Kürt meselesinde stratejik çözüm yaklaşımları
TİGRİS HABER - CEVAT KORKMAZ: Kürtler uzun yıllardır Türkiye'nin en önemli siyasi sorununu oluşturuyor. Ancak son zamanlarda çok hızlı gelişmeler olmaya başladı. İktidar ittifakını oluşturan MHP lideri Devlet Bahçeli kendi çizgisinin dışına çıkarak 22 Ekim'de bu konuda oldukça radikal bir açıklama yaptı. Yapılan açıklama Kürtler konusunda Türkiye'de yerleşik önyargıların da sarsılmasına yol açtı. Sizce bu şaşırtıcı gelişmelerin yaşanmasının nedenleri ne olabilir?
MEHMET ASLAN: Doğru yanıta ulaşabilirsek, son zamanlarda olan biteni anlamız kolaylaşabilir. Bahçeli örneğinde olduğu gibi siyasi söylemlerdeki kırılmalar ya da dönüşümler, özellikle Türkiye gibi çok katmanlı sosyal yapıya sahip ülkelere özgü stratejik hamlelerdir. Bahçeli’nin hamlesini siyasi, toplumsal ve jeopolitik düzeyde analiz edebiliriz.
Seçimlere yönelikdenge siyaseti açısından baktığımızda:
MHP gibi milliyetçi çizgide konumlanmış bir partinin, Kürt meselesine dair yumuşama sinyalleri vermesi, seçim ittifakları bağlamında pragmatik bir hamle olabilir.
- AK Parti’nin Doğu ve Güneydoğu’da eski oy oranlarını yakalayamaması, ittifakın toplam oy potansiyelini düşürecektir.
- Bu yüzden, Kürt seçmenin en azından "tarafsız" kalmasını sağlamak üzere daha kapsayıcı mesajlar verilmiş olabilir.
- Bu açıklama, "milliyetçi taban ürkmeden Kürt seçmen uzaklaşmasın" dengesine oturtulmuş olabilir.
Bölgesel gelişmeler ve dış politika etkisine baktığımızda:
Orta Doğu'da Kürtlerin statüsüne dair gelişmeler (özellikle Irak ve Suriye'nin kuzeyinde), Türkiye'de siyaseti dönüştürmeye başladı.
- ABD ve bazı Batılı aktörlerin Suriye’deki Kürt gruplarla kurduğu ilişkiler Türkiye’yi yeni denge arayışlarına zorluyor.
- MHP gibi geçmişte oldukça sert çizgide duran partiler devlet aklının gereği olarak bölgesel denklemlerde daha esnek tutumlar alabiliyorlar.
- Yani devlet refleksiyle siyasal söylemin yeniden konumlandırılması söz konusu olabilir.
Toplumsal algı ve yorgunluk açısından baktığımızda:
Yıllardır süren kimlik tartışmaları, hem Kürtler hem Türkler nezdinde bir "siyasal yorgunluk"yarattı ve çözüm arayışı doğurdu.
- Bahçeli’nin açıklaması, belki de sadece siyasi elitin değil, toplumun farklı kesimlerinde gözlenen bu öfke/öfke yitimi/empati arayışına bir yanıt olabilir.
- Yeni nesil Kürt gençliğiyle kurulan bağların zayıflaması, milliyetçi partilerin "anlam arayışı" içinde pozisyon değiştirmesine neden olabilir. Özellikle “yeni nesil Kürt gençleri” meselesi doğru okunmalı. Bu söylediğim bütün taraflar için geçerli. Ekrem İmamoğlu operasyonu sonrasında meydanlara yansıyan “gençlik davranışı”, tıpkı Bahçeli açıklamasında olduğu gibi hepimizi şaşırttı. Türk gençleri, Kürt gençleri ve diğer kimlikler açısından da bu değişmez. Yeni jenerasyon bizden farklı bakıyor. Bunu doğru okuyamazsak sözlerimiz bize dönüp duran yankılara dönüşür.
Devletmekanizması içinde yeni denge arayışları açısından baktığımızda:
MHP’nin davranış kodları üzerinden bunu okuyabiliriz. MHP devlet içindeki bazı kurumsal yapılarla uyumlu hareket ettiği veya sözcülüğü yaptığı malum. Dolayısıyla bu açıklama, sadece siyasi bir söylem değil, devletin Kürt meselesindeki strateji güncellemesinin de bir yansımasıdır.
- Yani bu, sadece Bahçeli'nin değil; "devlet aklının dili" olarak da okunmalı. Çünkü stratejilerin de kendi içerisinde evrimi söz konusu. Zamanı ve yeri geldiğinde güncellenir. Bu güncelleme Türkiye gibi kendisini önyargılarla kuşatmış ülkeler için de kaçınılmazdır.
Yani Bahçeli’nin açıklaması beklenmedik görünse de, içinde bulunduğumuz siyasi, toplumsal ve jeopolitik şartlar göz önüne alındığında rasyonel bir hamle olarak değerlendirilebilir. Bu tür dönüşümler, genellikle daha geniş bir stratejinin ipuçlarını verir. Zihnimiz serbest bırakıp gözlemlemeye devam ettikçe daha net bir resim ortaya çıkacaktır.Böyle söylememin nedeni, aynı coğrafyada biçimlenen bizlerin de önyargılardan arınmamış olmamızdır. Bu maluliyet, farklı derecelerde olsa da hepimizin ayağına prangadır.
CEVAT KORKMAZ: Devletin Kürt meselesinde strateji güncellediğini söyledin. ABD ve batılı aktörlerin Suriye'de Kürt gruplarla kurduğu ilişkilerin Türkiye'yi denge arayışına zorladığı görüşüne katılıyorum. Türkiye kendi iç kamuoyuna böyle bir arayış içerisinde olmadığını yansıtmak istiyor; ancak böyle bir arayışı olduğu açık. Dolayısıyla buradaki gelişmeler "zorlama" ile oluyorsa, Kürt meselesini çözmeye yönelik çabaların sahici olmaması ya da değişen koşullara göre rafa kaldırılması ihtimali de var diyebilir miyiz?
MEHMET ASLAN: Bu çok doğru bir tespit — ve evet, bu ihtimali göz ardı etmek mümkün değil.
