından önemliolacaktır.
- Seçimlerde halkın sandığa yansıyan iradesi tartışılmalı mı? Sandıktan çıkan sonuçlarla parlamentoda temsil edilen Dem Parti ile diyalog kanalları oluşturulmalı mı? Bu kanallar oluşturulacaksa stratejiler ne olmalıdır.
2839 sayılı seçim kanunu ve bağlı yönetmelikler, bunun da üstünde Anayasamızın sınırlarını çizdiği ilkelere bağlı olarak geliştirilen seçimler sonucunda halkın iradesi sandığa yansımaktadır. Türkiyelileşme hedefini önceleyerek seçime giren HDP, 5 milyona yakın vatandaşımızın oyunu alarak parlamentoda temsil edilmeye hak kazandı. Aynı parlamentoda yan yana oturan iki parti arasında iletişim kanallarının kopuk olması, bu iletişimsizliğin toplum katmanlarına inmesine de vesile olacaktır. Bu bağlamda Sayın Devlet Bahçeli’nin Dem Partimilletvekilleriyle tokalaşması önemli bir adımdır. İletişimsizliğinbir sorun olmaktan çıkartılması yeni başlangıçlara vesile olacaktır.Meşruiyet meselesine dayanılacaksa eğer, “yasal olan, ancak meşru olmayan” gibi kavramlar üzerinden polemik oluşturarak, yasalar kapsamında oluşmuş bir siyasal partiyi illegalize etmek fayda sağlamayacaktır. Bu nedenle Dem Parti’yle kopuk olan iletişimi geliştirecek kanallar oluşturulması, süreklilik arz eden politika tercihine dönüştürülmelidir. 2009 yılında, parlamentoda Ahmet Türk ve Devlet Bahçeli’nin tokalaşması daha fanatik olan kesimlerin eleştirisine maruz kalsa da toplumun büyük bir kesiminde memnuniyet uyandırmıştı. Aynı şekilde Dem Parti sıralarına uzatılan el de toplumdaki gerginliğin azaltılmasını sağlamıştır.
MHP ile Dem Parti arasında iletişim kanallarının bir anda gelişmesi, tarafların tutumları itibarıyla bir sıkıntıya sebebiyet verecekse, dereceli bir iletişim yöntemi tercih edilebilir. Mesela Dem Parti’nin parlamentodaki temsilcisi ve deneyimli vekili Sırrı Sakıkveya böyle bir profil üzerinden, parlamento dışında ise Ahmet Türk vasıtasıyla iletişim noktası oluşturulabilir. Toplumda karşılığı olan isimler üzerinden iletişim zemini oluşturmak önemli bir başlangıç oluşturacaktır.
- Türk kimliği bütünleşik bir çatı kimlik olarak yeniden tanımlanabilir mi?
Bölünme ve ayrışma unsuru olmayan farklılıkların, tek bir etnik kimliği referans almayan Türk kimliği içerisinde tanımlanması önemli bir adım olacaktır. Alt kimlik-üst kimlik gibi rahatsız edici kavramların dışına çıkartılarak, kimlikler hiyerarşisi gibi bir düzleme oturtmamak koşuluyla Türklük, bir çatı kavram veya bir şemsiye gibi kapsayıcılık bağlamında yeniden tanımlanmalıdır.
- “Farklı kimliklere siyasi ve hukuki statü tanınarak çok parçalı millet yapısı oluşturulmasına” yol açmadan farklı kimliklerin kültürel özelliklerinin korunması nasıl sağlanmalı.
MHP’nin seçim beyannamesinde, “AB ile ilişkileri Türkiye için bir “kimlik ve kader sorunu” olarak görmemektedir. Türkiye’nin ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliği’nin yörüngesinde sürüklenmeye mecbur, mahkûm ve muhtaç olmadığını savunmaktadır” denilmektedir. AB’nin kimlik ve kader sorunu olmadığı anlaşılır bir yaklaşımdır. Ancak Türkiye’nin taraf olduğu uluslar arası sözleşmelerin daha etkin uygulanması sağlanarak özellikle kimlik ve kültüre bağlı hakları da kapsayacak şekilde fonksiyonel hale getirilebilir. BM’nin Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi bu konularda kolaylaştırıcı işlevler üstlenebilir.
Yine AB müktesebatının temel sözleşmelerinden Kopenhag siyasi kriterleriyle güvence altına alınan,
- İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması,
- Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü,
- İnsan haklarına saygı,
- Azınlıkların korunması gibi hususlar da “hak” kavramını güvence altına alan bir argüman olarak değerlendirilebilir.
AB konusunun “olmazsa olmaz” şeklinde bir dış politika argümanına dönüştürülmesi tartışılır yaklaşımdır; ancak AB üyeliğinin, Türkiye için diplomatik bir seçenek olmaktan çıkması da güçlü bir politika olarak tanımlanamaz.
2002 yılından başlayan AK Parti hükümetinin AB üyelik hedefini belirginleştirmesi, Türkiye’nin özellikle Ortadoğu ülkeleri ve komşu ülkeler nezdinde model ülke olarak algılanmasını sağladı. Doğuyla olan güçlü bağları ve köklerini muhafaza ederek laik Müslüman bir kimlik üzerine AB perspektifi oluşturan Türkiye’nin, bu özellikleriyle bir cazibe merkezi olması ve model ülke olarak alınması önemli bir avantajdır ve bu avantajın diplomatik bir seçenek olarak masada durması göz ardı edilmemelidir.
- Merkezi yönetim ve adem-i merkeziyet dengesi içerisinde farklı idari yapılar entelektüel düzeyde tartışılabilir mi?
Merkezi yönetim sistemleri ile adem-i merkeziyet farklı boyutlarıyla tartışmaya açılmalıdır.İspanya, İtalya, Almanya, Avusturya, Kanada gibi dünyanın bir çok ülkesinde uygulanan ve uygulandığı ülkelerin kendi içsel dinamikleri ekseninde geliştirilen sistemleri modifiye etmek yerine, kendi öncü modellerimiz üzerinden bünyemize uygun sistemleri entelektüel düzeyde tartışıp geliştirebiliriz.
Yönetsel modeller ithal etmek yerine bu topraklarda yaklaşık 500 yıl önce başarıyla uygulanmış ve batının kendi sistemlerini inşa ederken ilham aldığı Osmanlı vilayet sistemini bugün yeniden gündemleştirmek mümkün olabilir. Osmanlı’da 1500’lü yılların başında uygulanmaya başlayan vilayet sistemi ile imparatorluk ilk aşamada 6 vilayete, daha sonra 16 ve 32 vilayete ayrılarak bugün batıda uygulananlara ilham olan modern bir yerinden yönetim sistemi geliştirilmiştir. 1515 yılında Osmanlı’nın 5. Eyaleti olan Diyarbakır, kendisine bağlı 24 sancağı ile imparatorluğun en büyük vilayetlerinden biriydi.
