VİDEO - Karacadağ’da kızıla bürünen tarlalar

VİDEO - Karacadağ’da kızıla bürünen tarlalar
Karacadağ’ı yazıyorum ancak, Karacadağ deyinde akla ilk gelen mutlaka Siverek oluyor. Karakteristik özellikleri olan aynı zamanda karakterli bir ilçe. Urfa’ya bağlılar, ancak sorduğunuzda ‘Siverekliyiz’ derler.

Ramazan YAVUZ-Özel Haber

TİGRİS HABER - Karacadağ’ı yazıyorum ancak, Karacadağ deyinde akla ilk gelen mutlaka Siverek oluyor. Karakteristik özellikleri olan aynı zamanda karakterli bir ilçe. Urfa’ya bağlılar, ancak sorduğunuzda ‘Siverekliyiz’ derler. Kendilerine il olma söz verdikleri halde sözlerini yerine getirmeyen başta Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller hakkında dava açan bir ildir Siverek. Yılmaz Güney’in, Mehmed Uzun’un memleketidir. Sosyal ve siyasal anlamda gerçek hikayesi, gerçek kahramanı boldur, tükenmez, kitaplara, sinemalara sığmaz.

Dünkü yazıda Siverek’e kadar gelmiş orada ara vermiştik. Malum, arkadaşın acıkma hallerine çözüm için Siverek merkeze gitmiştik. Dünkü Karacadağ notlarımı okuyanlar arkadaşı merak etmiş. Onun da iznini alarak yazmaya karar verdim. Arkadaşımın adı Fettullah Çelik. Karacadağ alanında oldukça deneyimli biri.

karacadag-notlari-2-11.jpeg

Japon profesörün 35 yıl önce dikkatini çekmiş

Bu arada unutmadan dünkü yazıyı okuyan ve şimdi İstanbul’da Gastroenteroloji dalında isim yapmış olan hemşehrimiz Prof.Dr. Vedat Göral, beni arayarak Karacadağ ile ilgili 35 yıl önceki ilginç bir anısını paylaştı. Aslında Vedat hocanın anısı dünkü “Taşlık arazilerden bereketli tarlalara” yazımla ilgili ama ilginç olduğu için bugünkü yazıya da ekliyeyim dedim.

Japonya’dan Diyarbakır’a 1988 yılında gelen Prof. Dr. Masao Ohto, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde konferans veriyor. Vedat Hoca’da bir gün sonra Prof. Dr. Masao Ohto’yu Diyarbakır’ın tarihi yerlerinde gezdirdikten sonra Siverek’e götürüyor. Yolda giderken, Ohto’nun dikkatini taşlık araziler çekiyor. Aracı durdurup kayalık arazileri inceliyor, köylülerle görüşüyor. Ohto, köylülere, İngilizce bilen Vedat Hoca’nın aracılığıyla “bu taşları ve kayaları temizleyin ekin ekersiniz. Japonya’da özellikle ekilebilir verimli araziler çok önemli ve değerli. Burası da öyle” diyor. Köylüler ise, “valla uğraşamayız. Bu iş çok zahmetlidir” diyor. Yani Japon Profesör 35 yıl önce Karacadağ’daki taşlık arazilerin ne kadar verimli olduğunu çözmüş. Köylüleri de suçlamamak lazım. Çünkü Japon Profesörün geldiği yıllarda teknoloji şimdiki gibi gelişmemişti ve köylülerin insan gücüyle büyük kayaları, taşları temizleme imkânı da bence pek yoktu. Şimdi ise teknoloji geliştiği için daha kolay. Sonuçta gecikmeli de olsa günümüzde artık Karacadağ’ın taşlık arazileri büyük oranda temizlenmiş ve verimli tarlalara dönmüş durumda. Önemli olan da bu.

Neyse, Siverek’te yemek faslı bittiğine göre yola devam edelim ve asıl konularımıza dönelim.

karacadag-notlari-2-15.jpeg

Siverekli neden “Urfalıyım” demez?