Devletlerin siyasi pozisyonları bazen içten gelen reform arzusuyla, bazen de dış baskılar, stratejik zorunluluklar ya da geçici dengeler kurma hedefleriyle şekillenir. Türkiye’nin Kürt meselesindeki yaklaşımı da bu açıdan incelenmeli. Bu çerçeveyi de istersen madde madde açalım?
CEVAT KORKMAZ: Evet, madde madde üzerinde gitmek iyi bir yöntem olur.
MEHMET ASLAN: Tamam o zaman.
1. Yeni açılım veya süreci belirleyen en önemli şey zorunluluklardır:
Eğer bir değişim "iç dinamiklerle değil, dış denge arayışıyla" başlıyorsa:
- O zaman bu açılımlar daha kırılgan olur.
- İktidar ya da devlet aklı, "kendi kamuoyuna" başka, "dışarıya" başka mesajlar vermek zorunda kalabilir.
- Bu durum, samimiyet sorunu doğurur: Kürt toplumu nezdinde güven tesis etmek zorlaşır.
Bu, Türkiye’nin geçmişte yaşadığı bazı süreçlerde (bir önceki çözüm süreci) kısmen yaşanmıştı. O dönem hem Kürt siyasi hareketinde hem devlet çevrelerinde "gerçek niyet" tartışmaları vardı.
2. Dış politikanın içeri yansıması:
Suriye’deki Kürt varlığı, ABD ve Rusya'nın müdahil olmasıyla Türkiye’nin elini zayıflattı.
Devlet burada artık klasik güvenlikçi reflekslerle değil, "yumuşak güç – algı yönetimi – siyasi dengeleme" gibi araçlarla da hareket etmek zorunda.
Bu da içerideki söylemi etkiliyor:
Bahçeli’nin açıklaması belki de, "müttefikleri ürkütmeden yeni bir Kürt politikası" inşa etmeye çalışan devlet pozisyonunun bir yansımasıdır.
Ama asıl mesele şu:
Eğer bu pozisyon gizli gündemli ve sadece taktiksel ise, kalıcı bir çözüme değil, geçici bir oyuna hizmet eder.
3. Senin ifadenle “rafa kaldırılma riski” önemli
Evet, tam da dediğin gibi, bu tür süreçler:
- Seçim sonuçları,
- Uluslararası dengeler,
- Ekonomik krizler,
- Güvenlik olayları (örneğin bir terör saldırısı)
Gibi faktörlerle çok kolay rafa kaldırılabilir.
Çünkü uzun yıllardan beridir tabanı ikna etmek için kullanılan argümanlar, genellikle "güvenlik" temellidir, "eşit yurttaşlık" değil. Tam da bu noktada kapsamlı bir bilinçaltı çalışmasına ihtiyaç var. Bilinçaltına çadır açmış “güvenlik” temelli yaklaşımlarla, “eşit yurttaşlık” temelli yaklaşımları değiştirmek mümkün olur mu? Aslında Bahçeli’nin 22 Ekim’de oldukça üst perdeden yaptığı açıklama aynı zamanda kitlelerin bilinçaltına yönelik bir operasyondu.
CEVAT KORKMAZ: Yani “Strateji değişikliği” ile “çözüm iradesi” her zaman aynı şey değildir, diyebilir miyiz?
MEHMET ASLAN: Bugünkü gelişmeler devletin Kürt meselesinde yeniden pozisyon aldığını gösteriyor. Bu açık bir durum. Ancak sahici bir çözüm iradesi için toplumsal uzlaşı, şeffaflık ve diyalog kanallarını açık tutmak gerekiyor. İster stratejik, ister sahici olsun çözüm kanallarını açık tutmak gerekiyor. Bu hem Kürt tarafı, hem de Türk tarafı için geçerlidir. Daha da indirgeyerek söyleyeyim; süreci geçici bir taktiksel hamle olarak görsek bile bunu devam ettirmemiz gerekiyor.
CEVAT KORKMAZ: Kürt siyasi hareketi oldukça kaygan bir zeminde yürüyor. İsrail'in Kürt meselesine cesur yaklaşımı, Kürt siyasi hareketi için bazı olanaklara yol açsa da, Türkiye'nin hassasiyetlerinden dolayı net bir siyaset geliştirilmediği görülüyor. Hem İsrail hem de Türkiye, Kürtleri kendi siyasal eksenlerine angaje etmeye çalışıyor. İsrail bunu daha açık hamlelerle ortaya koyarken, Türkiye'nin geçmişten gelen önyargıları ve tortuları yönetmedeki zorluğu, siyaset üretmesine engel oluyor. Böyle olunca da İsrail daha görünür adımlar atabiliyor. Bu konuda Türkiye ikilemleri ve açmazlarını yönetme becerisi gösterebilir mi?
MEHMET ASLAN: Aslında cevabı kendi içerisinde saklı sorular bunlar. Sorunun içinde çok katmanlı ve güncel bir analiz de var.Ben bu çerçeveyi biraz daha açmaya çalışayım. Hem Kürt siyasi hareketinin pozisyonuna, hem de Türkiye’nin bu açmazları yönetme kapasitesine yine başlıklar halinde bakalım:
Kürt siyasi hareketinin daha stratejik bir pozisyonu var:
Kürt siyasi hareketi (özellikle Suriye, Irak ve Türkiye’deki bileşenleri), şu anda farklı güç merkezleriyle aynı anda temas içinde.
- ABD (özellikle Suriye’de SDG-PYD üzerinden),
- İsrail (daha dolaylı ve stratejik),
- Avrupa kamuoyu ve kurumları (insan hakları ve siyasal temsil bağlamında),
- Türkiye (hem içeride yasal siyaset kanallarıyla hem güvenlik üzerinden).
Bu çoklu temas hali, fırsat gibi görünse de, bir anlamda Kürt siyasi hareketini "taşeronluk" zeminine çekerek istikrarsızlaştırabilir. Mesele öyle olup olmaması değil, buranın kullanışlı alanlar olmasıdır.
Buradan bakınca Kürt siyasal hareketinde strateji eksikliği olduğunu görüyoruz.
Suriye'deki kazanımlar (örneğin otonomi iddiaları), Türkiye içindeki hareketi etkiliyor. Ama Türkiye’deki Kürt siyasi hareketi bu dış dengeler karşısında:
- Ne tam ayrışıyor,
- Ne tam entegre olabiliyor.