MHP Osmanlı vilayet sistemini bugünün koşullara indirgeyerek tartışılmasını sağlayan bir girişime öncülük edebilirve bu tartışmaları yönetsel ihtiyaçlar ekseninde tutabilir.
- İdarenin bütünlüğü ilkesinden vazgeçmeden yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve demokratik yönetim anlayışının tabana yayılması için ara çözümler geliştirilebilir mi?
Türk siyasal geleneğinde idari yönetim sistemleri, ihtiyaçlar üzerinden tartışmaktan ziyade, karşıtlıklar üzerinden tartışıla gelmiştir. Merkezi sistem bizim algımız içerisinde bütünleştirici, merkezi olmayan sistemler ise ayrıştırıcı olarak nitelenir. Öncelikle idarenin yönetim tarzına ilişkin farklı seçeneklerin, tamamen ihtiyaçlar ekseninde tartışılması, bir tercihe ve bir yönteme dönüşmelidir.
Yerelden yönetim, mahalli idari, adem-i merkeziyet gibi idari kavramlar coğrafi önceliklere bağlı olarak anlam bulur.
- Ülkenin coğrafi büyüklüğü nedir?
- Demografik ve sosyal yapısı nasıldır?
- Nüfusu ne kadardır?
- Coğrafi alanlar ve iklim birbirinden ne ölçüde farklılaşmıştır?
- Etnik, dilsel ve dinsel farlılıklar ne ölçüde karakterize olmuştur?
Yukarıdaki sorulara verilen yanıtlar, “hangi idari sistem” sorusunun yanıtına ulaşmayı sağlar. Özellikle ihtiyaçlar ekseninde oluşan yönetsel tercihler için Lihtenstayn önemli örnektir. Bu ülke AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı için en fazla çekinceye sahiptir. Lihtenştayn, 160 km2’lik büyüklüğüyle, Türkiye’nin en küçük ili olan Yalova’nın (850 km2) beşte birinden daha da küçüktür. Türkiye’nin ancak orta büyüklükte bir kasabası kadar alana sahip bu Avrupa ülkesinin, AB şartının 9 maddesine çekince koyması son derece anlaşılır bir mevzudur. Lihtenştaynküçük bir merkezden ibaretken, bir avuç toprağını yerelden yönetmek elbette mantıklı bir seçenek olmayacaktır. Lihtenştayn’dan yaklaşık 5.000 kat daha büyük olan ve nüfus olarak da 240 dünya ülkesi içerisinde 18. sırada bulunanTürkiye’nin, Lihtenştayn ile aynı kaygıları taşıyarak AB Şartı’nın 7 maddesine çekince koyması ise son derece kırılgan bir ruh halinin tezahürüdür.
MHP’nin “hassasiyet” içeren bu konulara soğukkanlı bir cerrah gibi yaklaşması bir yöntem olarak benimsenebilir. Gerek ABD, gerek AB ülkelerinde “ting tang”, “brainstorming” gibi kuruluşların bu tarz “cerrahi” yaklaşımları ufuk açıcı sonuçlara yol açmaktadır. “İyi senaryo”, “kötü senaryo” karşıtlığı üzerinden şeytanın kuyusuna taş atacak düzeyde her konu, algısal bir kırılma yaratmadan tartışılabilmelidir. MHP’de kendi siyasal perspektifi içerisinde “iyi senaryo” ve “kötü senaryo” kapsamına giren her konunun tartışılabilir olduğu bir düzlem oluşturmalıdır.
- GÜNGİAD’ın (Güneydoğu Genç İşadamları Derneği) “denetimli özerklik” önerisi bir model olarak tartışılabilir mi?
Mayıs 2014’te Diyarbakır’da faaliyet yürüten iş dünyası STK’larından biri olan GÜNGİAD, “denetimli özerklik” ismini verdiği bir kavramı tartışmaya açtı. Yapılan açıklamada özellikle DTK (Demokratik Toplum Kongresi) tarafından yapılan tek yanlı özeklik açıklaması eleştirilerek şu görüşler ifade edilmektedir:
“GÜNGİAD olarak, önerimizin asıl amacı, toplumda (özellikle Türkiye'nin batısında) oluşmuş olan gerilimi dağıtmak ve bu meselenin karşılıklı restleşmelerle kilitlenmesine engel olacak bir çözüm üretmektir. Tepkisel ve tek yanlı olarak yapılan özerklik açıklamalarının hem gerilimi artıracağına, hem de çözümden ziyade çözümsüzlüğe yol açacağına yaşadığımız deneyimlerle tanık olduk. 14 Temmuz 2011 tarihinde herhangi bir müzakere arayışı olmaksızın tek yanlı olarak ilan edilen demokratik özerkliğin, işlerlik kazanamamasının en önemli nedeni ‘uzlaşma’ yerine ‘restleşme’ içeren yaklaşımı esas almasıdır.
‘Özerklik’ gibi çok önemli bir konu, kendi içerisinde bir mantığa ve stratejiye sahip olmalıdır. Doğrudan siyasal bir süreç olarak gündeme getirilmesinden çok, Türkiye’nin daha pratik bir şekilde yönetilmesine olanak sağlayacak, idari, ekonomik, sosyal ve siyasal bir süreç olarak tasarlanmalıdır. Daha iyi, daha pratik, daha etkin ve daha verimli bir idari yapı oluşturması beklenen ‘özerklik’ kavramının çatışma konusu yapılması, bu işin özünden uzaklaşmamızı sağlayacaktır. Türkiye’de, alternatif yönetim seçeneği olarak “özerklik” veya yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konusunun uzun süredir tartışıldığını biliyoruz. Türkiye’nin bu konuda, kapılarının açık olması mesafe almak açısından en önemli avantajımızdır. Ancak atılacak adımlar, karşılıklı olarak gerilimleri artıracak nitelikte olursa, şu anda açık olan kapıların yavaş yavaş kapanması kaçınılmaz olur”
Aynı açıklamada bir yıllık pilot uygulama dönemi içerisinde özerkliği kendi mecrasından çıkartmayacak bir denetim mekanizması da önerilmekte ve “Denetim ile özerkliğin özüne uyulup uyulmadığı konusunda toplumun vicdanında itibarı ve karşılığı olan sivil insanların yol gösterici olmasından söz edilmektedir. Bu kılavuzluğun esas amacı ise özerklik konusunun kendi ekseninde gelişmesi, kendi mecrası dışına çıkmamasını sağlamaktır”, denilmektedir.
Yukarıda belirtilen “ting tang” veya “brainstorming” ile tam da böyle bir yaklaşım tarif edilmektedir.
