GGC Başkanı İpek: Yürümek, kınamak çözüm olacak mı?

GGC Başkanı İpek: Yürümek, kınamak çözüm olacak mı?
Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veysi İpek, kentte görev yapan gazetecilerin bazı olaylara karşın kınama ve yürüme taleplerine ilişkin, “Sürekli yürüyelim, sürekli gidelim, sürekli kınayalım; neyi kınayacağız, neyi açıklayacağız, ne yapacağız, soru

Bölgede yaşanan çatışmalı süreç, uygulanan sokağa çıkma yasakları ve süren operasyonlar bölgede görev yapan gazeteciler, bu zor koşullara rağmen görevini sürdürüyor. Erciş'te haber takibi yaptığı sırada gözaltına alınarak tutuklanan DİHA muhabiri İdris Yılmaz, Sur’da sokağa çıkma yasağının protesto edildiği yürüyüş ve basın açıklamasını takip ederken, heyecanlı olduğu için gözaltına alınıp daha sonra tutuklanan JINHA muhabiri Beritan Canözer ve son olarak Cizre’de haber takibinde olduğu sırada ayağından vurulan İMC TV kameramanı Refik Tekin,  bölgede faaliyet yürüten gazetecilerin karşılaştığı zorlukların dolaysız şekilde anlatımıdır.

Basın özgürlüğünün önemi ve bölgede çalışma yürüten basın emekçilerinin durumunu Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veysi İpek’e sorduk.  ‘iliştirilmiş gazeteciliğin’ gazetecilik olmadığının altını çizen İpek, “Gazetecilik taraf tutmak , ‘Leş fareleri öldürüldü’ demek ,‘ Uçaklar sokağa çıkma yasağının olduğu yere kazan bombaları attı’ demek değildir. Gazetecilik psikolojik harekâtın bir parçası olmak değildir” şeklinde konuştu.

“Diyarbakır İstanbul’dan sonraki en önemli basın merkezidir”

Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Veysi İpek, “Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti 1977 yılında kuruldu. Şu anda yaklaşık 250 üyesi olan bir örgütlenme ve 14 il’de üyeleri var. Diyarbakır’da Cemiyetimize bağlı olarak çalışan çok değerli arkadaşlarımız var. Diyarbakır İstanbul’dan sonraki en önemli basın merkezidir. Diyarbakır hem Güneydoğunun hem de Orta doğunun kalbi noktasındadır. Diyarbakır’da uzun yıllar boyunca görev yapan meslektaşlarımız içinde, Irak’ta, İran’da, Suriye’de görev yapan meslektaşlarımız var.

“90’lı yıllardan daha zor bir dönem yaşıyoruz”

90’lı yıllardan bu yana burada gazetecilik yapıyorum ve ilk defa bu kadar zor bir dönem yaşıyoruz. Çok güzel geçen 3 yılın ardından bugün çok zor bir dönem yaşıyoruz. Ülkemizi, insanlarımızı, kültürümüzü, kardeşliği,  barışı, huzuru tüm dünyaya tanıtma şansı bulduk bu üç yıl içinde. Bu üç yılın ardından maalesef yeniden bir çatışmalı ortam başladı. 

“Asker, polis bile ‘Leş fareleri öldürüldü’ başlığından iğreti oluyor”

