Kendi mezarda olsa da zihniyeti iktidarda


Yargılanırken dahi, "Bugün olsa aynı şeyi yapardık" demekten vazgeçmeyen Evren, kendisiyle benzer suçları işlemiş diğer isimler gibi cezasını çekmeden ölse de zihniyetini işlediği 12 Eylül Anayasası bugün hala AKP iktidarı eliyle Türkiye toplumunun üzerinde demokles kılıcı gibi sallanmaya devam ediyor.


"Kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için ordunun yönetime el koymak zorunda kaldığını" söylediği, 12 Eylül 1980 günü TRT'den yaptığı ulusa sesleniş konuşması ile o günden başlayarak Türkiye'nin günden güne içerisine girdiği karanlığın baş mimarı olan 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, dün gece Ankara'da tedavi gördüğü GATA'da yaşamını yitirdi. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye tarihinde, askerlerin yönetime üçüncü kez açık müdahalesi olan 12 Eylül darbesi, demokrasinin askıya alındığı yeni bir dönemin adı oldu.


Yapılan darbe ile Süleyman Demirel'in Başbakan'ı olduğu hükümet görevden alındı, TBMM lağvedildi, partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu ve yargılandı. Yine 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askeri dönem başladı.
Bu dönem, etkisini en somut olarak ise hazırlanan Anayasa ile bugüne kadar hala göstermeye devam ediyor.


Adım adım darbeye doğru
Dünya savaşları ve Vietnam Savaşı'nın ardından dünyada savaş hükümetlerine karşı büyüyen öfke "Çiçek Çocukları" kuşağının doğmasına ve soğuk savaş yıllarının başlangıcı ile birlikte kapitalist politikalara karşı dünya geneline yayılan bir tepki yol açarken Türkiye'de de 1960'li yıllardan itibaren ağır siyasi, ekonomik ve sosyal bir dönem başladı. Bu yıllarda gelişen iki darbenin ardından içerisine girilen toplumsal ve siyasi hareketliliğin akabinde, 1977 seçimleri ile çok partili zayıf koalisyon hükümetleri ve azınlık hükümetleri ile siyasi bir istikrarsızlık dönemine giren Türkiye'de, Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi arasındaki gerilim, muhalefette bulunan CHP'nin, AP milletvekillerinden 11'ini bakanlık rüşveti ile partiden ayırması ve ardından bu kişilere Bakanlık vererek iktidara gelmesi ile daha da arttı.
Ocak 1978'de iktidara gelen CHP döneminde de siyasi ve ekonomik istikrarsızlık devam etti. Yine bununla beraber sosyal bunalımlar had safhaya çıktı. 1979 yılında Ecevit hükümetinin düşürülmesi ve ardından Süleyman Demirel'in azınlık hükümeti kurarak başbakanlık koltuğuna oturması, ülkede günden güne artan gerginliği daha da artırdı. 1980 yılının Nisan ayından itibaren ise cumhurbaşkanlığı krizi ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin dolmasının ardından Cumhurbaşkanlığı makamı boşaldı. Ancak Meclis'te bulunan partiler herhangi bir isim üzerinde uzlaşamadı. Darbenin yaşandığı Eylül ayına kadar 300'den fazla turun yapıldığı TBMM'de herhangi bir isim cumhurbaşkanlığı için yeterli oyu alamadı.
Siyaset sahnesinde bunlar yaşanırken, toplumsal alanda ise işçi hareketlerinin sokaklara döküldüğü bir ortam hakimdi. Günden güne büyüyen bu toplumsal öfkeyi dizginlemek ve bastırmak için ise hakim olan sol ideolojinin karşısına muhafazakar-ırkçı partiler ve hareketler çıkarıldı. 
NATO-Gladio müdahalesi
Sol ideolojinin Türkiye'deki rejimi zayıflatmaya çalıştığı ve sosyalizmin inşası için Sovyet destekli bir hareket olduğu savıyla, muhafazakar-ırkçı partiler ve hareketlerin harekete geçirilmesi ile 1977-1980 yılları Türkiye sokaklarında "sağ- sol çatışması" adı altında, örgütlü sol güçlere dönük Gladio destekli ezme operasyonlarının gitgide arttığı bir atmosfere büründü. Bu dört yıllık süre zarfında üniversiteler, lokaller, kahvehaneler, meydanlar çatışmaların merkezi haline dönmüştü.
Bu yıllar içerisinde onlarca katliama ve siyasi suikast de yaşandı. 12 Eylül'e giden süreci başlatan olayların başında ise 1 Mayıs 1977 yılında Taksim'de yaşanan katliam oldu.