“denetimli özerklik” meselesinde olduğu gibi, birinci öncelik tartışmanın veya fikir önermenin önündeki duvarların kaldırılmasıdır.
- “Kürtsorunu dediğimiz olay maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir” diyerek parti programında meseleyi tarif eden AK Partinin yönteminde olduğu gibi, MHP Parti Programında da bu tür bir metafor üzerinden sorunu tarif edilebilir mi?
MHP’nin yönetim kadrosu vasıtasıyla zaman zaman ifade edilen “Kürt kökenli kardeşim” ifadesinin daha ileriye taşınarak kavramlaştırılması ve parti programına dahil edilmesi tartışılmalıdır.
AK Parti programında, geniş soluklu bir cümle içerisine gizlenen “Kürt sorunu Türkiye’nin bir gerçeğidir” ifadesi, bölge ile kurulan iletişimin ilk adımıdır. MHP’nin bu doğrultuda ilk adımlara ihtiyaç duyduğu açıkça görülmektedir. Hızlı bir koşma temposunu yakalamayı sağlayacak olan küçük adımlardan imtina edilmemelidir.
Küçük adımların büyük adımlara dönüşerek bir koşu temposun ulaşması eylemi, MHP’nin temel prensiplerini zedelemeyecek bir şekilde kurgulanabilir.
Maliye politikasının önemli bir yöntemi olan “pump priming”, MHP için bir başlangıç stratejisi olarak önerilebilir. Pump priming metodu esas olarak kurumuş bir kuyudan yeniden su çekebilmek için, o kuyuya, en azından yeniden pompalamayı sağlayacak bir tas suyun dökülmesidir. Bugün gelinen noktada bölge illeriyle güçlü bağlar geliştirebilmek için bir tas suyun harcanması konusunda çekinik davranmaktan kaçınılmalıdır.
- AKP’nin Kürt meselesine yaklaşımı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde önemli oranda oy desteğine dönüşerek iktidarın tescil edilmesi sağlamış, ancak bölgeye mesafeli yaklaşımın etkisiyle,Diyarbakır örneğinde olduğu gibi oy oranlarının %40’lardan, %20’lere çekilmesine neden olmuştur.
2002’den 2024’e kadar geçen seçim döneminde AK Parti’nin tek parti yönetiminin en büyük dayanaklarından birisini doğu ve Güneydoğu’da aldığı oylar oluşturdu.
AK PARTİ VE HDP ÇİZGİSİNİN SON 5 SEÇİMDE BÖLGE PERFORMANSI | |||
SEÇİM YILI | AK PARTİ | HDP | TOPLAM |
2007 | 53,20 | 23,80 | 77,00 |
2009 | 38,70 | 28,00 | 66,70 |
2011 | 48,25 | 31,60 | 79,85 |
2014 | 47,20 | 31,50 | 78,70 |
2015 | 33,58 | 48,36 | 81,94 |
Yukarıdaki tablonun da açıkça ifade ettiği gibi 7 Haziran 2015 seçimlerinde, bir önceki seçime göre yaklaşık % 30’luk oy kaybı oluşmasına rağmen, AK Parti iktidarının temel dayanağı bölgeden aldığı oylardır. Yıllar içerisinde bakıldığında, özellikle 2011-2015 arası seçimlerde % 80 civarındaki toplam oylar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde iki partili bir sistemin yerleşmiş olduğunun göstergesidir.
AK Parti, 2011 genel seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki 23 ilden 2 milyon 930 bin oy almışken, 2015 seçimlerinde aldığı 2 milyon 425 bin oy ile önemli bir kayıp yaşayarak yaklaşık 504 bin oy kaybetti.
2015 seçimde 18 milyon 864 bin seçmenin oyunu alan AK Parti’nin bölgede kaybettiği 504 bin oy, aldığı oylarla kıyaslanırsa, yaklaşık % 2,7’lik bir kayba uğradığı görülür.
Yüzde 40,80 oyla 258 milletvekili kazanan AK Partinin bölgede kaybettiği %2,7’lik oy oranı, aldığı oya eklendiğinde % 43,5’luk bir orana ulaşılmaktadır. Seçim öncesi yapılan projeksiyonlarda %43,5 civarındaki oy oranının AK Partiye 276 milletvekili kazandırarak, tek başına iktidar yapabileceği belirtilmekteydi.
Sadece bölge illerinden kaybettiği oyların AK Partiye bir iktidar kaybı yaşattığı 2015 seçiminin yarattığı şok sonuç, seçimin geçersiz kılınarak 4 ay sonra tekrarlanmasına yol açtı. Ak Parti açısından yaşanan bu kaybın nedenlerinden biri de, seçimden birkaç ay öncesine kadar “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak nitelenen toplantı ile üst düzeyde temsil sağlanan “çözüm süreci” görüşmelerinin dumanı tüterken, bir anda seçime yönelik bir strateji bağlamında çözüm sürecinin red edilmesi olmuştur.
- MHP'nın Kürtlere yönelik kucaklama stratejisi ne olmalıdır.
Bütünleşme ve ayrışma:
MHP’nin çok ender olsa da Kürtlere yönelik pozitif beyanları ve girişimleri dışarıda tutulduğunda, tercih ettiği yöntemin polarize edici olduğu gözlenmektedir. Söylem düzeyinde, MHP’nin her siyasal zeminde ifade ettiği bütünleşme argümanı, doğru modellenmediği ve doğru bir terminoloji üzerinden ifade edilmediği için, mekanik bir şekilde kendi karşıtını üretmiş ve bütünleşmeden ziyade, bilinçlerde ayrışmaya parantez açmıştır.
MHP’nin son 40 yıl içerisinde Kürt meselesine yaklaşımında vardığı noktanın “terör sorunu” düzleminde olmadığını, ancak bu düzlemin dışında durmadığı bir pratiği içerdiği söylenmelidir. Sayın Bahçeli’nin tarihi açıklamasından sonra “terör sorunu” yanında “Kürt sorunu” veya “kimlik sorunu” gibi kavramlara da kapının açılması siyasi angajmanlardaki güncellenmenin ifadesidir.
Tepkisel milliyetçi refleksler bir “bütünleştirme” kaygısı içermesine rağmen, tercih edilen yaralayıcı ve hakim üslup istemeden de olsa ayrışmaya giden yolun basamaklarını döşemektedir.
Yarım yüzyıllı deviren ülkücü hareket, Kürt meselesi konusunda diplomatik bir üslup geliştirebilecek deneyime sahiptir.Küçük jestlerle büyük uzlaşmaların sağlandığı diplomasi lisanı temel davranışa dönüştürülebilir.