Her şeyden önce şunu söylemek isterim ki;  birincisi, gazetecilik taraf tutmak değildir. İkincisi, gazetecilik  ‘Leş fareleri öldürüldü’ demek değildir. Üçüncüsü, ‘ Uçaklar sokağa çıkma yasağının olduğu yere kazan bombaları attı’ demek değildir. Gazetecilik psikolojik harekâtın bir parçası olmak değildir.  İnsanları yanlışa kanalize etmek, provake etmek değildir. Bir gazete manşet atıyor ve ‘ Leş fareleri tünelde öldürüldü.’  Kanunlara göre suç işleyen birileri de olsa gazeteci olarak senin işin böyle bir manşet atmak olamaz. Kaldı ki, savaşan insanlar bile bu manşetten rahatsız oluyor, karşı çıkıyorlar. Barışın dilini kullanması gereken bir gazeteci bu başlığı kullanamaz. Bir gazeteci olarak senin bir insana bakış açın bu mudur? Velev ki, o insanlar suçludur ama onu peşinen suçlu ilan etmek gazeteci olarak senin görevin değildir. Sen bir gazeteci olarak o insanları peşinen suçlu ilan edebiliyorsan, ölümü hak ettiğini söyleyebiliyorsan o zaman yargı, mahkemeler neden var, cezaevleri neden var. Sen bir gazeteci olarak psikolojik harekâtın bir parçası olursan, olaylara böyle bakarsan bu çok yanlıştır. Yok, Silvan’da şurada burada ‘uçaklar kazan bombası attı’,  orada ‘devlet katliam yaptı’ deyip insanları kanalize etmekte çok yanlıştır. Olmayan bir haberi yapmak yanlıştır. ‘ Bordo bereliler Sur’a girdi’ diyerek olmayanı yazmak yanlıştır. Psikolojik harekâtın parçası olmak gazetecilik değildir. Asker, polis bile ‘Leş fareleri öldürüldü’ başlığından iğreti oluyor. Ben Kobani’de, YPG ve IŞİD daha Salih Müslim’in köyündeyken bir YPG’li ile konuştum. Kobani’den IŞİD’ nasıl çıkardınız, bu bir zafer midir diye sordum.  ‘Dur bir dakika dedi ya, bu bir zafer olabilir mi, şu savaşa bir baksana. Tüm evler yıkılmış bu bir başarı,  zafer midir?’ Yani savaşan insanlar bile savaşın doğru olmadığını söylerken, gazetecilerin bu durumu ‘kazan bombası atıldı’ diyerek köpürtmesi çok yanlıştır. Ben görmedim Sur’a ‘kazan bombası’ atıldığını. İnsanları provoke etmek, ajite etmek, insanları farklı yerlere kanalize etmek doğru değildir. Gazetecilerin görevi doğruyu yanlışı tartışmak değil, olayı olduğu gibi aktarmaktır. Gazeteci, ikiliğin dışında birliği nasıl sağlarım diye bakmalı. Maalesef ki gazeteciler yüreği neyi istiyorsa onu yansıtıyor. Hal bu ki gazeteci duygularını değil gerçeği yansıtmalıdır. Bir gazeteci olarak özeleştiri yaparak başlamak istiyorum. Kelle saymanın doğru olmadığını söylüyorum. İnsan hakları noktasında, yalan yanlış yazmadan, insanları rencide etmeden, savaşın bir parçası olmadan halkın sorunlarına inilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gazeteci yorumlarken dahi kendi duygularının, önyargılarının esiri olmamalıdır.

“Gazeteciye, yaptığı röportajdan dolayı kriminal inceleme yapılamaz”

Bugünlerde Sur’da, Cizre’de hendekler kazılmış ama çözüm sürecinde de hendekler vardı. Hendekler yeni bir şey değil aslında. Diyarbakır karayolunda da hendekler vardı. Bugün hendeklerin arkasında ‘suça sürüklenmiş çocuklar’  var. Ben hendekleri tartışmıyorum ama 14, 16 yaşlarında çocuklar var o hendeklerin başında. Sivil alanların olduğu yerde çatışmaların yanlış olduğunu düşünüyorum. Gazetecilik refleksiyle hendeklerin arkasındaki yüzü maskeli insanlarla röportaj yapan meslektaşlarımız oldu. Meslektaşlarımızdan Diyarbakırlı olmayanlar ya da çalıştığı kurum, bulunduğu konum üzerinden, hendeklerin arkasındakilerce ajan algısıyla muamele görülenler oldu. İkincisi o bölgeden çıktıktan sonra bu sefer de güvenlik güçlerince sorgulananlar oldu.  Bölgede çatışmaların başlamasıyla mesela Silvan’da gazeteciler birbirini hedef göstermeye başladı. Güvenlik güçleri bir gazeteciye yaptığı röportajdan dolayı kriminal inceleme yapamaz, GBT’ sini soramaz.

“Bölgede, milli ve misyon gazeteciliği dayatması var”

Diyarbakır’da yerel basın güçlü değil, çünkü muhabir kadrosu yok. Habere giden muhabir yok. Sınırlı sayıda ajanslardan derlenen haberlerle gazeteler çıkıyor. Ayrıca bölgede, milli ve misyon gazeteciliği dayatması var. Bölgede yaşanan bu çatışmalı ortam, sokağa çıkma yasakları üzerinden gazeteciler dizayn edilmeye çalışılıyor. Dünya görüşü üzerinden, görülmemesi gerektiği düşünülenlerin görülmemesi üzerinden bir gazetecilik faaliyeti isteniyor. Gazeteciler bugün amiyane tabirle, teşbihte hata olmasın, ‘Ne İsa’ya yaranıyor ne de Musa’ya’ kimseye yaranamıyor.

