Başkanlık için üç şart!

Başkanlık için üç şart!
Başkanlık için üç şart!

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun, Türkiye’nin siyasal gündemine damga vuran konulara ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Anayasa Değişikliği Paketi, Başkanlık sistemi tartışmaları ve OHAL sürecinde referandum konuları üzerine açıklamalarda bulunan Coşkun, Anayasa Değişikliği Paketinin referandumdan evet ya da hayır ile çıkmasının Türkiye’nin Anayasa sorununu çözemeyeceğini söyledi.

 

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun ile Anayasa Değişikliği Paketi, OHAL sürecinde referandum ve Başkanlık sistemi üzerine konuştuk.

Anayasa Değişiklik Paketi ile hükümet ve ana muhalefet partisi arasında bir ‘hükümet sistemi’, ‘rejim değişikliği’ tartışması gündeme geldi. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Demokratik rejim, her üç sistemde de yaşayabilir”

Dünyada demokratik rejimle uyumlu üç hükümet sistemi vardır: Parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı-başkanlık sistemi. Demokratik rejim, her üç sistemde de yaşayabilir. Bir ülkenin demokrasi seviyesi, hükmet sisteminden ziyade, o ülkedeki demokratik kültür ile ilgilidir. Hükümet, anayasa değişikliğinin bir hükümet sistemi değişimi olduğunu, parlamenter sistemden başkanlık/cumhurbaşkanlığı sistemine geçileceğini belirtiyor. Dolayısıyla hükümete göre burada sadece bir hükümet sistemi değişikliği söz konusudur, bir rejim değişikliği yoktur. Buna mukabil muhalefet ise, getirilen önerinin bir rejim değişikliği içerdiğini söylüyor; demokratik bir yönetimden diktatoryal bir yönetime geçileceğini ifade ediyor.

 

Muhalefetin bu değerlendirmesi yerinde mi?

“Demokratikleşmeden çok, otoriterleşme…”

Anayasa değişikliğinin kabulü halinde demokrasiden diktatörlüğe geçileceğine dair yorumları abartılı buluyorum. Keza hükümetin bu anayasa değişikliğiyle Türkiye’de demokrasinin kurumsallaşacağını ve vesayetin tasfiye edileceği biçimindeki yorumlarına da katılmıyorum. Zira değişiklik önerisinde tüm yetkilerin tek bir şahsa, tek bir makama bağlandığı bir yapı var. Bu, demokratikleşmeden çok, otoriterleşmeye sebebiyet verebilir.

Anayasa Değişikliği paketine muhalefet edenler, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bu paket ile ortadan kalktığını ifade ediyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kuvvetler ayrılığı yok, kuvvetler tek elde toplanıyor

Hükümet, adı cumhurbaşkanlığı olsa da bir başkanlık sistemine geçileceğini savunuyor. Başkanlık sisteminin en önemli özelliği ise yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirlerinden keskin bir şekilde ayrılmalarıdır. Oysa Meclis’te kabul edilen değişiklik önerisinde kuvvetler ayrılığını güçlendiren herhangi bir hüküm yok. Aksine kuvvetlerin tek elde toplandığı görülüyor.

Nasıl?

“Amerikan sisteminden farklı”

Şöyle: Yürütme, halk tarafından seçiliyor ve tek başlı bir yapıya dönüştürülüyor. Halk tarafından seçilen başkan, yürütmeye ilişkin bütün yetkileri tek başına kullanıyor. Bütün bakanları ve üst düzey bürokratları kendisi atıyor. Amerikan sisteminden farklı olarak, bu atamaları yaparken herhangi bir onamaya ihtiyaç duymuyor. Amerika’da başkanının belirlediği bakanlar ve bürokratlar parlamentoda ciddi bir sorgulamadan geçirilir, geçmişte yaptıkları ve geleceğe dair tasavvurları tartışılır ve eğer uygun görülürlerse önerildikleri makama gelirler.  Lakin burada böyle bir filtre öngörülmemiş, başkanın ataması yeterli görülmüş. Bu, ciddi bir sorun.