Kasım 2009 tarihinde gerçekleşen Sayın Devlet Bahçeli ve Sayın Ahmet Türk’ün tokalaşmasında olduğu gibi, 2 Ekim 2024’te Dem Partili vekillerle tokalaşma ile 22 Ekim 2024 tarihli tarihi konuşmanın topluma pozitif bir iyimserlik olarak yansıdığı dikkate alınmalıdır.
Türkiyelileşme hedefiyle seçmenin karşısına çıkan ve 35 yıllık siyaset geçmişi içerisinde doğu ve güneydoğu seçmeninden istikrarlı bir destek gören Dem Parti çizgisi ile gelişecek iletişim kanalları, tokalaşma jestlerinin çok daha ötesinde, 22 Ekim konuşmasıyla yeni bir aşamaya taşınmıştır.
Diplomasi geleneği, en zor konularda bile çözüm üretebilme becerisi içerir. AK Parti ve MHP yönetimi, devlet yönetme avantajıyla, bu konuda doğru adımlar atma becerisi geliştirdi. Devlet yönetme pratiğinden kaynaklı doğru adımlara en önemli örnek “milli birlik, kardeşlik ve toplumsal bütünleşme projesi”ydi. Aslında çözüm sürecinin birinci safhası olarak gelişen proje, toplumun sürece aşina olmasını sağlamak amacıyla “çözüm” ya da “barış” gibi isimlerle tanımlanmayıp, toplumsal bütünleşme yaklaşımı ile konuya bir anlamda yumuşak iniş yapılmıştı.
Yukarıda değinilen çözüm sürecinin birinci aşamasına yönelik diğer bir stratejik hamle, sürecin Beşir Atalay ismi etrafında şekillenmesiydi. Medya ve kitle iletişim araçları üzerinden geliştirilen bu kişiselleştirme çabası ile AK Partinin tüzel kişiliği polemiklerin dışında tutulmuştur.
Diploması iletişim olanaklarını kendi içerisinde büyütür…
İletişim kanallarını açmak bir tercih olarak netleşmişse, doğru yöntemler diplomasi mekaniği içerisinden çekilip alınabilir.
Diplomasi mekaniği içerisinde son zamanlarda revaçta olan “Contact Point” veya “Key Person”, kolaylaştırıcı yöntemler olarak tercih edilebilir. Bağlantı noktası veya anahtar kişi denilen profiller üzerinden iletişim kanalları geliştirilebilir.
Key person profilini karşılayan isimler üzerinden adımlar atılabilir. Dem Parti çatısı altında Ahmet Türk gibi bir profile karşılık, MHP’de kendi içerisinde böyle bir profil tanımı yaparak iletişim sistematiği için doğru hamleler geliştirebilir.
- Doğuda yeni örgütlenme modelleri ve taktikleri ne olmalı, merkez olarak hangi iller belirlenmeli.
Elazığ, Erzurum, Gaziantep gibi illerde örgütlenme kendi mecrası içerisinde gelişebilir, ancak diğer illerde farklı stratejiler geliştirilmelidir.
Özellikle bölge oylarının HDP’de konsolide olduğu 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına, diğer seçimlerden daha fazla projeksiyon tutulmalıdır.
MHP 2015 GENEL SEÇİMİ | |||||
İLLER | OY ORANI (%) | 2011/2015 ARTIŞ | ALDIĞI OY | TOPLAM OY | MV |
ARDAHAN | 7,64 | -23,52 | 4.353 | 57.001 | 0 |
KARS | 13,82 | -19,93 | 20.641 | 149.359 | 0 |
IĞDIR | 27,06 | -20,62 | 26.212 | 96.855 | 0 |
AĞRI | 2,42 | 9,01 | 5.857 | 242.517 | 0 |
VAN | 2,20 | -26,42 | 15.552 | 705.883 | 0 |
MUŞ | 1,81 | -56,07 | 3.584 | 198.557 | 0 |
BİTLİS | 3,69 | 16,40 | 5.821 | 157.838 | 0 |
HAKKARİ | 2,28 | 121,36 | 3.354 | 146.884 | 0 |
ŞIRNAK | 2,45 | 107,63 | 6.142 | 250.297 | 0 |
SİİRT | 2,31 | 108,11 | 3.361 | 145.700 | 0 |
BATMAN | 0,95 | 66,67 | 2.555 | 269.955 | 0 |
MARDİN | 1,00 | 61,29 | 3.865 | 385.047 | 0 |
DİYARBAKIR | 0,98 | 27,27 | 8.207 | 836.119 | 0 |
TUNCELİ | 5,86 | 171,30 | 3.217 | 54.916 | 0 |
14 İL TOPLAMI | 3,05 | -12,82 | 112.721 | 3.696.927 | 0 |
ERZURUM | 23,40 | 75,68 | 96.118 | 410.761 | 1 |
BİNGÖL | 2,59 | 94,74 | 3.354 | 129.498 | 0 |
ELAZIĞ | 20,04 | 38,40 | 85.128 | 424.790 | 1 |
MALATYA | 11,49 | 40,98 | 52.091 | 453.359 | 0 |
ADIYAMAN | 4,20 | -8,70 | 13.131 | 312.643 | 0 |
ŞANLIURFA | 5,65 | 88,33 | 43.196 | 764.531 | 0 |
ERZİNCAN | 16,69 | 79,27 | 21.687 | 129.940 | 0 |
GAZİANTEP | 17,97 | 91,17 | 163.967 | 912.449 | 2 |
KİLİS | 35,61 | 70,06 | 23.375 | 65.642 | 1 |
9 İL TOPLAMI | 13,93 | 67,32 | 502.047 | 3.603.613 | 5 |
DOĞU ANADOLU | 10,12 | 20,59 | 356.746 | 3.523.918 | 2 |
GÜNEYDOĞU | 6,83 | 74,31 | 258.022 | 3.776.622 | 3 |
DOĞU+GÜNEYDOĞU | 8,42 | 38,62 | 614.768 | 7.300.540 | 5 |
TÜRKİYE | 16,29 | 25,21 | 7.519.168 | 46.159.639 | 80 |
Tablodan ilginç sonuçlara ulaşılmaktadır. Öncelikle düşünülen ve beklenilenin aksine Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde MHP’nin ciddi oranda oylarını artırdığı, Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesi birlikte değerlendirildiğinde ise en yüksek oy artışının Güneydoğu Anadolu bölgesinde olduğu görülecektir.