Refik, kamuoyunu bilgilendirmek için kutsal bir görev üstlenmiştir”

Elbette ki sokağa çıkma yasakları olacak, elbette ki gazeteciler olarak haber yapma refleksimizi göstereceğiz. Habere ulaşmak için canımızı ortaya koyacağız. Gazeteciler olarak bu ‘ateşten gömleği’ giymişiz. En son bir gazeteci arkadaşımız, Refik Tekin yaralandı ve hastaneye kaldırılırken bir takım sıkıntılar olmuş.  Refik arkadaşımız hayatını riske atarak kamuoyunu bilgilendirmek için kutsal bir görev üstlenmiştir. Gazeteci arkadaşımız için, üyemiz olmamasına rağmen girişimlerde bulunduk. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti olarak diyalog kanallarını zorlayarak arkadaşımızın hastaneye kaldırılması için çaba harcadık ve arkadaşımız süren bu diyaloglar neticesinde hastaneye kaldırıldı.  Buradan yaralı gazeteci arkadaşımız Refik Tekin’e geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Tabii ki bu sıkıntıları yaşayan birçok arkadaşımız oldu.

“Gazeteciler savaşın dilini değil barışın dilini kullanmak zorundadırlar”

Biz hiç bir şekilde  ‘iliştirilmiş gazeteciliği, ‘at gözlüğüyle bakmayı’ tasvip etmiyoruz.  Gazeteciler her iki tarafı da anlamak ve çözüm için katkı sunmak zorundadır. Gazeteciler savaşın dilini değil barışın dilini kullanmak zorundadırlar. Ama maalesef ki Tahir Elçi’nin vurulduğu gün, olayın tanığı arkadaşlarımız  -arkadaşlarımız belki de soruşturmanın failinin yakalanması için çok önemli görüntüler elde ettiler ve bunu kamuoyuyla da paylaştılar-  olay yerinden çıkarlarken, güvenlik şube polislerinin ‘bunlar gazeteci’ uyarılarına bile aldırış etmeyen güvenlik güçlerinin şiddetine maruz kaldılar. Güvenlik güçlerinin böylesine pervasızca davranmaları doğru değil. Biz bu tür davranışlarla ilgili Diyarbakır’daki kamu kurum yetkilileriyle görüşüyoruz. Bu tür davranışların olabildiğince minimize edildiğini de söyleyebilirim. Mesela Çınar’daki patlamada olay yerine yakın bir yerde gazeteciler canlı yayın yapma şansı buldular. Patlamanın ardından birçok gazeteci meslektaşımız, kurum farkı gözetilmeksizin o bölgeden haber, yayın yaptığına tanıklık ettim. Medya demokrasinin mihenk taşıdır. Gazeteci haberlerini yaparken tarafsız olmalıdır. Haberler elbette ki olduğu gibi verilmeli ama güvenlik güçleri de afişe edilmemeli, provoke edilmemelidir. Bülten gazeteciliği yapmak doğru değildir.

“90’lı yıllarda dahi şu 9 aylık süreçte yaşadığımız şiddeti görmedik”

90’lı yıllarda dahi şu 9 aylık süreçte yaşadığımız şiddeti görmedik. Sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği yerlerde sivil halk hendek ve çatışmalar arasında kaldı. Yine gazeteciler de çok zor anlar yaşadı bu 9 aylık çatışmalı ortam içinde. Güneydoğu Gazeteciler Cemiyetinin ödül töreninde tüm bu yaşanan olumsuzlukları dile getirdik, bunların doğru olmadığını anlattık. Silvan’da gazetecinin kafasına silah dayanmasının doğru olmadığını aktardık. Nasıl ki, telefon kullanmak suç değilse, toplu iletişim araçlarını kullanmak da suç değildir. Defalarca Cizre’ye girmeye çalıştım. En son rahmetli Tahir Elçi ile Cizre’ye gittik ancak yetkililer izin vermediler. Kimi yerde polis engeli, kimi yerdeyse hendeklerin başındakilerin engeli yüzünden halka ulaşma şansı bulamadık açıkçası. Herkesin farklı farklı hassasiyetleri var ve bu hassasiyetler üzerinden gazeteciler olarak şiddet görüyor ve engelleniyoruz.