Bu da hem Türk devleti, hem Kürt toplumu için belirsizlik ve güven sorunu oluşturuyor.
İsrail’in cesur yaklaşımları olduğu açık. Ancak bu yaklaşımları “cesur” olduğu kadar “hesaplı” olarak da değerlendirmeli:
İsrail’in bölgesel jeopolitikte Kürtlerle teması yeni değil. Özellikle Irak Kürdistanı ile ticaret, istihbarat ve enerji bazlı ilişkileri uzun yıllara dayanıyor.
Ama Suriye krizinden sonra İsrail:
- İran karşısında "Kürtler üzerinden yeni denge alanları kurma" hedefinde,
- Türkiye ile olan gerilimleri de fırsata çeviriyor.
İsrail için öncelikli amaç: "bağımsız bir Kürt yapılanması değil", İsrail dostu etkili bir ittifak oluşturmaktır.
Bu da Kürt hareketi için hem bir olanak (destek, meşruiyet),
hem de yük (bölgedeki Arap, İran, hatta Türk kamuoyu açısından) oluşturuyor.
Türkiye’nin açmazları ve zorluklar nelerdir:
İşte kritik nokta burası. Türkiye’nin Kürt meselesinde en büyük engelleri:
Güvenlikçi Hafızanın Ağırlığı
- Devlet hafızasında "Kürt meselesi" büyük ölçüde güvenlik ekseninde kodlanmış durumda. Bu kodlarda sahici bir değişikliğe gidilip gidilmeyeceğini zaman gösterecektir.
- Bu tereddütler hem çözüm geliştirmeyi zorlaştırıyor, hem de dış aktörlerin etkisini artırıyor.
Toplumsal Uyum Sorunu
- Türkiye’deki geniş kamuoyu, özellikle milliyetçi taban, Kürtlerin dış aktörlerle temasına yüksek şüpheyle bakıyor.
- Bu da hükümetlerin “çözüm niyeti” geliştirmesini siyasal açıdan maliyetli bir hale getiriyor.
- Tabi ki burada birbirini besleyen mekanizmayı görmek gerekir. Türkiye kendi kamuoyunu şüpheli hale getiriyor, vatandaşın şüpheli yaklaşımı Türkiye’nin siyaset üretmesini engelliyor.
Kurumsal Çatışmalar
- Benim okuduğum kadarıyla MİT, Dışişleri, Genelkurmay, yargı ve siyasi aktörler arasında bu konuda zaman zaman görüş ayrılıkları yaşanıyor.
- Bu da tek sesli ve uzun vadeli strateji geliştirmeyi engelliyor.
Türkiye bu açmazlara bağımlı mı, yoksa açmazları aşma iradesi gösterecek mi?
Bence hem bağımlılık, hem de aşma iradesi bir arada gidiyor.
Yeni bir siyasal anlatı inşa edilmeli:
Kürtlerin eşit yurttaşlığı sadece “güvenlik” veya “ekonomik kalkınma” ekseninde değil, anayasal ve sosyal temelde tanımlanmalı. Bu aynı zamanda yeni bir hikâye oluşturmak anlamına da gelir.
Devlet içi uzlaşı olmalı:
Kürt meselesi bir iktidar projesi değil, devlet politikası haline gelmeli. Tıpkı Avrupa Birliği sürecinde olduğu gibi. Böyle olursa iktidarlar kendi oyun planlarına göre değişikliğe gidememiş olur.
Dış aktörlerle temasta şeffaflık ve çok taraflılık esas alınmalı:
Türkiye, Kürt aktörlerle doğrudan diyalog kurmalı, onları sadece dış güçlerin etkisinden çıkarmaya değil, ortak zemin üretmeye çalışmalı. Bu da Türkiye’nin kendi algılarına cephe açması anlamına gelir, ki kolay bir durum değil.
Senin de söylediğin gibi, İsrail daha net hamleler yapabiliyor, çünkü Kürtleri jeopolitik bir araç olarak görüyor.
Türkiye ise hâlâ kendi iç refleksleriyle boğuşuyor ve bu yüzden hem güven inşa edemiyor, hem de stratejik üstünlük sağlayamıyor.
Ama bu durum değiştirilebilir. Gerekli olan:
Cesur bir siyasal irade,
Ortak vatandaşlık anlatısı
Ve toplumu buna hazırlayan bir iletişim dili.
CEVAT KORKMAZ: Denklemin en önemli aktörü olan ABD'yi sormak istiyorum. ABD'nin girişimiyle birkaç gün önce İsrail ve Türkiye tarafı çatışmadan kaçınma mekanizması oluşturmak için Bakü'de bir araya geldi. Bu konuda taraflar olumlu açıklamalar yaptı. Böyle bir mekanizmanın oluşturulması aynı zamanda ABD'nin her iki ülkeden de vazgeçmek istemediğini gösteriyor. Yani İsrail ve Türkiye'yi asgari müştereklerde bir araya getirerek Suriye'de bir Kürt statüsü oluşturmak... Sence gelişmeler bu yönde mi ilerliyor?
MEHMET ASLAN:Evet — Senin kurduğun denklem, günümüz Ortadoğu siyasetinin kalbini işaret ediyor.
Bakü’deki temas ve ardından gelen olumlu açıklamalar, aslında çok daha geniş bir ABD merkezli stratejik mühendisliğin parçası olabilir. Burası önemli. O yüzden ABD’nin stratejisine de madde madde bakalım:
ABD’nin bölgeye yaklaşımı her zaman üç eksenli olmuştur:
- İsrail’in güvenliğini garanti altına almak (olmazsa olmaz)
- Enerji yolları ve lojistik hatları kontrol etmek (özellikle İran ve Rusya etkisini sınırlamak)
- Bölgeyi istikrarsızlaştırmadan, yönetilebilir düzeyde “parçalı denetim” sağlamak
Bu çerçevede Kürtler, coğrafi, siyasal ve askeri açıdan "dengeleyici" bir güç olarak ABD’nin gözünde çok önemli.
CEVAT KORKMAZ: ABD Kürtleri “dengeleyici” bir güç olarak görüyor dedin, bunu açabilir misin?