2011 genel seçimlerinde Güneydoğu’da % 3,92 oy alan MHP, 2015 genel seçimlerinde oy oranını % 6,83’e çıkartarak, % 74,3’lük keskin bir artışa ulaşmıştır. Kümlatif olarak 260 bin oya karşılık gelen MHP oylarının yeterli olmadığı açıktır, ancak oransal artışlar da dikkate değer düzeylere ulaşmıştır
Doğu Anadolu bölgesi için benzer değerlendirme yapıldığında MHP’nin oylarını 2011’e göre toplamda % 20,6 oranında artırdığı görülmektedir. Özellikle Doğu Anadolu bölgesinde beklenen artışın gerçekleşmemiş olmasında, MHP’nin nispeten güçlü olduğu bölgelerdeki oy kayıpları etkili olmuştur.
Bu açıdan bakıldığında özellikle Doğu Anadolu’da MHP belirli bir tabana sahip olduğu güçlü illerde oy kaybı yaşarken, nispeten zayıf olduğu illerde ise önemli artışlar sağlamıştır. Mesela Ardahan, Iğdır, Kars gibi illerde % 20’ler civarında oy kayıplarının yaşandığı görülürken, Erzincan, Erzurum, Elazığ, Malatya, Gaziantep, Kilis gibi illerde ise % 50 ile % 100 civarında keskin artışlar gözlenmektedir. Özellikle 164 bin civarında seçmen ve % 18’lik oy oranıyla % 91 civarında artış gösteren Gaziantep, bölge ortalamalarını pozitif olarak etkilemiştir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerini birlikte değerlendirdiğimizde ise % 8,4 oy oranı ile önceki genel seçime göre % 38,6’lık artış sağlanırken toplamda 615 bin seçmenin desteği sağlanmıştır.
Merkez olarak belirlenecek illere ilişkin analiz yapıldığında öncelikle Diyarbakır, ardından da Şanlıurfa’nın mukayeseli avantajlara sahip oldukları gözlenmektedir.
Neden Diyarbakır?
7 Haziran 1990 yılında, Kürt meselesini eksen alan HEP’in kuruluşundan bu güne geçen 25 yıllık sürede Diyarbakır politik merkeze dönüştü. Diyarbakır’ın güneyinden başlayarak doğu, kuzeydoğuya dönen yay içerisindeki Mardin, Batman, Şırnak,Hakkâri ve Van illerinden oluşa 5 ilin siyasi angajmanları büyük oranda Diyarbakır’ın verdiği reflekslere göre şekillenmektedir. Muş, Siirt ve Bitlis illeri de, birinci grupta yer alan 5 il kadar belirgin olmamakla beraber, pozisyonlarını belirli oranda Diyarbakır’ın verdiği tepkiler üzerinden geliştirirler.
Yukarıda zikredilen 8 ildeki belediyeler, ticaret ve sanayi odaları, barolar, esnaf odaları, borsalar, STK’lar ve meslek örgütlerinde, özellikle son yıllarda giderek güçlenen bir eğilimle Diyarbakır’ın rol model olarak benimsendiği ve doğal bir temsilci olarak kabul edilmeye başlandığı görülmektedir.
Bölge illerinin bir tür gönüllülük esasına dayalı angajmanı, özellikle son yıllarda Diyarbakır merkezli ve yoğun katılımlı basın açıklamaları ve kamuoyu açıklamaları ile tescil edilmektedir.Bölgede faaliyet yürüten 42 oda ve borsanın Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odasının çağrısıyla Diyarbakır’da çözüm sürecine destek konusunda ortak basın açıklaması yapması,DTK’nın bölge illerini kapsayan siyasal faaliyet alanını Diyarbakır merkezli olarak yürütmesi,GABB’ın (Güneydoğu Belediyeler Birliği) Diyarbakır merkezli örgütlenmesi ile bölge belediyelerinin koordinasyonunun sağlanması vs…
Yukarıdaki örneklerde ifade edildiği gibi Diyarbakır’ın belirli bir etkiye sahip olduğu coğrafi alan içerisindeki politik, psikolojik ve stratejik bir merkez oluşturma vasfı, bölgeye yönelik politikaların bu kentte merkezileşmesini bir zorunluluk olarak ortaya koyuyor.
Buradan çıkartılacak en önemli sonuç, MHP’nin bölgeye yönelik yeni bir bütünleşme ekseni oluşturmasının yolunun Diyarbakır’dan geçtiğidir.
Bu açıdan bakıldığında Diyarbakır’ı, etkili olduğu arka alana bir anlamda politik dağıtım kanallarıyla ulaşabilen bir tür lojistik merkez gibi de nitelendirmek mümkün.
30 yıllık süreç içerisinde gittikçe olgunlaşmış olan bu merkez-çevre ilişkisi, Diyarbakır’daki yapılanmalar için pratik bir fayda sağlamaktadır.
Diyarbakır’da politik, ekonomik, sosyal vs. gibi herhangi bir bağlamda geliştirilen yapılanma bölge genelinde gerçekleştirilmiş bir oluşum gibi etki sağlayabilir. Bu pratik üzerinden MHP’nin bölge ile daha güçlü bir bağ oluşturabilmesi için mutlaka bir Diyarbakır stratejisi geliştirmek gerekmektedir. Bu strateji parti merkezlerindeki siyasi faaliyetlerin ötesine geçip, daha kreatif modeller üretmelidir: Ting tang kuruluşları, araştırma merkezleri, anket kuruluşları, ekonomik oluşumlar ve bilimsel araştırma faaliyetleri üzerinden geliştirilebilecek modeller örnek olarak sayılabilir.
Diyarbakır, yapılanma merkezi olarak birinci seçenek olarak sunulmakla birlikte, diğer bir güçlü seçenek de Şanlıurfa’da yaratıcı bir örgütlenme modelinin geliştirilmesidir.
MHP ile Diyarbakır arasındaki mesafenin normalden çok daha fazla açılmış olması nedeniyle Diyarbakır’da yapılanma, son seçimlerde alınanyaklaşık 50 bin oy desteğine sahip Şanlıurfa’da ise örgütlenme bütünleşmek için bir model olarak geliştirilmelidir.
- Milliyetçilik ekseni ve bu eksene bağlı tepki ve karşı tepki üzerinden ilerleyen MHP, merkezden çevreye yayılarak daha geniş kitlelere ulaşma stratejisi geliştirebilir mi?
Türkiye’nin siyasi geleneği yaklaşık her 20 yılda bir yaşadığı siyasi gerilimler üzerine polarize olmaya eğilimlidir. Siyasi gerilimlerin yükseldiği bu dönemlerde bazen sivil siyaset çözüm üretmekten uzaklaşır ve daha hakim bir unsurun çözüm üretmesi güçlü bir beklentiye dönüşür. 1980 yılına varıncaya kadar halkın nazarındaki hakim unsur bizatihi ordunun kendisiydi, ancak gittikçe daha da sivilleşen siyaset kendi mekanizması içerisinde çözüm üretme refleksi geliştirdi. Siyasetin güçlü bir şekilde polarize olduğu dönemlerde bir can simidi gibi merkez partilerin oluştuğuna tanık olduk.