 “Gazeteciler , ‘iliştirilmiş gazetecilik’ yapmamalıdır”

Ben, kamu görevlilerinin gazeteciler arasında ayrım yapmasını doğru bulmuyorum. Eğer bir kişi, gazeteci olduğunu her hangi bir şekilde belgeleyebiliyorsa, gazetecilik faaliyeti için haberin kaynağına ulaşabilmelidir. Kamu görevlileri ayrım gözetmeden tüm gazetecilere olay yerini şeffaf bir şekilde açmalıdır. Gazeteciler ise, ‘iliştirilmiş gazetecilik’ yapmamalıdır.  Sadece askerin, polisin arkasından da hendekçilerin arkasından da haber yapmak doğru değildir. Asıl sivil halkın yanına gitmek, onların sorunlarını yansıtmak gerekir.

“Kamu görevlileri duygularıyla hareket edemez”

Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti olarak yetkililere şu şekilde seslenmiştik: ‘İnsanların barış içinde yaşadıkları bir coğrafyada ilham veren, umut veren ve izleyenlerin yüzlerinde tebessüme yol açan haberleri yapmayı arzu ediyoruz.  Çünkü bizim mahallemiz de sizlere komşu. Sizler sunulan yanlış hayat bizim de yaşamımızın bir parçası. O nedenle ülkemizin batı bölgesindeki arkadaşlarımızdan farkımız var. Onlar eğlenceyi biz maalesef acıyı haberleştiriyoruz. Ne yazık ki biz bunları yaşarken, gerçeği aktarmaya çalışan meslektaşlarımız yoğun baskı ve saldırılara maruz kalıyor. Kimi yerde örgütler, kimi yerde suça sürüklenmiş çocuklar, kimi yerde ise, güvenlik güçlerinin baskısı nedeniyle görevimizi yerine getirmemiz engelleniyor. ‘ Daha bu yıl Şehitlik caddesinde, 4 kişinin yaşamını yitirdiği bir çatışmada Canan Altıntaş, Burak Emek ve Serdar Sunal arkadaşımız bir grubun saldırısına aruz kaldı. Ölümden döndü Canan, gözü çıkıyordu neredeyse.  Yine Nusaybin’deki arkadaşlar hastanede görüntü alırken polis’in şiddetine maruz kalmışlardı. Kamu görevini yerine getiren polislerin de duyguları vardır ancak kamu görevlileri duygularıyla hareket edemez. Devlet olgusu bunu gerektirir. 

“Medya toplumun aynasıdır”

Medya toplumun aynasıdır.  Bu aynanın başına gelecek her türlü olumsuzluk, herkesin bu ayna içinde kendini sağlıklı bir şekilde görebilmesini engeller. Ayna’da kırık,  çatlak olması halinde gerçeği olduğu gibi yansıtamaz. Gerçek, sağlıksız bir aynanın prizmasından çarpılarak yansır ve topluma kamuoyuna olayın gerçek hali değil çarpıtılmış hali yansır. Eksik, yanlış bilgi halkı da yanlış yönlendirir. Olay yerine gazetecilerin girememesi aynı zamanda olaya ilişkin gerçeklerin dışarıya çarpıtılarak ulaştırılmasına da zemin hazırlar. Kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle bireysel özgürlükler dünya çapında öne çıktı. Halkın haber alam ve denetleme görevini yürüten gazetecilere saldırılar adaletin, barışın önündeki en büyük engeldir. Mevlana’nın bir sözü var: ‘Mum olmak zordur. Mum olmak için önce yanmak gerekir.’ Haliyle biz gazeteciler olarak, adaletin, barışın tarafı olmak için yanmaya devam edeceğiz. Cizre’de yaralanacağız, Şırnak’ta darp edileceğiz, Diyarbakır’da dövüleceğiz ama gerçekleri aktarmaya devam edeceğiz. Gazetecilik bir gönül işidir. Biz bu zorlukları bilerek bu mesleği seçtik. Gazetecinin görevi para kazanmak, menfaat elde etmek değildir. Tabii ki gazeteci bu işini yaparken yaşamını idame ettirecek bir ücret de alacaktır.