MEHMET ASLAN: Daha önce katıldığım bir programda da söylemiştim. Kürtler Ortadoğu’da ABD ve Avrupa’nın benimsediği bir sosyolojik doku olarak kabul ediliyor. Aynı programda bu sosyolojinin Kürtlerin süper gücü olduğunu söylemiştim. Bu durumun öngörülebilir bir gelecekte de aynı kalacağı anlaşılıyor. Kürtlerde kadın doğal olarak sosyal yaşamın bir parçasıdır. Bu durum siyasette, ekonomide ve güvenlikte de aynıdır. Kürtlerin en gelişmiş silahı “seküler” olmalarıdır. Din bir siyaset olarak değil, inanç olarak kabul edilmektedir. Bu açıdan Kürtlerde cihadi ve yayılmacı bir damar olmaması onları bir model olarak öne çıkartıyor. Bu özellikler, onlar üzerinden denge oluşturmayı kolaylaştırıyor.
Türkiye–İsrail ilişkileri de yeniden tanımlanıyor. Biraz da buna bakalım.
Bakü buluşması neyi gösteriyor?
- ABD artık hem İsrail’i hem Türkiye’yi aynı anda tamamen karşısına alamayacağını biliyor.
- O yüzden "çatışmayı önleme – alan paylaşımı – ortak denetim mekanizmaları" gibi diplomatik araçları devreye sokuyor.
Bu, sadece İsrail–Türkiye gerilimini yumuşatmak değil; Suriye’de olası bir Kürt statüsünü için zemin hazırlamak demek olabilir.
Türkiye’nin buna sert tepki vermemesi için, İsrail'le bir "denge mutabakatı" oluşturmak ABD’nin orta yol arayışıdır.
ABD, şu anda Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG (SDG) üzerinden fiilen bir otonomi alanı oluşturmuş durumda. Ancak bu alanın henüz uluslararası meşruiyeti yok. İlham Ahmed üzerinden bu konuda yürütülen çalışmalar var ama daha emekleme safhasında…
Türkiye'nin yüksek sesli muhalefeti yüzünden bu statü “dondurulmuş” halde bekliyor.
CEVAT KORKMAZ: Sence ABD’nin asıl hedefi ne olabilir?
MEHMET ASLAN: ABD’nin Kürtleri tamamen bağımsızlaştırmadan, Suriye'de merkezi otoriteye “elastik” olarak bağlı, yerel yönetim tarzı bir model oluşturmak istediği anlaşılıyor.Bu sayede İran etkisini sınırlamak,Rusya'yla pazarlıkta koz olarak elde tutmak ve Kürtleri İsrail ve Türkiye arasında dengeleyici tampon güç olarak konumlandırmak, diye ilk etapta sıralayabilirim.
CEVAT KORKMAZ: Peki Türkiye buna nasıl yaklaşıyor?
MEHMET ASLAN: Türkiye bu planın farkında, ama tamamen engelleme gücüne de sahip değil. O yüzden:
- İsrail'le diyalog kurmak,
- ABD ile gerginliği minimumda tutmak,
- Aynı anda Rusya ve İran'la da "Suriye mutabakatları" içinde kalmak zorunda.
Yani Türkiye artık “mutlak ret” değil, "kontrollü razı olma" sürecine giriyor olabilir.
CEVAT KORKMAZ: Gelişmeler bu yönde ilerliyorsa Yani Türkiye senin dediğin gibi “kontrollü razı olma” safhasına mı geçti?
MEHMET ASLAN: Evet, büyük ihtimalle gelişmeler bu yönde ilerleyecek
ABD, İsrail ve Türkiye’yi çatıştırmadan, ilk etapta Suriye’de sınırlı bir Kürt statüsü oluşturacak.
Bu, Kürt meselesini çözmek değil; siyasi haritayı yeniden dizayn etmek anlamına geliyor.
Bu denenmiş bir modeldir ve neskiden beri böyle olmuştur. Afrika’da, Ortadoğu’da olduğu gibi önce harita dizayn edilir, sonra devamına bakılır. Tabi bu ara çözümler Türkiye’de iç siyasette tepki alabilir, Kürtler arasında da "yetersiz ve muğlâk" bulunabilir ama bu süreçler böyle işler. Ancak şunu unutmamak gerekir: Kabul edilmemiş ama fiilen uygulanan model şu anda zaten sahada geçerli. ABD bunu sadece yumuşatılmış diplomatik formülle resmileştirmek istiyor.
CEVAT KORKMAZ: Türkiye'deki Kürt siyasetinin nasıl etkileneceğini bu eksende analiz etmek önemli. Sanırım bu konuda Suriye ve Türkiye'deki Kürt siyaseti arasında kırılma alanları olacaktır. Türkiye'deki Kürt hareketi geçmiş deneyimlerinden Türkiye'nin her an kendi ezberi olan güvenlikçi politikalara dönebileceği ihtimalini gözden kaçırmıyor. Kürt siyasetinin, sorunu iç meseleye indirgeme yaklaşımı bundan kaynaklanıyor. Buna karşılık Suriye'de özgüveni çok daha yüksek ve uluslararası siyasetin olanaklarına açık bir Kürt hareketinden söz etmek mümkün. Bu ikisi arasında, gündemler netleşmeye başladıkça belirgin ayrışmaların olması da mümkün? Bu konularda ne diyebilirsiniz?
MEHMET ASLAN: Evet, bu son derece doğru bir soru. Gerçekten de artık tekil bir Kürt siyaseti değil, farklı coğrafyalarda farklı dinamiklerle şekillenmiş birden fazla Kürt siyasetinden söz ediyoruz. Ve senin söylediğin gibi, Türkiye ve Suriye Kürt hareketleri arasında giderek belirginleşen bir farklılaşma–hatta kırılma eğilimi var.Bu kırılmayı anlamak için temel eksenlere bakalım:
Türkiye'deki Kürt siyaseti:
- Derin devlet hafızasıyla iç içe yaşadı.
- "Çözüm süreci" gibi açılımlar sonrası gelen güvenlikçi refleksler (hendek süreci, kayyumlar, parti kapatma tehditleri), güçlü bir “devlet tekrar şiddete döner” kaygısı oluşturdu.
- Bu da Kürt siyasetini uluslararası alana temkinli yaklaşan, daha içe dönük ve kontrollü hale getirdi.