1997 yılında siyasetin daralıp kendi içine doğru büzüşmeye başladığı dönemlerde post-modern bir darbe ile eski refleksler üzerinde çözüm bulma çabasına tanık olduk. Milli görüş geleneği içerisinde çıkan ve farklı eğilimleri temsil eden bir parti, tam 22 yıl bir fiil ülkenin yönetimini çoğu zaman tek başına üstlendi.
AK Parti, 7 Haziran 2015 seçimlerine, her eğilimi ifade eden parti hüviyetinden önemli ölçüde uzaklaşmış olarak girdi. İdeolojik kabuğunu daha sertleştirmiş olan, laiklik ekseninden uzaklaşarak Sünniliği esas alan, siyasal İslam’a yönelik mecraya çekilen ve kendi çıkarlarına odaklanan parti 2015’te olduğu gibi 2023 seçimine de merkezi özelliklerinden uzaklaşmış olarak girdi.
2023 seçimlerinden çıkan sonuç, erken seçim ihtimallerine açık durmaktadır. Önümüzdeki olası erken seçimde AK Partinin yavaş yavaş merkezden çekilmesi, merkezin temsil edilmesi konusunda bir ihtiyacın oluşmasını sağlayacaktır. MHP’nin ana ekseni olan milliyetçilik ideolojisi daha geniş bir kapsamda tanımlanarak merkezi sağ bir oluşuma dönüştürülmesi bir tercih olarak tartışılabilir. MHP’nin şemsiyesi daha büyütülerek, toplumun geniş kesimlerini altında toplayabilir.
Yaklaşık her yirmi yılda bir yaşadığımız siyasi kutuplaşma dönemleri kendisini göstermeye başladı. Ekonominin inişler ve çıkışlar içeren zorunlu dönemleri gibi, politikada da merkezdeki boşalmanın hissedildiği bir geri çekilme dönemine intikal ettik.56 yıllık siyasi geçmişi içerisinde, 2 kez koalisyon ortağı olarak hükümette yer alan MHP’nin merkezi reflekslerini geliştirip, küreselleşen vatandaşın bünyesiyle uyumlu ve parti genel prensiplerini ötelemeyen bir milliyetçilik tarifi üzerinden Türkiye’yi yönetme alternatiflerini üretmelidir.
- Bölgesel kalkınma ve bağlı olarak GAP konusunda güçlü bir sahiplenme geliştirilebilir mi?
Yukarıda bölge ile daha güçlü bir entegrasyon modeli oluşturmak için önerilen Diyarbakır merkezli yapılanma girişimi, bölgesel kalkınma ve GAP gibi iki temel sütun üzerine oturtulabilir. Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesi (veya 9 ilden oluşan idari bir alan olarak GAP bölgesi) ile bölgesel kalkınma politikalar uyumlu hale getirilebilir. Bu doğrultuda geliştirilecek politikalar üzerinde başarı hikayeleri yükseltecek çalışmalar yürütülmelidir.100 yıllık ideoloji partisi CHP’nin son seçimdeki propaganda faaliyetlerini tamamen ekonomi üzerinden geliştirmesi, sadece Türkiye’de değil, ölçek ekonomisi olarak nitelendirilebilecek gelişmiş ekonomilerde de dönemin ruhuna uygun bir gelişmedir. Bu gelişmelere bağlı olarak ideoloji partileri kademeli olarak açık alan siyaseti yaparak geniş kitlelere ulaşmayı siyasal bir yönteme dönüştürüyorlar.
Açık alan siyaseti yapmak bir zorunluluk mu?
En kısa yoldan yanıtlarsak: Evet. Açık alan siyaseti, toplumun geniş kesimlerine temas etmek, siyaseti saf ideoloji üzerinden yürütmemek, kutuplaşma ve içe çekilme yerine, sadece merkezi tutmayıp, aynı zamanda merkezden çevreye yayılmak, politika yerine ekonomi-politiği öncellemek bir zorunluluk haline gelmiştir.
- Türkiye’nin cari açığı ve bu açık üzerindeki en büyük kalem olan enerji maliyetinin düşürülmesi ve yeni enerji hatları geliştirmeye bağlı olarak Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile bir temas noktası geliştirilebilir mi?
Özellikle içe kapalı olmayan gelişmiş ülkelerde dış politika ve iç politika arasında doğrusal bir korelasyon vardır. Dış politika iç politikayı belirler, aynı şiddette bunu tersi de geçerlidir. Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY), Türkiye’nin güneyinde ve kaynağını Irak anayasasından alan bir idari yapı olarak gelişti.
AK Parti hükümeti reel bir dış politika hamlesi olarak IBKY ile ilişkileri normalleştirdi. Ancak ilişkilerin normal seyri Türkiye-IBKY düzleminden birkaç basamak aşağı inip AKP-IBKY düzlemine oturdu. Durum böyle olunca Türkiye’nin çıkarlarının yerini kişisel çıkarlar almaya başladı. Hükümete yakın şirketler, ulusal çıkarları bir yana bırakıp, Ceyhan’a taşınan günlük 250 bin varil petrolün nakliyesi, depolanması ve diğer komisyonları konusunda bir paylaşım düzlemi oluşturdular.
MHP ve CHP gibi siyasi partilerin Kürt meselesine tepkisel yaklaşımı, Türkiye’nin güneyindeki çok bilinmeyenli petrol ticaretinin devlet denetiminden çıkmasına yol açmakta. Bugün itibariyle günlük 400 bin varil kapasiteye ulaşmış IBKY petrolünün Ceyhan’a transfer edilen % 60’lık kısmı hükümete yakın grupların, ailelerin denetiminde gerçekleşiyor. Transfer edilen petrolden gelen kazançlar yine aynı belirsizlik içinde gerçekleşiyor. Halk Bankası bu denklemin para transferi boyutunda yer alıyor. Ancak yaklaşık günlük 250 bin varile ilişkin nakit transferinin belirli bir kısmı banka transferi olarak gerçekleşiyor. Paranın tali yollardan transferi konusunda ise tam bir belirsizlik söz konusu.
Genel olarak “Kürt” sözcüğü üzerinden geliştirilen antipati, bir tür kaçakçılık faaliyeti içerisinde gelişen petrol ticaretinin önüne bir anlamda perde indiriyor. Öfkeli yaklaşımlar, perspektif kaybına yol açıyor. Mesela 11 Haziran 2015 tarihli resmi gazetede yayımlanan “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Bakanlar Kurulu Kararı”na göre ilgili kanunun 4’üncü maddesi (a) bendi:
“Yurda döviz ithali ve yurttan döviz ihracı serbesttir”
Aynı şekilde değiştirilen 4’üncü (f) bendi ile yurt dışına çıkartılacak 10.000 Euro eşitini aşan efektifin yurt dışına çıkartılmasının esaslarının Bakanlıkça belirleneceği yönünde bir değişiklik yapılmış. Bu bent ile yurt dışına çıkartılacak efektif için bir üst sınırın tespit edilmemiş olması dikkat çekicidir. 2015 yılında yapılan değişikliğin 2024 yılı itibariyle geçerli olduğu unutulmamalıdır.