Sonrasında da Ankara'nın Bahçelievler semtinde Gladio'ya bağlı ülkücü bir gurubun 7 Türkiye İşçi Partisi üyesini katletmesi, MHP İstanbul İl Başkanı Recep Haşatlıoğlu silahlı saldırı sonucu öldürülmesi, 1978 yılında yaşanan Sivas ve Maraş'ta katliamları, 1 Şubat 1979 tarihinde Milliyet gazetesi yazarı Abdi İpekçi'nin otomobilinde uğradığı suikastla hayatını kaybetmesi, 27 Mayıs 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak'ın uğradığı suikast ile öldürülmesi, darbeye giden yolu açan adım adım açan olaylar ve cinayetler oldu.
Bu tarihlerde iktidarda bulunmuş olan Ecevit ve Demirel hükümetleri, olayları durdurmak ve güvenliği sağlamak için sıkıyönetim ilan etti ve şehirlerin yönetimini askerlere bırakıldı.
Maraş olaylarının ardından Adana, Ankara, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Erzurum, Antep, İstanbul, Maraş, Kars, Malatya, Sivas, Urfa ve Hatay olmak üzere 13 ilde ilan edilen sıkıyönetim, aralıklarla 12 Eylül 1980 tarihine kadar sürdü. Ancak bu darbenin gelmesini önleyemedi. Sıkıyönetimin ilanından 1979 Kasım'ına kadar ülkede 995 kişi hayatını kaybetti. Kasım 1979'dan 12 Eylül 1980 tarihine kadar ise toplam 3729 kişi hayatını yaşamını yitirdi.
Hükümete 'Adresi meçhul mektup'
Bu dönem içerisinde askeri okulun ardından Topçu Subayı ve Kurmay Subay olarak Silahlı Kuvvetler'de görev yapan Kenan Evren, 7 Mart 1978'de Genelkurmay Başkanı oldu. Çatışma ortamının hakim olduğu ve ekonominin kötü gittiği Türkiye'de, Evren 27 Aralık 1979'da kuvvet komutanlarıyla birlikte imzalayarak Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e gönderdiği ve "adresi meçhul mektup" olarak tarihe geçen uyarı mektubunda, iki büyük siyasal partinin ülkenin sorunlarının çözülmesinde uzlaşmaya varmalarını, ülkeyi birlikte yönetmelerini istiyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, askerlerin talebi doğrultusunda mektubu, 2 Ocak 1980 tarihinde hükümet ve siyasi partilere gönderdi.
Hükümet gönderilen bu mektup ile uyarılırken, darbeye uzanan tarihe adım adım yaklaşılıyordu. Darbenin gerçekleşmesinden önce yaşanan son büyük toplumsal olay ise 23 Temmuz 1980'de, İsrail'in Kudüs'ü ebedi başkent ilan etmesine tepki olarak 6 Eylül'de Konya'da yapılan Kudüs mitingiydi. Yüz binden fazla kişinin katıldığı miting sırasında bir kısım göstericiler, İstiklal Marşını yuhaladı, laiklik karşıtı sloganlar attı.
Bu gelişme, zaten NATO ile birlikte darbe hazırlığını tamamlamış olan komuta kademesi için "bardağı taşıran son damla" sayıldı. Binlerce insanın hayatına mal olsa da kurgulanıp, adım adım hayata geçirilen senaryo, 12 Eylül 1980 tarihinde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi'nin ülke yönetimine el koyması ile sonuçlandı.
'Paul, senin çocuklar başardı'
Türkiye'yi eskisinden kanlı bir döneme sokacak bu senaryonun arkasında yer alan ise ABD ve istihbarat örgütü CİA idi. Öyle ki sonraki yıllarda açığa çıktığı gibi, darbenin yapılmasının ardından Beyaz Saray'dan CIA Ankara Bürosu Şefi Paul Henze'ye gelen bir telefon ile "Paul, senin çocuklar başardı" denecektir.
Zaten Kenan Evren için de bu dönemde NATO içerisinde gizli bir örgütlenme olan "Stay-Behind" kontrgerilla ordusunun başında bulunduğu iddiaları sık sık gündeme gelen bir diğer konudur. Darbe ile birlikte başlayan dönemde, demokrasiden uzaklaşılması Avrupa ülkelerinde tepkiyle karşılanmasına rağmen ABD ile Türkiye'nin giderek yakınlaşması darbe senaryosunun arkasında ABD'nin olduğunu gösteren işaretlerden biri olarak kabul gördü.
Demirel'den Evren'e 'Kanın üzerinde oturuyorsun' ithamı
Arkasında kimin olduğu yıllardır üzerinde durulan bir konu olmaya devam etse de darbe ile birlikte 11 Eylül gününe kadar sokaklarda dökülen kan ise, 13 Eylül gününden itibaren işkencehaneler ve sağdan sola herkesin doldurulduğu cezaevlerine taşındı.