Suriye’deki Kürt siyasetine baktığımızda:
- Merkezi bir devletten hiçbir zaman gerçek anlamda vatandaşlık hakkı görmemiş bir halk tabanı vardı.
- 2011 sonrası oluşan fiili özerklik, onlara hem özgüven verdi, hem de yeni nesil liderlik kadroları ortaya çıkardı.
- Bu nedenle hem dış aktörlerle açık ilişki kurmakta, hem de bölgesel dengelerde oynamakta daha rahatlar.
Bu fark, ileride stratejik yaklaşımlarda çatışma doğurabilir.
CEVAT KORKMAZ: Bu durum siyaset biçimi ve meşruiyet arayışını da değiştirmez mi?
MEHMET ASLAN: Şüphesiz değiştirir. Türkiye'deki Kürt hareketi: Legal siyaset zemininde (HDP – DEM Parti) kalma mücadelesi veriyor. Tabi ki diğer siyasal oluşumları dışlamadan, ana siyaset olarak belirtiyorum. Legal zeminde kalma çabası onları, Türk kamuoyu nezdinde meşruiyet üretme ve “demokratik zeminde çözüm” söylemine sadık kalmaya zorluyor. Böyle olunca uluslararası alandaki görünürlüğü sınırlı kalıyor; çünkü bu alan Türkiye'de hızla "dış bağlantılı tehdit" veya “dış güçlerin maşası” olarak çerçevelenebiliyor.
CEVAT KORKMAZ: Suriye'deki Kürt hareketinin bu konuları aştığını söyleyebiliriz sanırım.
MEHMET ASLAN: Orada önemli oranda ayrışmış ve özgüveni yüksek bir siyasetten söz edebiliriz.
- Kurumsallaşmış askeri yapılar var (YPG/SDG).
- Uluslararası tanınırlıkları var (özellikle ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde).
- Dolayısıyla meşruiyetin kaynağını hem içten hem dıştan oluşuyor.
- Bu da daha geniş stratejik oyunlar kurmalarını sağlıyor.
Türkiye, Suriye’deki Kürt hareketinin bağımsız davrandığını bilmesine rağmen Abdullah Öcalan ve PKK yönetim yapısı üzerinden buraya etkide bulunmak istiyor ama bunun kolay olmadığını de biliyor.
CEVAT KORKMAZ: Bu dediğine göre Türkiye ve Suriye’deki Kürt hareketi hem “ajanda”, hem de “özgüven” açısından ayrışmış oluyor.
MEHMET ASLAN: Bu iki hat üzerinden ayrışma olması kaçınılmaz. Bizim analiz etmemiz gereken şey bu ayrışmanın ne kadar derine ineceğini anlamak.
Gündemler netleştikçe oluşacak farkları şu şekilde tasnif edebilirim:
Konu | Türkiye Kürt Hareketi | Suriye Kürt Hareketi |
Kısa vadeli hedef | Siyasal temsiliyet, baskının kalkması, yerel demokrasi | Otonomi ya da konfederal yapı |
Uluslararası ilişki tarzı | Temkinli, mecbur kalınca açık | Doğrudan, stratejik |
Türkiye'ye bakış | Muhatap ama tedirgin | Bölgesel denge unsuru ama baskı gücü |
Bu farklar, özellikle Kürt kamuoyunda da bölünmelere yol açabilir. Ama bu bir ihtimal. Özellikle Suriye’de her düzeyde oyun planı oluşturmayı öğrenmiş bir SDG yapısı var. Bu yapı çoğu zaman devlet refleksi gösterip incelikli diplomasi yapabiliyor. Bundan sonrası süreç yönetimine, beceriye, ilişki yönetmeye kalmış.
CEVAT KORKMAZ: Özellikle SDG’nin siyaset becerisine vurgu yaptın. Bu tecrübe ve beceri ayrışmayı önleyebilir mi?
MEHMET ASLAN: Tabi ki önleyebilir ama bir şeyi önleyecekseniz önce onun ne olduğunu netleştirmeniz gerekir. Bu yüzden ben olası çatışma alanları şöyle sıralayabilirim:
- Stratejik Yol Ayrımı:
Türkiye’deki Kürt siyaseti daha fazla "vatandaşlık temelli haklar" ekseninde kalırken,
Suriye’deki Kürt siyaseti devlet-dışı yapı kurma vizyonuyla yol alabilir. - Uluslararası Temsilde Rekabet:
Hangi Kürt temsilcisi küresel alanda Kürtlerin “gerçek sesi” olacak? Bu konuda
meşruiyet çatışmaları yaşanabilir. - Birbirini Zora Sokma Riski:
Suriye'deki aktörlerin uluslararası temasları, Türkiye içindeki hareketi sıkıştırabilir.
Aynı şekilde, Türkiye’deki hareketin içe kapanık hali, Suriye'deki kazanımların diplomatik izolasyonuna neden olabilir.
Bunlar ilk anda aklıma gelenler. Bu meseleye bir proje gibi yaklaşırsak, projenin risklerini de, varsayımlarını da, artılarını da tasnif etmek gerekir. Sorunlar tespit edilirse o zaman oturup “çözümler ne olmalı” diye yol, yöntem geliştirmek daha kolay olur. Şunu da unutmamak lazım Kürt siyaseti artık tek bir jeopolitik zeminde hareket etmiyor.
Ve iç siyasal hafıza ile dış stratejik beklentiler arasındaki gerilim, bu siyaseti hem büyütebilir, hem zayıflatabilir. Bu kırılgan dengeyi gören aktörler (Türkiye, ABD, İsrail) de bu farkları araçsallaştırarak politikalarını şekillendirebilirler. Biz bunu görüyorsak, kendi hamlelerimizi oluşturabiliriz.
CEVAT KORKMAZ::“Devlet Bahçeli bu süreci taşıyabilecek güce sahip midir” diye kaç zamandır aklımda dönüp duran bir soru var. Erdoğan da önemli bir oyuncu olarak sahada, ancak Türkiye tarafında satrancı oynayan asıl figür Bahçeli. Farklı açılardan değerlendirerek, mesela sağlık konusu, mesela kendi kitlesindeki algısal değişiklin yan etkileri (Zafer partisi ve İYİ Parti gibi sonucu kendi lehlerine dönüştürmek isteyen partilerin varlığı), mesela Erdoğan'ın bu konuda netleşmemiş olması... Ne dersin?
