Cahit Sıtkı Tarancı’nın mektupları ve Diyarbakır'ı

Cahit Sıtkı Tarancı’nın mektupları ve Diyarbakır'ı
Çocuk denecek yaşta Diyarbakır’dan ayrılıp okumak için İstanbul’a gelen, daha sonra Ankara’ya yerleşen Cahit Sıtkı için doğduğu şehrin her zaman özel bir yeri olmuştur.

Cahit Sıtkı Tarancı, ölümünden üç yıl önce, 1 Ocak 1953’te, Mavi dergisine verdiği röportajda “Hayatınızdan kısaca bahseder misiniz?” sorusuna şu cevabı veriyor:

1910’da Diyarbakır’da doğdum. İlkokuldan sonra İstanbul’a gittim. Fransız mektebinde, Galatasaray’da, Mülkiye’de okudum. İki seneye yakın bir müddet Paris’te bulundum. Uzun zamandır mütercim olarak çalışmaktayım. Evleneli bir yıldan fazla oluyor. Güzel şiir yazmaktan başka ihtirasım yoktur.[1]

Çocuk denecek yaşta Diyarbakır’dan ayrılıp okumak için İstanbul’a gelen, daha sonra Ankara’ya yerleşen Cahit Sıtkı için memleket “Bir yanda Anadolu bir yanda Rumeli”[2] olmuştur artık. Şiirlerindeki “sıla”, “memleket” ifadelerinin karşılığı ise haritadaki bir şehirden ziyade zihnindeki imgelerdir.

Cahit Sıtkı, şiirlerinde, öykülerinde Diyarbakır’dan pek söz etmez ama mektuplarında Diyarbakır’a ve bu şehirde yaşayan ailesine sevgisi açık seçik görülür. İnci Enginün’ün bin bir emekle derlediği mektuplardan oluşan Evime ve Nihal’e Mektuplar’a bakınca Cahit Sıtkı’nın ailesi ve memleketiyle güzel ilişkisi ortaya çıkıyor.

Anne ve babasına yazdığı mektuplarda seviyeli bir dil kullanıyor şair ama abartılı bir hürmet değil bu. Hele de babasına “sevgisini” dile getirebilmiş olmasına bakılırsa o döneme göre özgür yetiştirilmiş bir çocuk olduğu bile söylenebilir. 21 Kasım 1929 tarihli mektuptan:

Bir akşam sınıfta üç dört arkadaş toplandık, şurdan burdan sohbete daldık. Bilmem nasıl oldu da mevzu babalara intikal etti. Dikkatle dinledim ve hayretler içinde kaldım. Hiçbiri babasından memnun değildi. Hatta bazısı babasına küfredecek bile oldu. Hepsine acıdım. Sıra bana geldiğinde ben şunları dedim: “Babamla iftihar ederim.” Hepsi bana gıpta ettiler... Şimdi de ben sevgili vatanıma gıpta ediyorum çünkü sinesinde sizin gibi adsız bir kahraman yaşatıyor.[3]

cahit-sitki-taranci-002.jpg

Soldan sağa; kayınpederi İdris Tınaz, Cahit Sıtkı Tarancı, eşi Cavidan Tarancı, kayınbiraderi Oğuz Tınaz,

baldızı Handan ve eşi, Nihal Erkmenoğlu, kayınvalidesi Bayan Tınaz.

Yine de geciken harçlıkları babaya hatırlatma işi çok sevgili kardeşi Nihal’e düşüyor. 26 Aralık 1929 tarihli mektuptan:

Bu mektubu bitirdikten sonra Baba’nın mektubunu aldım. Roman istiyor... Bu hafta da çıktığımda bakarım ve münasiplerini gönderirim... Bıçak temizlemek için lastikleri de alıp gönderirim. Yalnız kanunuevvel aylığını ayın başından beri beklemekteyim. Unutuyor mu? Bir türlü mana  veremiyorum. Her halde alelacele aylığımı göndermelerini tarafımdan rica edersin... Talebelik hayatı. Parasız çekilmez bilirsin… Kanunusani aylığı da beraber gönderilse iyi olur...[4]