- Liderlik ve yönetim kadrosu, iç dinamikler ve çevremizdeki hızlı siyasal gelişmeleri doğru bir açıyla değerlendirip, analitik sonuçlara ulaşabiliyor mu?
21’nci yüzyılın öngörülerimiz ötesinde bir değişim ve dönüşümle başladı. Sistemler değişti. Büyük yapıların yerle bir olduğuna tanıklık ettik. 2008 yılında dünya tarihi, parasal büyüklük itibariyle en büyük krizini yaşadı. Küresel sistem ekonomide yeni olanakların kapısını açtı. Dünya bankasına üye 183 ülkenin gayri safi milli hasılası 100 trilyon doları aştı. 2008’de başlayan finansal ekonomik krizin etki alanı 500 trilyon dolardı. Yani dünya somut değer ihtiva eden 100 trilyon dolarlık reel bir büyüklüğe ulaştığında, türev araçlarıyla şişirilmiş fiktif piyasanın büyüklüğü bu reel değerin 5 katına ulaşmıştı.
21’nci yüzyıl şişirdiği dev balonun patlamasını önleyemeyen fiktif bir piyasanın krize girmesiyle kapılarını açtı. Bu yeni eğilim dünya sisteminin değiştiğinin en önemli göstergesiydi. Aynı zamanda, yeni dünyayı eski kurallarla algılamaya çalışanlar için de kara bulutların çökmeye başladığının da bir işaretiydi.
Yeni dünyanın hızlı akışı ve dinamizmi, liderliğin de dinamik olmasını sağlıyor. Aynı suda iki kere yıkanmaz misali, aynı noktadan bakıp yönetmeye çalıştığınız toplumlar, kitleler ve bireyler de hızla dönüşür ve değişirler. Bugün en ücra coğrafyada, en çetin iklimsel koşulların yaşandığı uzak bir yerleşim noktasında bile en az 40, 50 kanallı televizyon ve cep telefonları ile bütün dünya ile bağlanabilme olanağına vardır. 21’nci yüzyıl kapalı toplumların evrimsel süreçlerini tamamladıkları, bir yapay zeka çağına dönüşüyor. Bu çağda analitik olmayan, içe dönük liderlik modeli de “tutunamayanlar” başlığında tasnif edilecektir.
Hiyerarşik açıdan bir lider etrafında kümelenmiş siyasal parti, belediye, dernek, vakıf, meslek örgütü, oda, borsa gibi bütün oluşumlar çağın ve kendi tüzel oluşumlarının ihtiyaçlarına göre “niyet mektubu” içeriğinde bir liderlik sözleşmesiyle bağlı olmalıdırlar. Bir anlamda liderliğin stratejik planı olan bu metinler, tüzel kuruluşların stratejik eylem planlarından farklı olarak bizzat liderin performansını ölçen bir içeriğe sahip olmalı ve taahhüt içermelidir. Rousseau’nun toplum sözleşmesindeki gibi, liderin de kendi tüzel kuruluşuna ve sorumlu olduğu kitlesine karşı bir “liderlik sözleşmesiyle” bağlı olması gerekir. Bu tarz taahhütlere bağlı liderlik anlayışı, liderlik mekanizmalarının kişiye bağlı devredilemez makamlar olma özelliğinden de uzaklaşmasını sağlayacaktır.
- Parti içerisinde zaman zaman seslendirilen farlı görüşler “brain storm” mantığı içerisinde veya oyun teorisi gibi algılanarak tolere edilebiliyor mu?
Türkiye’nin idari yapısında özerk bölgeler oluşturulması veya federatif bir yönetim tarzına geçilmesinin somut dayanakları var mı?
Yukarıdaki soru hiç şüphesiz Türkiye toplumunun hassasiyetlerine bağlı olarak yanıtlaması güç bir soru. Aynı zaman da sinir uçlarına dokunarak, bir yanıyla sinirlerin mukavemetini sağlamayı da hedefleyen bir soru.
Bir soru ne ölçüde provokatif olabilir?
Yaraya tuz basacak ölçüde acı veren ve kışkırtan sorulara tepkimiz ne olur?
Kriz anlarında çözüm üretme kapasitemiz bizi kaç metre uzağa taşıyabilir?
1938 yılında ünlü oyuncu Orson Welles radyoda “dünyalar savaşı” isimli bir kitabı kurgusal olarak anlatacağını önceden bildirmesine rağmen, ilerleyen saatlerde yayını dinleyen milyonlarca kişi dünyanın marslılar tarafından işgal edildiği korkusuyla sokaklara indi. Panik halinde koşturanlar, kiliseler önünde dua etmek için bekleşenler, arabalarına atlayıp şehri terk eden, itfaiye, ambulans ve polisi korku ve telaşla arayan insanlar… Orson Welles bütün bunlara neden olduğunu bilmeden yayını sürdürdüğü 1 saat içerisinde büyük bir kaos yaşandı. Newyork emniyeti radyo binasını basarak yayını kesti ve her 15 dakikada bir anlatılanların birer kurgu olduğuna dair anons yapıldı. Bütün bunlara rağmen bilinçaltındaki uzaylı işgali korkusu Amerikalılara ömür boyu unutamayacakları bir kabus yaşattı.
Türkiye gibi hassasiyetler ve fobiler ülkesinde aslında her yaşadığımız gün bir uzaylı istilasına tanık oluyoruz. Sormaktan korktuğumuz her soru zihnimizde birer işgalciye dönüşüyor.22 Ekim 2024 bu açıdan baktığımızda, bilinçaltımıza çekilmiş ve sormaktan korktuğumuz bir sorunun sorulması ve onun işgalci olmaktan çıkartılmasıdır.
Amerika brain storm diye nitelendirdiği aktif tartışma ortamlarında ve kurgusal olarak, tabu gibi görünen her durumu tartışmayı bir yöntem haline dönüştürdü. İyi senaryo ve kötü senaryo başlığı içerisinde, olabildiğince uzak sayılan tehdit ihtimalleri tartışmalara konu edildi.