 

Peki, yasama ile başkan arasında nasıl bir ilişki kurulacak?

“Yasama ve yürütme açısından, kuvvetlerin ayrılmayacak, kuvvetler birleşecek”

Anayasa değişikliğine göre Cumhurbaşkanı partili olabilecek. Türkiye’deki parti yapılarını ve seçim sistemini düşündüğümüzde, Cumhurbaşkanının sadece yürütmeye değil parlamentoyu da elinde tutacağını söyleyebiliriz. Vekiller Cumhurbaşkanı tarafından seçilecek. Partisinin Meclis’te çoğunluk olması halinde, bu çoğunluğa dayanarak yasamaya hükmedecek. Bu itibarla yasama ve yürütme açısından, kuvvetlerin ayrılmayacak, kuvvetler birleşecek.

Yargı?

“Yargı da başkan tarafından dizayn ve kontrol edilecek”

Bu düzenleme ile Hakimler ve Savcılar Kurulu 13 üyeden oluşacak. Kurulun doğal üyeleri olan Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek. Ayrıca dört üye daha Cumhurbaşkanınca seçilecek. Dolayısıyla 13 üyeden 6’sını Cumhurbaşkanı doğrudan atayacak. Geriye kalan 7 üye ise Meclis eliyle seçilecek. Cumhurbaşkanının partisi parlamentoda çoğunluk olduğunda, bu 7 üyenin de Cumhurbaşkanı tarafından seçileceği açık. Yani ülkede yargıyı düzenleye kurulun tüm üyelerinin tümünün yürütmenin başı tarafından belirlenebildiği bir sistem olacak. Dolayısıyla yasama da yargı da başkan tarafından dizayn ve kontrol edilecek. Burada bir kuvvetler ayrılığından bahsedilemez. Eğer teklif halktan onay alır da yürürlüğe girerse Türkiye bu noktada mühim sıkıntılarla karşı karşıya gelecek.

Cumhurbaşkanlığı sistemi başkanlık mı yarı başkanlık mı hangi sisteme oturuyor?

“ ‘Türkiye’nin şartları’ öne sürülerek başkanlık sisteminin kötü bir kopyası üretildi”

Hükümet, başkanlık sistemini savunuyordu. Ancak önümüzde duran teklife bakıldığında, orijinal başkanlık sisteminden sapmalar olduğunu tespit etmek mümkün. “Türkiye’nin şartları” öne sürülerek başkanlık sisteminin kötü bir kopyası üretildi.

Hükümetin iki başlılıktan kurtarılması yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Yönetimin tek başlı olması işin tabiatı gereğidir”

Zaten başkanlık sistemin doğasında bu vardır. Başkanlık sisteminde başkan halk tarafından işbaşına getirilir ve yürütmenin bütün işlerini tek başına kontrol eder. Bakanlarını ve çalışma arkadaşlarını seçer, performansından memnun kalmadığında el çektirir. Yönetimin tek başlı olması işin tabiatı gereğidir; burada problem oluşturan, önerinin başkanlık referansından hareket etmesi ama bilhassa kuvvetler ayrılığı mevzuunda o sistemin asli gereklerini karşılamaktan uzak olmasıdır.  

Başkanlık sisteminin iyi işlemesi hangi şartlara bağlıdır?

“Başkanlık sistemi için üç önemli şart!”

Başkanlık sisteminin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için üç önemli şarttan söz edilebilir: Bir, temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınmasıdır. İki, denge ve denetleme mekanizmalarının kurulmasıdır. Ve üç, merkezden yerel yetki devridir. Oysa anayasa değişiklik önerinde, temel hakları genişleten bir düzenleme bulunmuyor. Merkezden yerele herhangi bir yetki de devredilmiyor. Değişiklik salt hükümet sistemi değişikliğini içeriyor, ama bunu yaparken de denge ve denetleme mekanizmalarını ihmal ediyor. Dolayısıyla önerinin bu noktalar üzerinden eleştirilmesi gerekiyor. “Diktatör”, “sultan”, padişah” vb. jenerik kavramlarla yapılan eleştirilerden beklenen sonuç elde edilemez.