Sönmüş, bir yanardağ olan Karacadağ'ın batısında bulunan Siverek, bölgede dilinden, örfünden, giyim kuşamından, sosyal, kültürel yapısından ödün vermeyen ilçelerden biri. Aşiretlerin yoğun olduğu ilçelerden biri olmasına rağmen, eğitim düzeyi de hayli yüksek. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin kamu kurumlarında çeşitli görevlerde çalışan Sivereklilere mutlaka rastlarsınız. Modern yaşama ayak uydurdukları gibi yöresel kıyafetleri olan şalvar giyer, poşu da takarlar. Yani günümüz modasına uydukları gibi, giyim kuşamda gelenek ve göreneklerine de bağlıdırlar. Bu giyim kuşam köylerde hele Karacadağ’da ise halen yaygındır. Yüzlerce kişinin katıldığı düğünleri de meşhurdur. Türkçenin yanı sıra kendi ana dillerinde yani Kürtçenin Zazaca veya Kurmanci lehçelerini de çok güzel konuşurlar ve bundan da ödün vermezler. Ağırlıklı olarak kendi ana dillerini konuşurlar. Sivereklilerin ilginç birde özelliği var. “Nerelisin?” diye sorduğunuzda “Şanlıurfalıyım” diyen Siverekliye pek rastlamazsınız. Genelde ‘Siverekliyim’ derler. Hakikaten de tanıdığım samimi olduğum çok Siverekli var. Hiç birinin “Urfalıyım dediğine şahit olmadım. Gerçi bölgenin bazı ilçelerinde de bu durum var ama, bu konuda Siverek kadar katı tutum içinde değiller.

Biraz araştırdım, mesele Kurtuluş savaşına kadar gidiyor. 1919 yılında Fransızlar Urfa’yı işgal edince, Urfa’nın kurtarılmasıyla ilgili çalışmalar Siverek’te de başlatılıyor. Kuvayı Milliye Cemiyeti Başkanı da Siverekli Cudi Paşaymış. Siverek’te hazırlıklar tamamlandıktan sonra Siverekli yüzlerce süvari Urfa’ya giderek kurtuluşun fişeğini çakmış ve günlerce çarpıştıktan sonra Urfa, Fransız işgalinden kurtulmuş.

Siverek, Milli Mücadelede gösterdiği büyük kahramanlıklardan dolayı 1923 yılında Viranşehir ve Çermik kendisine bağlanarak İl yapılmış. Ancak, bu sevinç sadece 3 yıl sürmüş. Siverek tam kalkınma ve gelişme sürecine girmeye başlamışken 1926 yılında her ne hikmetse Siverek ilçe yapılmış ve düşman işgalinden kurtarmaya yardım ettiği Urfa’ya bağlanmış. Kendilerine ceza verildiğini, gelişmelerinin önüne set vurulduğunu düşünen Siverekliler, İl hakları ellerinden alınarak ilçe yapılıp Urfa’ya bağlanmayı bir türlü kabullenmemiş ve günümüze kadar da halen “Siverekli Sivereklidir”, “Siverekliyiz” demeye devam etmişler.

Siverekliler Diyarbakır’ı, Diyarbakırlıları da çok severler. Kendilerini Diyarbakır’ın bir parçasıymış gibi görürler. Zaten hemen hepsi ilçelerinde bulamadıkları malzemelerin temini veya başka ihtiyaçları için Şanlıurfayı değil Diyarbakır’ı tercih ederler. Şanlıurfa’ya çok zorunlu olmadıkça pek gitmezler. Bu eskiden beri böyle. Diyarbakırlılarda Sivereklileri sever. Diyarbakır’da yaşayan Siverekli sayısı da bir hayli fazla.