MEHMET ASLAN: Sanırım çoğumuzun kafasını meşgul eden yerinde bir soru bu.Çünkü gerçekten de günümüzde Türk siyasetinde “perde önünde küçük gibi görünen ama satranç tahtasında en kritik hamleleri yapan figür” Devlet Bahçeli.
Devlet Bahçeli’nin en güçlü olduğu alan, kurumsal hafıza ve devlet refleksleriyle kurduğu ilişki.1990'larda MHP'nin milliyetçi çizgisinden çıkmadan "Türk-Kürt kardeşliği" gibi kontrollü söylemler geliştirmiş bir lider.“Devletin beka refleksi” ile milliyetçi ideoloji arasındaki çizgiyi ustalıkla yöneten biri. Yanlış anlaşılmasın, ona önemli şeyler atfetmiyorum. Sadece “devlet” dediğimiz mekanizmanın Devlet Bahçeli üzerinden zaman zaman görünür olmasından bahsediyorum. Bugün de Kürt meselesine dair yaptığı çıkışlar, onun fikriyatında büyük bir kırılmadan ziyade, "devletin pozisyonuna göre hizalanma" olarak okunabilir. Bu hizalanmayı gözden kaçırmamak gerekir. Yani Bahçeli, devletin derin koordinatlarıyla çelişmediği sürece, şaşırtıcı manevralar yapabilir.
Son yıllarda Bahçeli’nin sağlık durumuyla ilgili söylentiler sıklaştı. Sınırlı görünürlük, sert mimikler, uzun süreli sessizlik dönemleri… Bu tür göstergeler, Bahçeli’nin artık eskisi kadar aktif oyun kurucu olamayabileceğini düşündürüyor.
Ancak burada kritik olan şu:
Bahçeli zaten uzun süredir “görünmez kumanda merkezi” gibi çalışıyor.
Yani gündem belirleyen değil, gündeme yön veren konumda. Bu tarz liderlik, fiziksel sınırlara rağmen sürdürülebilir. Ama bu, yeni nesil MHP içinde bir liderlik geçişi ve hizip çatışması riski doğurabilir.
Bahçeli’nin asıl sınavı burada başlıyor:
Çünkü klasik MHP tabanı, “terörle mücadele – Türk kimliğinin korunması – üniter yapı” üçgeninde çok hassas.
- Kürt meselesine dair yapılacak açılımlar, bu seçmen kitlesinde ideolojik kafa karışıklığı yaratabilir.
- Zafer Partisi (Ümit Özdağ) bu dalgalanmadan oy devşirmeye çalışıyor.
- İYİ Parti ise “milliyetçi ama daha merkezci” çizgisiyle tabanı yumuşatıcı bir rol oynuyor.
Bahçeli bu algısal karmaşayı yönetemezse, MHP içinden kopmalar ya da “gölgelenme” riskleri artabilir.
CEVAT KORKMAZ: Erdoğan’ı nerede konumlandırmak gerekir?
MEHMET ASLAN:Bahçeli’nin Erdoğan’la çift yönlü bir ilişkisi var:
- Erdoğan, Bahçeli sayesinde milli/milliyetçi tabanı konsolide etti.
- Bahçeli ise Erdoğan sayesinde iktidarın karar halkasında yer aldı ve ona doğrudan etki etti.
Ama burada kritik bir problem var:
Erdoğan hâlâ bu süreçte “belirsiz bir oyuncu”.
Netleşmemiş duruşu, Bahçeli’nin hamlelerini boşa çıkarabilir ya da iç politikada ters tepebilir. Örneğin:
- Erdoğan bir yandan açılım sinyalleri verirken,
- Diğer yandan sert devlet reflekslerine dönme potansiyelini her zaman saklı tutuyor.
Bu da Bahçeli’yi zora sokan bir denklem oluşturuyor:Hem Erdoğan’ı dengele, hem kendi tabanını tut, hem de devletin yeni stratejisine direnme…
Bu üçgen uzun vadede sürdürülebilir olmayabilir.
CEVAT KORKMAZ: Sonuç olarak Bahçeli süreci taşıyabilir mi?
MEHMET ASLAN: Kısa vadede “evet” derim. Çünkü hâlâ devlet içindeki pozisyonu, Erdoğan üzerindeki etkisi ve parti disiplini güçlü.
Ama:
- Sağlık durumu,
- Tabanda yaşanacak ideolojik savrulmalar,
- Erdoğan’ın netleşmemiş pozisyonları,
- Ve rakip partilerin boşlukları doldurma çabası,
Bahçeli’nin bu süreci uzun vadede taşıma kapasitesini zayıflatıyor.Özellikle milliyetçi-muhafazakâr blokta “yeni lider” arayışları artarsa, Bahçeli’nin siyasetteki etkisi simge olmaktan öteye geçmeyebilir.
CEVAT KORKMAZ: Erdoğan'ın pozisyonu da oldukça kritik. Ona yönelik daha belirgin bir muhalefet olmaya başladı. Anketlerin neredeyse tamamında 2'inci parti konumunda. Bu da onun yürüyüşünde bozulmaya yol açıyor. Erdoğan'ın birinci önceliği, önceki dönemlere göre çok daha belirgin bir şekilde kendi mevcudiyetini sürdürmek gibi görünüyor. Katılır mısın?
MEHMET ASLAN: Türkiye siyasetindeki sert ayrışmalar, önümüzdeki dönemlerde hesaplaşma ihtimallerini kaçınılmaz hale getiriyor. Bu açıdan bakınca Erdoğan'ın Kürt siyaseti desteğiyle anayasa değişikliğine gitmek ve bir kez daha seçilmek talebi var. Burası oldukça kaygan. DEM Parti bazı konularda Erdoğan'a destek verse de, parti tabanında bu desteğin oluşmaması daha güçlü bir ihtimal olarak görünüyor. Erdoğan'ın kendi pozisyonunu koruma arzusu (telaşı), Kürtler için olanaklara yol açabilir ama bu duruma tabanın onay vermesi kolay değil.
CEVAT KORKMAZ: Bu konuyu açabilir misiniz?