Fakat yine de bu durum darbe öncesi dönemde sıkıyönetim yetkisiyle güvenliği sağlamakla görevlendirilmiş olan ordunun görevini niçin yapmadığı sorusunu da gündeme getirdi. Bu soruyu ilk soran da askeri darbe ile iktidardan indirilen dönemin Başbakanı Süleyman Demirel oldu. Yıllar sonra bu soruyu doğrudan Kenan Evren'e soran Süleyman Demirel, bu sorunun ardından Evren'e, "Kanın üzerinde oturuyorsun" diyecek ve yaşanan çatışma ortamından, 'darbenin şartlarının olgunlaşmasından' dönemin komuta kademesini sorumlu tutacaktı.
Meclis Araştırması darbe döneminin kara tablosunu ortaya koydu
Darbe ile birlikte Demirel, Ecevit ve Erbakan önce Hamzakoy'a ardından da Zincirbozan'a sürgün edildi, parlamento ve siyasi partiler kapatıldı, siyasetçilere yasak koyuldu. Evren, 2 yıl boyunca hem Genelkurmay Başkanı hem de Devlet Başkanlığı görevini üstlendi.
TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'nun 2012 yılında yayımlanan raporuna göre, Evren'in önderliğinde gerçekleştirilen askeri darbe döneminde 650.000 kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. Bunlardan 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. Maddelerinden, 98 bin 404 kişi de "örgüt üyesi olmak" suçundan yargılandı.
7 bin kişi için ise idam cezası istendi. Bunlardan 517 kişiye ise idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si sonrasında asıldı.
Bunun yanında 14 kişi cezaevlerindeki açlık grevlerinde, 171 kişi sorgularda ve cezaevi işkencelerinde can verdi, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı, 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti, 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu, 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi, Gazeteler 300 gün yayın yapamadı 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
Eren'i 16 yaşında idam sehpasına çıkardı
İdam edilenlerden biri ise yaşı büyütülerek idam edilen 16 yaşındaki Erdal Eren'di.
9 Mart 1980'de yaşı büyütülerek idama mahkûm edilen Erdal Eren'in infaz kararı Yargıtay tarafından iki kere iptal edilmiş olmasına karşın, MGK tarafından onaylandı. Evren çıktığı Muş gezisi sırasında yaptığı bir konuşmada Eren'in idamına ilişkin şunları söyleyecekti: "Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?"
Evren'in hakkında bu sözleri sarf ettiği Eren'in idam ettirmesi ile birlikte 12 Eylül dönemine dair belleklere kazınan sözlerinden biri de "Asmayalım da besleyelim mi!" oldu.
12 Eylül'ün Auschwitz'i Diyarbakır Cezaevi ve Kürtler
Faşist askeri darbesinin ardından tam anlamıyla bir işkencehaneye dönüşen Türkiye'de, bu işkence merkezlerinin başında ise korkunç işkence yöntemlerinin denendiği "12 Eylül'ün Auschwitz'i" tanımlamasında bulunulan Diyarbakır Askeri Cezaevi geldi. Bu cezaevinde işkenceden geçirilenlerin başında ise darbenin yok etme amacı güttüğü Kürtler oldu. "Dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevi" arasında yer alan Diyarbakır Cezaevi'nde, 1981 ve 1984 yılları arasında 34 kişi hayatını kaybetti, onlarca kişi sakat kaldı.
Evren'e yönelik ilk suçlama
Akıtılan bunca kanın baş mimarı olan Evren, 7 Kasım 1982 tarihindeki halk oylamasında kabul edilen darbe anayasası ile de Türkiye Cumhuriyeti'nin 7. Cumhurbaşkanı oldu. 9 Kasım 1989 tarihinde son bulan görev süresi boyunca ve sonrasında beslediği zihniyetin öncülü olarak Evren, Türkiye tarihinde hala kapanmayan bir yaranın baş faili oldu.
Mimarı olduğu darbe ve darbe döneminde işlenen suçlar nedeniyle Evren hakkında ilk iddianame ise 2000 yılında Adana Savcısı Sacit Kayasu tarafından hazırladı. Hazırladığı iddianame kabul edilmeyen Kayasu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kınama cezası almasının ardından Yargıtay tarafından da "görevi kötüye kullanmak" ve "askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif" suçundan mahkum edilerek, meslekten ihraç edildi. Öyle ki avukatlık yapma hakkı dahi elinden alındı.
Evren hakkında iddianame hazırladığı için başına bunlar gelen Kayasu'nun Türkiye aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açtığı dava 2008'de sonuçlandı. AİHM, "ifade özgürlüğünü kısıtladığı" için Türkiye'yi 41 bin Euro tazminata mahkum etti.