Seçilme yaşının indirilmesi hakkındaki görüşleriniz nelerdir?

“Seçilmek için 18 yaş erken”

Türkiye’de büyük bir genç nüfusu var. Bu nüfusun siyasette daha etkin hale getirmeyi ve temsil edilmelerini istemek doğrudur. Gençlere yönelik politikaların oluşturulmasında onların dahlini sağlamaya çalışmak yerindedir. Ancak bunun için seçilme yaşının 18’e indirilmesi doğru ve yerinde midir diye sorarsanız, buna olumsuz cevap veririm. 18 yaşın erken olduğunu düşünüyorum, mevcut anayasadaki 25 yaş sınırının daha makul olduğu kanısındayım. Ayrıca bu hükmün, pratikte doğru ve iyi bir şekilde işleyeceğinden de emin değilim. 18’e çekilmesinin pratikte öyle çok sağlıklı bir şekilde işleyeceğinden de emin değilim. Muhtemelen her parti sembolik olarak genç bir aday gösterecek ancak geri kalan kısım eskisi gibi devam edecektir.

 

Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinden bu yana zaten fiili olarak bir başkanlık sistemi yok mu, ayrıca zaten tam da bu yapılan değişiklikler bu fiili duruma hukuki zemin kazandırma çabaları değil mi?

Yürütmede iki başlılığın giderilmesi gerekiyordu

2007’de 367 Krizine çare olmak amacıyla bir anayasa değişikliği yapıldı ve Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi usulü getirildi. Erdoğan, halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu. Kampanyası boyunca Erdoğan, farklı bir Cumhurbaşkanı olacağını ve yürütme işlerine doğrudan müdahale edeceğini işledi. Cumhurbaşkanı olunca da buna uygun davrandı ve yürütmede ikili bir yapı ortaya çıktı. Öyle ki bu yapı, aynı partiden olmalarına karşın Erdoğan ve Davutoğlu arasında bile ihtilafların çıkmasına neden oldu. Bu sorunun anayasal düzeyde giderilmesi gerekiyordu.

Muhalefetin tavrını nasıl yorumluyorsunuz?

Muhalefetin tavrı sürdürülebilir değil

Muhalefet alternatif ortaya koymaktansa eskide ısrar etti. Bu ne sürdürülebilir, ne de sonuç alınabilir bir tercihti. Nitekim gelişmeler eskide ısrarının yanlış bir siyaset olduğunu ortaya koydu.  

Cumhurbaşkanlığı ile parlamento seçimlerinin aynı gün yapılması doğru mudur?

“Öneride demokratik denetleme mekanizması yok”

Hayır, doğru değildir. İki sebepten: Biri, aynı günde seçimin, halkın tercihlerini manipüle etme potansiyeli taşımasıdır. Başkanlık seçimleri, doğal olarak, halkı ikili bir tercihe sürükler, tercihleri sınırlandırmayı amaçlar, parlamentoya daha az sayıda partinin girmesine neden olabilir. Diğeri ise, Cumhurbaşkanının icraatlarını dengelemede halkın elindeki bir imkânın alınmasıdır. Şöyle düşünelim: Seçimler arasında iki yıllık bir sürenin olduğunu varsayalım. Halk başkanı seçer. Eğer performansından memnunsa iki yıl sonra yapılacak parlamento seçimlerinde ona ve partisine olan desteğini artırır. Ama icraatları kendisini tatmin etmiyorsa, parlamento seçimlerinde başka bir partiyi destekleyerek başkanı dengeler. Oysa öneride herhangi bir demokratik denetleme mekanizması yok; başkanı seçiyorsunuz ve beş yıl boyunca beklemek durumunda kalıyorsunuz.

Türkiye’de bir hükümet sistemi değişikliğinin gerekli olduğunu belirttiniz, Türkiye’nin Parlamenter sisteminde sizce tıkanan değişmesi gereken yönler nelerdir?