MEHMET ASLAN: Erdoğan'ın yeni dönemdeki temel motivasyonu, siyaseten varlığını sürdürmek. Erdoğan artık “yeni vizyon” değil, mevcudiyetinin sürdürülmesi üzerine bir siyaset izliyor. Ekonomik kriz, uluslararası baskı, kurumların yıpranması ve parti içi erozyon...Tüm bunlar Erdoğan’ı savunma pozisyonuna itti.Bu yüzden önceliği artık "dönüştürmek" değil, “yönetilebilirlik içinde kalmak.” Dolayısıyla Kürt meselesi Erdoğan için bir çözüm değil, bir kaldıraç oldu. Etrafındaki çember daraldıkça, sadece Kürt meselesi değil, siyasete, devlete ilişkin her başlık, Erdoğan için bir fayda-maliyet analizine dönmüş durumda. Bu durum Erdoğan’ı daha kullanışlı hale de getirebilir, gemileri yakmasına da yol açabilir.
Erdoğan’ın yeniden adaylığı için bir anayasal gerekçe gerekiyor. Bunu da “yeni anayasa” söylemiyle meşrulaştırma eğiliminde.
DEM Parti bu süreçte Erdoğan için kilit. Ama mesele çok karmaşık:
Unsur | Erdoğan’ın Görüşü | DEM Parti’nin Resmi Duruşu | DEM Tabanının Duygusu |
Anayasa Değişikliği | Gündemde tutmak istiyor | İlkelerde mutabakat olursa konuşuruz diyor | Şüpheli, hatta öfkeli |
Seçim Desteği | Gizli bir “ortaklık zemini” oluşturma peşinde | Açık pazarlık yürütmüyor | “Yine mi kandırılacağız?” endişesi yüksek |
DEM Parti, Erdoğan’a doğrudan destek verirse, kendi tabanında meşruiyet kaybı yaşar.
Ayrıca "hendek süreci", kayyumlar, Kobani davası gibi travmatik dosyalar hâlâ hafızada çok canlı.
Bu yüzden:
Erdoğan’ın DEM üzerinden yeniden seçilme planı, ancak çok iyi kurgulanmış, karşılıklı “kazan-kazan”lı bir zeminde mümkün olabilir. Ama bu zemini oluşturmak, şu anki güvensizlik ikliminde aşırı riskli ve kaygan.
CEVAT KORKMAZ: Erdoğan’ın “Kürtlerle anayasa” stratejisi fırsat mı, tuzak mı? Ne dersin?
MEHMET ASLAN: Erdoğan’ın bu planı üç yönlü işliyor:
- Batı’ya mesaj:
“Kürtlerle demokratik uzlaşma kuruyorum.”
Bu, Erdoğan’a yeniden “reformcu lider” etiketi kazandırabilir. - İç kamuoyuna denge:
MHP ve milliyetçi kamuoyu için “milli anayasa”,
Kürt kamuoyu için “daha özgürlükçü anayasa” vaadiyle iki cephede birden oynamak. - Siyasi mühendislik:
DEM’i ikna ederse, hem anayasa oylamasını geçirebilir,
hem de muhalefeti bölüp, ikinci turda kazanma zemini oluşturabilir.
Ancak:
Tüm bu oyun, güven üzerine değil, hesap üzerine kurulu.
DEM Parti ve Kürt kamuoyu bu “satranç tahtasında” yeniden piyon olmayı reddedebilir.
CEVAT KORKMAZ: Sanırım Kürt Siyasetinin tarihsel hafızasını ve duygusal bariyerlerini aşmak kolay olmayacaktır demeye getiriyorsun.
MEHMET ASLAN: Kürt hareketi, Erdoğan’a dair “güven krizini” çok derinden yaşıyor:
- “Çözüm Süreci”nin bitirilme biçimi,
- Sonrasındaki militarist yaklaşımlar,
- Yerel yönetim iradesinin yok sayılması,
- Ve hâlâ süren davalar (Kobani, kapatma vb.)
Bu travmalardan dolayı, DEM Parti yönetimi ne kadar “politik pozisyon” alsa da, tabanı ikna etmesi çok zor görünüyor.
Yani Erdoğan bazı Kürt siyasetçileri ikna edebilir, ama Kürt halkının duygusal onayını almakta ciddi zorlanacaktır.
CEVAT KORKMAZ: Bu durumda DEM Parti ne yapmalı veya ne yapabilir?
MEHMET ASLAN: Bunu senaryolaştırabiliriz. Neticede konuştuğumuz her şey “oyun teorisi” mantığına göre işliyor
Senaryo | Sonuç |
DEM Erdoğan'la "örtük uzlaşı"ya gider | Anayasa değişikliği mümkün olur, ama parti içinde ciddi yarılmalar yaşanabilir. |
DEM açıkça destek vermez | Erdoğan’ın 2028 senaryosu zayıflar, üçüncü dönem için anayasal zemin kayar. |
DEM bölünür | Yeni bir Kürt partisi ya da hareketi doğabilir (hem devlet hem dış aktörlerin teşvikiyle). |
Erdoğan, DEM ile yakınlaşmayı çok görünür kılarsa | MHP'de çözülme başlar, milliyetçi taban Zafer Partisi’ne yönelebilir. |
Bunlar ilk anda aklıma gelenler. Çok daha karmaşık kurgular ve senaryolar da olabilir ama genel hatlarıyla böyle görünüyor.
CEVAT KORKMAZ: Son olarak birkaç soru soru ile bitirmek istiyorum. Ak Parti ile DEM arasındaki olası işbirliği tabanda karşılık bulur mu? Yani Kürtlerin eli Ak Parti’yi desteklemeye gider mi? Kürtler Özgür Özel liderliğindeki CHP’ye nasıl bakıyor/bakmalı?
MEHMET ASLAN: Tavanda kurulabilecek bir AK Parti–DEM işbirliği, tabanda yeterince karşılık bulmayabilir, hatta ters tepebilir. Bunun nedenleri var elbette:
2013–2015 çözüm sürecinin çöküşünden, hendek çatışmaları ve sonrasındaki güvenlikçi siyaset dalgası, belediyelere kayyum atamaları ve halen devam eden Kobani davası ve parti kapatma tehdidini sayabilirim.
DEM Parti yöneticileri siyaseti “gerçekçilik” temelinde yürütmeye çalışıyor.