Ziya’ya ve Nihal’e mektuplar

Cahit Sıtkı’nın mektupları denince akla gelen ilk isim Ziya Osman Saba oluyor haliyle. Ziya’ya Mektuplar’da bir araya getirilen enfes mektuplarla ailesine gönderdikleri karşılaştırıldığında okuyanı yer yer gülümseten detaylar da dikkat çekmiyor değil. 15 Aralık 1929’da, 19 yaşındayken Galatasaray’dan annesine yazdığı mektupta aile ismi Pirinççizade’yi ne kadar benimsediğini şöyle ifade ediyor:

Gelecek nesiller bir Pirinççizade ailesinin var olduğunu bilecekler ve bu ismi hürmet ve takdirle anacaklardır... Siz haldeki saadetten mesulseniz, ben istikbaldeki şöhretimizi hazırlamakla meşgulüm...[5]

2 Kasım 1931’de, Ziya Osman’a yazdığı mektubu ise kim bilir ne sebepten şöyle bitiyor:

Aynı şehirde bulunduğumuz halde mektuplaşmamız garip değil mi? Yalnız, Ziyacığım, zarfın üzerine Pirinççizade diye bir ibare koymamanı rica ederim.[6]

Yine 15 Mart 1930’da İstanbul’dan Nihal’e yazdığı mektupta “Sana Diyarbakır havuzlarından bahseden bir şiir yazayım,”[7] dedikten sonra ona “Davet” isimli, Otuz Beş Yaş’a dahil etmediği bir şiirini gönderen Cahit Sıtkı, üç sene sonra fikir değiştirmiş olacak ki 20 Ağustos 1933 tarihli mektubunda “Diyarbakır kokulu” şiir istediği için Ziya Osman Saba’ya kızıyor. Yaz tatilinde, Diyarbakır’dan yazdığı mektubu Ziya’ya Mektuplar’dan alıntılıyoruz:

Benden, avlulu, havuzlu, bahçeli bir şiir istemen hoşuma gitmedi Ziyacığım. Ben senden, apartmanlı, tramvaylı, otobüslü bir şiir istesem hoşuna gider mi? Hele “Diyarbekir kokulu” tabirin hakiki bir şairin ağzından çıkacak laf değil. Diyarbekir kokulu, Kayseri kokulu, Trabzon kokulu şiir olur mu Ziyacığım?[8]

Diyarbakır’ı sevmek bir vazife…

Mektuplarına kardeşinin okuması için sık sık romanlar, Artist dergileri ekleyen Cahit Sıtkı, Ocak 1931 tarihli mektupta bir ağabeyin kardeşine verebileceği en güzel tavsiyeleri veriyor:

İstanbullu olmak, Diyarbakırlı olmak mesele değildir. İnsanda ince bir zevk olduktan sonra... bir köyde, bir kulübede bile doğmuş olsa her yerde ve her zaman kendini gösterir ve alkışlattırır. Onun için İstanbullu olmaya filan heves etme. Diyarbakırlı olduğunu istersen âleme ilan et... Katiyen ayıp değildir...

(…)

İstanbul çok güzel Nihal... Fakat içinde doğup büyüdüğümüz Diyarbakır daha güzeldir... Oranın topraklarında bize yakınlık var. Oranın taşları bize karşı hissiz değildir. Oranın havası ciğerlerimizi iftiharla şişirecek ne de olsa temiz, öz havamızdır. Oranın suları ancak bizim hararetimizi söndürebilir. O muhit içinde ancak biz varlığımızı gösterebiliriz. Ancak Diyarbakır denen yerde, yaşamanın ulviyetini kavrayabiliriz... Velhasıl şekerim, Diyarbakır’ı sevmek bir vazife ve hem de ihmal edilmeyecek mukaddes bir vazifedir.[9]

 

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.