Brain storm mantığı içerisinde olsa bile hassasiyetlerle kuşatılmış bazı sorunların tartışılması sağlanmalıdır. “Kürt meselesi”, “Ermeni sorunu”, Suriye’de ortaya çıkan fiili durum ve “Rojava” ihtimali, Irak’ta bağımsız bir Kürdistan oluşma ihtimali, Suriye’de bağımsız bir Kürdistan oluşma ihtimali, Suriye ve Irak Kürdistanı’nın bileşik bir yapıya dönüşmesi ihtimali veya“bunların sonuçlarıne olur” gibi sorular en azından partinin üst kademelerinde tartışılabilmelidir, 22 Ekim bu açıdan da önemli bir kırılma ve kavşak olarak kabul edilmelidir.
- MHP iktidar ortağı olarak Cumhur İttifakı içerisinde yer almalı mı?
Evet olmalıdır
Hayır olmamalıdır
Bu sorunun kesin net biçimde en az iki yanıtı vardır. Evet ve hayır yanıtlarının her ikisi de Türkiye’nin politik önceliklerine bağlı olarak aynı şiddette tartışılabilir. Bu iki soru üzerine projeksiyon tutulursa:
- Türkiye’deki 56 yıllık siyasal geçmişinde 2 dönem koalisyon ortağı olmuş MHP’nin hükümet deneyimi edinmesi ve devlet mekanizmasının mutfağında yer alması önemli bir avantajdır. MHP’nin Ak Parti’yle birlikte anılmasının yıpratıcı tarafları olmakla beraber, AK Parti’yi sistem içerisinde tutmak açısından da bu ortaklığın önemli katkıları vardır.
- AK Parti’de zaman zaman sistemin merkezinden sapmalar ve 100 yıllık cumhuriyet deneyimiyle ayrışmalar dikkat çekmektedir. Son dönemlerde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin örneğinde olduğu gibi devletin temel düzleminden sapmaların kontrol edilmesi için olsa bile MHP’nin bir denge-denetim unsuru olarak sistemde yer alması gerekmektedir. Bugün gelinen noktada Ak Parti’nin “siyasal İslam” hedefinden uzaklaşmış gibi görülmesi veya en azından Yusuf Tekin örneğindeki istisnai durumlar hariç bu konuda bir fanatizmin somut olarak ortaya çıkmamasında da MHP misyonunun önemli bir katkısı olmaktadır.
- Cumhur İttifakı içerisinde yer almanın denge-denetim açısından önemine vurgu yapılmakla beraber, ittifak yapısı içerisinde yer almanın en önemli risklerinden biride AK Parti’dekisistematikyolsuzluklarının riskini üstlenmek, hatta toplum tarafından o sistematiğin bir parçası olarak algılanmaktır. MHP’nin açıkça ifade ettiği “yolsuzluğun kırmızı çizgi olduğu” konusundaki yaklaşımına rağmen, ittifak içinde olmaktan dolayı yolsuzlukların sineye çekilmesi, Mayıs 2023 genel seçimindeki %4,99’luk oy oranıyla cezalandırılmasına neden olmuştur.
- MHP’nin koalisyonda yer almasının bir diğer olumlu tarafı, uzun zamandır iktidar tecrübe etmeyen parti seçmenlerinin devlet denilen mekanizmaya entegre edilmesidir. İktidar işleyişine yabancı kalan her parti kitlesinin güncel meselelere yabancılaşması ve bu konuların dışında kalması çözümsüzlüğün parti tabanında hızlı bir enfeksiyon gibi yayılmasına neden olmaktadır. Yaklaşık 30 yıldan bu yana iktidardan uzak kalan CHP kitlesi için de aynı tespitler yapılabilir. Türkiye’nin çağdaş, modern, laik ve yüzü batıya dönük CHP tabanı, iktidardan uzak olduğu yıllarda dünyada ve Türkiye’de gerçekleşen devrim niteliğindeki hızlı değişim ve dönüşümlerin de dışında kaldı. Dünya hızla akarken CHP daha çok içe kapandı. CHP içe kapandıkça, CHP tabanı Kürt meselesi gibi asli konularda her geçen gün daha patolojik tepkiler üretti. Belki CHP’nin bu durumu için “İzmir Paradoksu” gibi bir kavram kullanabiliriz. Modern görünümlü insanlardan yükselen ırkçı tepkiler, kitlenin Türkiye siyasetine yabancılaşmasının bir tezahürüdür. Aynı değerlendirmeyi MHP için yapmak yanlış olur. En azından iktidarda olmanın avantajıyla, dünyanın akışı ve ritminin bir parçası olmak, siyasete daha geniş bir perspektiften bakmayı sağlamaktadır.
- “MHP Cumhur İttifakı içerisinde olmamalıdır”dediğimizde bunu politik durumlardan ziyade, ekonominin seyrine ilişkin olarak yanıtlayabiliriz. 22 yıllık AK parti iktidarının özellikle son dönemindeki ekonomik göstergeler somut olarak krizi işaret etmeye başladı. Türkiye’nin GSMH’sına ilişkin üçüncü çeyrek rakamları da bu kaygıları somutlaştırdı.
GSMH’nın 2024’ün birinci çeyreğindeki %5,7’lik büyümenin ardından ikinci ve üçüncü çeyrekte daralmaya uğraması Türkiye’nin teknik olarak resesyona girdiğinin de bir göstergesidir. Bir diğer önemli risk, kronik hale dönüşmüş enflasyon meselesidir. Özellikle büyük ölçeklere ulaşmış yolsuzluk maliyetlerinin enflasyonayansıması toplumun derin bir yoksullukla yüz yüze gelmesine neden olmuştur. TÜİK’in hesaplamaları konusunda toplumda oluşan güvensizliğe rağmen Ekim 2024’te hesaplanan yıllık enflasyon % 48,58 olarak hesaplanmıştır.
Ekonomiyle ilgili diğer bir sorun ise gelir dağılımı adaletsizliğidir. Yıldan bu yana 10 bin doların üstünde kişi başı gelirini daha ileriye taşıyamadığı için “orta gelir tuzağı”ndan çıkmak için çabalayan Türkiye, TÜİK tarafından 0,422 olarak hesaplanan Gini katsayısına göre her geçen gün daha adaletsiz bir gelir dağılımına savruluyor. Diğer bir ekonomik savrulma işsizlik konusunda yaşanıyor. Yine revize edilmiş TÜİK işsizlik rakamlarına göre geniş tabanlı işsizlik %30 seviyelerine ulaşmışken, istihdama katılım oranı %50 sınırına takılmış durumda. Cumhur İttifakı ortağı olarak Ak Parti’yi hizada tutarak bir anlamda devletin bekasına garantörlük yapan MHP, diğer yandan yolsuzluğun, yoksulluğun, işsizliğin, hukuksuzluğun, adil olmayan gelir dağılımının da günahlarını üstlenmiş olmaktadır.
Kaynak:Haber Merkezi




Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.