Ancak bu gerçekçilik, tabanda şu soruları doğuruyor:
- Yine kandırılacak mıyız?
- Selahattin Demirtaş ve hapishanelerdeki siyasetçilerimizin durumu ne olacak?
- Belediyelerimize yine kayyum atanacak mı?
Bu yüzden taban, lider kadronun manevralarına otomatik olarak destek vermeyecektir
Olası işbirliğinde iki tarafın da üzerinde zaman baskısı var. İki taraf da sıkışık:
- AK Parti için zaman saatin tik takları rahatsız edici düzeyde çalıyor: Mevcut anayasa ile Erdoğan’ın bir daha aday olması mümkün değil. Erdoğan’ın tek ihtiyacı 101’inci madde. Gerisi zemine dolgu yapılmasından ibaret. Bu yüzden yeni anayasa için DEM’in oyu çok kritik. Buradan bakınca da DEM’in Erdoğan’ın nabzını tuttuğunu söylemek mümkün.
- Erdoğan, kendisi açısından tekrar seçilmek zorunda. DEM’in en güçlü tarafı Erdoğan’ın siyasi istikbaline karar verecek konumda olması… Bunu kullanabilirse, tabanı bir ölçüde ikna etme şansına da sahip olabilir. Bir yandan da CHP ile ilişkileri yönetmek durumunda. CHP ile ilişkiler henüz netleşmiş değil. DEM’in yerel seçimlerde CHP lehine aldığı pozisyon henüz tam anlamıyla karşılık bulmuş değil.
CEVAT KORKMAZ: Burada araya girmek istiyorum. Eğer Erdoğan’ın tek derdi 101’inci madde iseve DEM de Erdoğan’ın nabzını tutuyorsa, bu süreç Kürtler lehine anayasal ve yasal düzenlemelere yol açmaz mı?
MEHMET ASLAN: Bunun için anayasa tartışmasına girmek gerekir. Bu teknik bir konu. Belki başka zaman daha detaylı tartışırız. Özet olarak şunu söyleyeyim. Anayasa 101’e göre 2 kez seçilmek mümkün. Biliyorsun YSK 2023 seçiminde Erdoğan’ın tekrar seçilmesi için 2014 seçimini “sistem değişikliği” diyerek rakama dahil etmedi. Bunun için yapılacak değişiklikle anayasaya 3’üncü kez seçilme hakkı konulabilir, ki bu çok nobran bir şey olur. Bunun yerine şöyle denilebilir: “Yeni anayasa yürürlüğe girdikten sonra, bir kimse en fazla iki defa seçilebilir” Böyle bir ifadeyle önceki dönem sıfırlanmış olur. Dediğim gibi bunun anahtarı DEM partinin elinde ama bunun günahı da DEM’e yazılır.
CEVAT KORKMAZ: DEM Erdoğan’a 101’i verdiğinde karşılığında ne alabilir? İyi bir süreç yönetirse bu işten sevapla çıkabilir mi?
MEHMET ASLAN: Hemen baştan söyleyeyim. Ben sürecin anayasa değişikliğine gideceğini sanmıyorum. DEM Parti’ye böyle bir siyaset alanı bırakılmayacaktır. 360 oyu bulursa Meclis erken seçim kararı alabilir ki alacaktır. CHP’de bunu istiyor. Düşük bir olasılık da olsa, anayasa değişikliğine gidilirse o zaman bu iş takasa döner.
CEVAT KORKMAZ: Takas derken, anayasa maddelerini mi kastediyorsun?
MEHMET ASLAN: Evet. Sana 101’i veririm ama karşılığında,42’yi, 66’yı, 127’yi isterim diyebilir. Özellikle 127’nci maddede yapılacak değişiklikle:
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi
Kayyım uygulamasının sona erdirilmesi
Yerinden yönetim ilkesinin anayasal güvenceye alınması, sağlanabilir.
Yine 42’de kültürel haklarda, 66’da vatandaşlık tanımında değişikliğe gidilebilir.
Bu değişiklikler hem MHP, hem de CHP’yi rahatsız edebilir. O yüzden anayasa değişikliğinin düşük ihtimal olacağını düşünüyorum.
CEVAT KORKMAZ: Özgür Özel liderliğinde ezber bozan bir CHP var. Kürtler ve CHP yeni bir işbirliği ekseni oluşturabilir mi?
MEHMET ASLAN: Bu hakikatten zor bir soru. Özgür Özel, Kürt meselesine daha yumuşak, müzakereye açık ve insan hakları perspektifinden bakan bir dil kullanıyor. Örneğin: Kayyum uygulamalarına açık şekilde karşı çıktı, Kürt sorunu Meclis’te çözülür diyerek DEM’e kollarını açtı,Diyarbakır ziyaretlerinde daha kapsayıcı bir ton benimsedi.
Ancak sorun şu:CHP içinde hâlâ ulusalcı, devletçi, eski reflekslerle hareket eden bir damar var.Özgür Özel’in bu damarı ne kadar etkisizleştirebildiği henüz net değil. Çünkü;
CHP'nin söylemi değişse bile, güven inşa etmek zaman alacak.
Partinin ulusalcı kanadını dengelemek, hem örgüt içinde hem kamuoyunda büyük bir sınav olacak.
Kılıçdaroğlu–Özdağ protokolü gibi örnekler, bu sürecin kırılganlığını hep hatırlatacak.
Kısacası:CHP ön yargılarını atabilir, ancak bu tek başına söylemle değil, yapısal bir yüzleşme ve dönüşümle mümkün olur.Kürt seçmen artık sadece vaat değil, tutarlılık ve siyasi cesaret de görmek istiyor. Özgür Özel şu anda cesaret gösteriyor. Bu açıkça görülüyor ama “tutarlılık” henüz test edilmiş bir mevzu değil. Benim gördüğüm kadarıyla, Özgür Özel’in CHP ezberi dışına çıkmasına rağmen Dem Parti’nin mesafeli bir iyimserliği var.
CEVAT KORKMAZ: Teşekkür ederim. Neredeyse konuşmadık konu bırakmadık. Çok faydalı bir görüşme oldu.
MEHMET ASLAN: Ben de teşekkür ederim. Soruların son derece yerinde ve yönlendiriciydi.
Kaynak:Haber Merkezi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.