Darbe mağdurları ve ailelerinde ardı ardına suç duyuruları
Tüm bu yaşanılırken yerleştiği Bodrum'da kendisini "sanata verip", resim yapmakla uğraşan Evren ve 12 Eylül darbesinin diğer sorumlularının yargılanmasını engelleyen Anayasa'nın "geçici 15. madde"si, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumda bazı Anayasa değişikliklerinin kabul edilmesiyle yürürlükten kaldırıldı. Maddenin Anayasa'dan kaldırılmasının hemen sonraki gün ise Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) İzmir İl Yönetimi, Evren hakkında "darbe yapmak, anayasa değiştirmek, hükümeti yıkmak, sistemli bir şekilde planlayarak ve tasarlayarak adam öldürmek, kasten yaralamak, işkence yapmak, eziyet etmek, hürriyetten yoksun bırakmak ve cinsel saldırıda bulunmak" gibi suçlardan suç duyurusunda bulundu. Bunu Ankara, İstanbul ve Bursa gibi Türkiye'nin değişik illerinde darbe mağduru ve ailelerinin savcılıklara Evren hakkında suç duyurusuna bulunması izledi.
32 yıl sonra Evren ve Şahinkaya, hakkında dava
Yapılan bu suç duyuruları üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 8 Nisan 2011'de, Evren hakkında soruşturma başlatıldı. Soruşturma kapsamında Evren ve hayatta kalan tek MGK üyesi olan Tahsin Şahinkaya'nın ifadesi alındı. Ocak 2012'de tamamlanan soruşturma sonucunda hazırlanan iddianamede, dönemin Genelkurmay Başkanı, 7. Cumhurbaşkanı Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın 765 sayılı TCK'nın "Devlet Kuvvetleri Aleyhinde Cürümler"e ilişkin 146. maddesi ile 80. maddesi uyarınca "ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına" çarptırılmaları istendi.
İşlenen suçlarla yüzleşme vakti!
Darbeden 32 yıl sonra hazırlanan iddianame, 10 Ocak 2012'de Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesin tarafından kabul edildi ve 4 Nisan 2012'de, 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbenin sorumlularının yargılanmalarına başlandı.
Evren ve Şahinkaya, açılan bu dava ile işledikleri suçlarla ilk kez yüzleşmeye başladı. Ancak bu yüzleşme bile açılan davanın görüldüğü mahkeme salonunda değil, hasta yataklarında gerçekleşti.
'Bugün olsa aynı şeyi yapardık' demekten vazgeçmedi
22 Ağustos 2012'de, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından 12 Eylül Davası'nın görüldüğü Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderilen raporda, sanık Kenan Evren'in duruşmaya katılmasının "tıbbi açıdan uygun olmadığı" bildirildi. Bunun üzerine Mahkeme, davanın sanıkları Evren ve Şahinkaya'nın savunmalarının, sesli ve görüntülü iletişim teknolojisiyle alınmasına karar verdi. Evren ve tedavi gördüğü Ankara GATA'daki odasında kurulan kamera ve ses sistemi ile mahkemeye katıldı. Tedavi gördüğü GATA'dan video konferansla savunma yapan Evren, "Biz o gün doğru olanı yaptık. Bugün de olsa aynı şekilde ihtilal yapardık" dedi.
Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesi salonu kadar davanın görüldüğü adliye önünün de adalet taleplerine sahne olduğu bu yargılama sonucunda mahkeme, 18 Haziran 2014'te Evren ve Şahinkaya hakkındaki hükmünü açıkladı. Haklarında "Müebbet hapis cezası" verilen Evren ve Şahinkaya'nın yine rütbelerinin sökülmesine karar verildi. Verilen karar, yapılan itiraz üzerine hala gönderildiği Yargıtay'da görüşülmeyi bekliyor.
Berfo Ana'nın elleri darbecilerin ve AKP'nin yakasında kaldı
İşlediği suçlara dair kesin karar henüz verilmeyip, cezasını çekmeden Evren, Türkiye'de benzer suçlar işlemiş birçok isim gibi hayatını kaybetti. Zihniyetini işlediği Darbe Anayasası da bugün hala iktidarda bulunan AKP Hükümeti tarafından Türkiye toplu üzerine işlemeye devam eden Evren'in en çok bedduasını aldığı kesim ise kuşkusuz bugün kendilerine adanan günlerini kutlayan anneler oldu. İlerlemiş yaşına rağmen, gözaltında kaybedilen ve yıllardır kemiklerine dahi ulaşılamayan oğlu Cemil Kırmayır'ın hesabını soran Berfo Ana, hakikat ve adalet talebinin simgesi oldu.
Yaşamını yitirdiği 104'üncü yaşına kadar 12 Eylül'ün hesabını sorarak Cumartesi Anneleri'nin de sembol isimlerinden biri haline de dönüşen Berfo Ana, darbeci generallerin Ankara'daki yargılamalarına katılarak, oğlu Kırbayır'ın mezarının yerini sormuştu.





Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.