karacadag-notlari-2-3.jpeg

İl olma kararını kendileri vermiş “il” tabelası asmışlardı

Siverekliler yıllar önce Türkiye’nin gündemine oturan çok ilginç bir dava da açmışlardı. Açtıkları ilginç davadan bahsetmeden önce mesela il olabilmek için Siverekliler yıllardır mücadele ederler. Bu nedenle 1990’lı yıllarda Siverek’i Vilayet Yapma ve Kalkındırma Derneği bile kurdular. Derneğin Başkanlığını Siverek’in il olabilmesi için büyük mücadeleler veren ilçenin akil insanlarından Koçali Aymaz yapıyordu. O dönem ilçeye gelip Siverek’i İl yapacakları vaatlerinde bulunan Devlet Büyüklerine çok inanmış ve ilçenin girişine ise, “Siverek il’ine hoş geldiniz” tabelası bile asmışlardı. Siyasilerin vaatleri boş çıkınca da tabela daha sonra kaldırılmıştı.

Türkiye’de en ilginç davayı onlar açtı

Açtıkları davaya gelirsek. Siverek’in il olabilmesiyle ilgili verdikleri mücadeleyi ele alan haberlerimin en ilgincini bu dava konusu oluşturuyordu. Haberin konusu siyasilerin boş vaatlerinden bıkan Sivereklilerin 1996 yılında açtığı davaydı.

O dönem Başkanlığını Koçali Aymaz’ın yaptığı ‘Siverek'i Vilayet Yapma ve Kalkındırma Derneği’, seçim dönemlerinde Siverek’in il yapılmasıyla ilgili verdikleri vaatleri tutmadıkları gerekçesiyle aralarında dönemin Cumhurbaşkanı rahmetli Süleyman Demirel, dönemin başbakanı rahmetli Mesut Yılmaz, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'in de bulunduğu 13 politikacı hakkında o dönemin parasıyla 2 milyar 50 milyon liralık maddi ve manevi tazminat davası açmıştı. Siverek’e giderek bu konuda yaptığım haber Hürriyet Gazetesinde “Boş vaade dava” başlığıyla manşetten verilmiş, Siverek bir anda Türkiye gündemine oturmuştu. 7 Ay süren davada Siverek Asliye Hukuk Mahkemesi, dava açma yetkisinin bulunmadığını gerekçe göstererek yetkisizlik kararı vermişti. Bunun üzerine dernek, Yargıtay’a başvurmuş ancak oradan da bir sonuç alamamış, boş vaatler veren dönemin siyasileri beraat etmişti. Tabii davadan olumlu sonuç alamamak Sivereklileri çok üzmüştü. Ancak, Sivereklilerin yıllardır sürdürdükleri “İl” olabilme mücadeleleri Koçali Aymaz dernek Başkanlığı’nı bırakmasına rağmen halen devam ediyor. Yani 27 yıl geçmesine rağmen halen işin peşini bırakmıyorlar.

1d7f3b17-dc16-4ef0-8df9-ef1f51b5302b.jpegYılmaz Güney duruyor, Şivan Perwer yok olmuş

Siverek’te karnımızı doyurduktan sonra Fettullah’la ilçe merkezinde bulunan “Çirkin Kral” yazılı Yılmaz Güney heykeline de bir uğrayalım dedik. Aslında daha önce yanılmıyorsam 2009 yılında Siverek Belediyesi tarafından Kürtlerin en önemli sanatçılarından biri olan ŞivanPerwer'in de heykeli memleketi Siverek’e dikilmişti. Ancak, 2017 yılında ŞivanPerwer’in heykeli kimliği belirsiz kişiler tarafından tahrip edilince Belediye tarafından heykel kaldırılmış, dönemin Belediye Başkan Yardımcısı Hasan Postacı, şu açıklamayı yapmıştı:

“ ŞivanPerwer heykeline yapılan menfur saldırı sonrası Belediyemiz deforme olmuş heykeli bulunduğu yerden kaldırmıştır. Sivereğimizin bir değeri olan Şivan Perwer adına yakışır bir sanat çalışması başlatılmıştır. Tüm Siverek halkı ile beraber değerlerimizi korumaya ve yaşatmaya devam edeceğiz”