“Cumhurbaşkanlığı, hükümete karşı bir vesayet makamı olarak kurgulanmıştı”

Türkiye’deki parlamenter sistem de tam anlamıyla bir parlamenter sistem değildi. 1982 Anayasası ile kurulan düzende, Cumhurbaşkanına bir parlamenter sistemden öngörülen yetkilerden çok daha fazla yetkiler tanınmıştı. Cumhurbaşkanlığı, halkın oylarından çıkan hükümete karşı bir vesayet makamı olarak kurgulanmıştı. Dönemin anayasa koyucuları, o makamda her zaman kendileri gibi birinin, vesayetçi bir askerin ya da sivilin, oturacağını tahmin etmişlerdi. Fakat süreç böyle işlemedi, Özal’ın Çankaya’ya çıkmasıyla birlikte sistem hata vermeye başladı. AK Parti, yüzde 50’lik bir kitle desteğine sahip. Böylesine güçlü bir desteği arkasına alan bir partinin hükümet sistemi değiştirme talebi varsa, bu talebin eninde sonunda siyasete yön vereceği belliydi. Muhalefetin değişimin kaçınılmazlığını görerek bir model geliştirmesi gerekiyordu. Parlamenter sistemden taviz vermeyen ve eskiyi olduğu gibi muhafaza etmeyi savunan bir yaklaşımın halkta bir karşılığının olduğunu düşünmüyorum.

Muhalefet ne yapmalıydı mesela?

“Muhalefet, özüne uygun bir başkanlık teklifini halka sunabilirdi”

Muhalefet daha yaratıcı bir öneri ile hükümetin karşısına çıkmalıydı. Örneğin özüne uygun bir başkanlık teklifini halka sunabilirdi. “Önerilen sistemin çok büyük sakıncaları var. Ülkenin anayasa ve hükümet sorununu daha da derinleştirir. Türkiye eski sistemle de yürümez. Bu nedenle biz gerçek bir başkanlı sistemin savunuyoruz” diyebilirdi. Muhalefet bir hususu aklından çıkarmamalı. Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi Türkiye siyasetinde bir kırılma noktasıdır. Bundan geri adım sayılabilecek bir öneriyi halk reddeder. Misal, Cumhurbaşkanının parlamento tarafından seçilmesi ile halkın önüne çıkarsanız, halk bunu kabul etmez. Bu gerçekliği görüp buna uygun bir taleple halka gitmek gerekir.

Muhalefetin eleştirilerinin odaklandığı bir noktalardan bir ise OHAL altında referanduma gidilmesi, sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

“OHAL’e toplumdan çok ciddi bir itiraz da yok”

OHAL hem hukuki hem de fiili bir takım sınırlamaları beraberinde getiriyor. 15 Temmuz’dan sonra oluşan ortamda çok sayıda kişinin kamu görevinden ihraç edilmesi veya açığa alınması, çok sayıda kişinin tutuklanması, vb. uygulamalar insanlardaki oto-kontrolü de ve oto-sansürü artırdı. Bu itibarla OHAL’de sağlıklı bir anayasa tartışması ortamının olmadığını söyleyebiliriz. Lakin diğer taraftan OHAL’e toplumdan çok ciddi bir itiraz da yok. Muhalefet bunu görmeli ve kampanyalarını OHAL şartlarında örgütlemenin yollarını bulmalı.

Bütün bu tartışmalar ışığında Türkiye’nin geleceğine yönelik sizin öngörünüz nedir?

“Başkanlık Kürt sorununu çözmüyor”

Anayasa değişikliği halk tarafından kabul edilir ya da edilmez, bunu önümüzdeki iki-üç ay içinde göreceğiz. Ancak değişiklik kabul edilse de edilmese de Türkiye’nin anayasa problemi bitmez. Bahse konu değişiklik ne anayasal ne de toplumsal sorunlara çare üretecek kapasitede. Hem hükümet sistemi hem de Kürt meselesi ve Alevi meselesi gibi sorunlar devam edecek, bunlara ilişkin tartışmalar da sürecek. Dolayısıyla Türkiye daha uzun bir süre anayasa konuşmaya devam edecek. 

 

Ali Abbas YILMAZ / Özel haber

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.