 “Haber doğru yapılmalı, yalan haberden kaçınılmalıdır”

Elbette ki, hukuk devletinin gazetecilere bu güvenceyi sağlaması gerekir. İleri demokrasilerde gazeteciler her zaman bu eleştiri hakkına sahip olmalılar. Tabii ki bunun yanı sıra gazeteciler de haberlerini gerçeklerden şaşmadan yapmalılar. Her haber ‘doğruya doğru’ yapılmalıdır, yalan haberden kaçınılmalıdır. Irak sınırında Şırnak Uludere’de Roboski’de uçaklar bombaladı. Bu haberdir, yapılması gerekiyordu ve yapıldı. Ama olmayan bir şeyi topluma kabullendirmeye çalışmak, insanları provoke etmek doğru değil. Sur’a ‘kazan bombası’  atıldı veya obüs kullanıldı demek doğru değildir. Çınar’da 30 -40 polis öldü, gazeteciler yalan haber yapıyor demek doğru değildir. Gazeteci yalan haber yapıyor, polis saklıyor, soruşturma başlatılan ambulans şoförü demi saklıyor. İtfaiye görevlileri, AFAD damı sakladı. Sosyal medya üzerinden ‘klavye canavarları’ yalan yanlış şeylerle toplumu yanlış yönlendiriyor ve bu durum gazeteciliğin de itibarını zedeliyor. Elbette ki, sosyal medyada doğru bilgi paylaşan insanlar da var, sosyal medyadaki bütün paylaşımları kastetmiyorum. Gazeteciliğin işi algı operasyonları yapmak, toplum mühendisliği yapmak değildir. Sosyal medyadan yapılan paylaşımların haber kaynaklarının doğrulatılmadan haber yapılması da yanlıştır.

“Biz diyalog kanallarının sonuna kadar açık tutulmasından yanayız”

Yani, yeterince sahipleniyorum ya da sahiplenemiyorum demek çok doğru olmaz. Çünkü bunu belirleyecek olan ben değilim. Ama şunu söyleyebilirim, Türkiye Gazeteciler Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi olarak, bölgede gazetecilerin yaşadığı sıkıntılar ile ilgili hazırladığım rapor, hükümetten basınla ilgili, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a heyet tarafından sunulacaktır. Salt basın açıklamalarıyla gazetecilerin yaşadığı sorunları dile getirmek çözüm değil. Ayrıca yaptığımız basın açıklamaları meslektaşlarımız tarafından haberleştirilmediği, dikkat çekmediği sürece bir yere varılmaz. Meslektaşlarımızın zor anlar yaşadığını siyasilere ulaştırmaya çalıştık. Geçenlerde Hatip Dicle’yi ziyaret ettik. Bir akil adam olarak, siyasetçi olarak yapılması gerekenlerin yapılmasını kendisine ifade ettik. Biz diyalog kanallarının sonuna kadar açık tutulmasından yanayız. Şehitlikte meslektaşlarımız darp edildi, bir basın açıklaması düzenledik. Ama sürekli yürüyelim, sürekli gidelim, sürekli kınayalım; neyi kınayacağız, neyi açıklayacağız, ne yapacağız, soruna çözüm olacak mı bunu tartışmak lazım. Paneller yaptık, yapmaya devam edeceğiz.

“Gerçeği gizlemek, gerçeğin üzerini örtmeye çalışmak insanlık suçudur”

Sorumluk sahibi siyasetçilere, devlet yetkililerine sürekli çağrımızdır, mutlaka sorumluluklarını yerine getirmelidirler. Basın özgürlüğü, toplumun doğru haber özgürlüğü herkes için gereklidir. Bunu engellemek aslında kişi olarak, kurum olarak kendini engellemektir. Gerçeği gizlemek, gerçeğin üzerini örtmeye çalışmak insanlık suçudur. Devletin görevi, gazetecilerin şeffaf bir ortamda çalışabilmesinin koşullarını oluşturmak, gazetecilerin güvenliğini sağlamaktır. Elbette ki çatışmalar sırasında değil ama çatışmaların sonlanmasından sonraki süreçte ayrımsız tüm gazetecilerin haber alma hakkını devlet güvencelemelidir.  Basın özgürlüğü mü bireysel özgürlük mü? Bence her ikisini de dengelemek gerekiyor ama basın özgürlüğünün olmadığı bir yerde bireysel özgürlüklerden de söz etmek mümkün değil.

Ali Abbas YILMAZ / Özel Haber

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.