Ancak, Başkan yardımcısının bu açıklaması havada kaldı. Çünkü Şivan Perwer’in heykeli, yıllar sonra atıl eşyaların konulduğu bir fidanlıkta ortaya çıkmıştı. Yani oraya atılmıştı desek daha yerinde olur. Şivan Perwer’in heykelinin fotoğrafını da Siverek’in duayen gazetecilerinden arkadaşım Şükrü Dolaş’ın hatıra olarak çektiği fotoğrafları arasında bulduk. Velhasıl, Şivan Perwer’in heykeli bir daha Siverek’e dikilmedi veya bazı engellemelerden dolayı dikilemedi. Çirkin Kral lakaplı Yılmaz Güney’in yanı sıra Şivan Perwer’in de heykeli Siverek’te olsaydı bence çok daha güzel olurdu.

Karaca dağ’da kızıla bürünmüş tarlalar

Neyse, Siverek ve Sivereklilerle ilgili bu kadar bilgi verdikten sonra biz yine geldiğimiz eski yolumuzdan Karacadağ’a doğru tekrar yol alalım ve hava kararmadan şu kızıl renge bürünmüş tarlalara dalalım. Diyarbakır’dan Siverek’e eski yoldan gittiğinizde ilçeye 10 kilometre kala yolun sağ tarafında karşılıyor sizi bu kızıl tarlalar. Tarlaya gidebilmek için bir iki kez yanlış yollara girsek te sonuçta ulaşıyoruz. Manzara hakikaten de muhteşem. Yüzlerce dönümlük tarla kızıla bürünmüş. Nedeni ise tarladan yeni toplanmış domatesler. Traktörlerle getirilen domatesler, tarlaya serilen naylonlara dökülüyor. Bundan sonraki iş, tarladaki kadın çoluk çocuğa düşüyor. Bazı kadın ve çocuklar seri bir şekilde traktörün belirli aralıklarla döktüğü domatesleri ikiye bölerken, bazı kadınlar ise hemen tuzlama işine başlıyor. Kadınlar sanki tarlaya tohum atar gibi sıralı şekilde çuvallar dolusu tuzu domateslere döküyor. Tarlanın bazı kesimlerinde ise kuruyan domatesler toplanıyor. Görüntüler harika. Arkadaş tarlanın gerisinde dururken ben gidip kendimi tanıştırıyor ve fotoğraf çekmek için izin istiyorum. Bu konuda çok rahatlar. Belli ki kameralara da pek yabancı değiller. “istediğin gibi çekebilirsin” diyorlar. Yanıma sarı saçlı, yeşil gözleriyle beni süzen minik bir kız gelip ilk pozu o veriyor. Bakışları oldukça anlamlı ve fotojenik .

karacadag-notlari-2-7.jpeg

Talep gittikçe artıyor, bölgede fabrika kurulmalı

Güneşten korunmak için başında kovboy şapkası bulunan tarımsal alanlarda “çavuş” denilen işçi başı Eyüp Karakeçili ile önce röportaj yapıyorum. Domateslerin “sergi” denilen alanlarda kurutma işine 2-3 yıldır başladıklarını belirterek, “domates kurutma işi yöremizde giderek gelişiyor. Geçen yıla göre bu yıl talep daha fazla. Bu nedenle sergi yerlerini çoğalttık. Şu anda burada 45 işçi çalışıyor” diyor.

Kuruttukları domatesleri İzmir ve Manisa’daki fabrikalara gönderdiklerini dile getiren Eyüp Karakeçili, bölgede bir fabrika bulunmamasından yakınıyor. Karakeçili, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Kurutulmuş domatesleri İzmir ve Manisa’ya gönderiyoruz. Oradan da ihraç ediliyor. İzmir ve Manisa’ya kadar nakliye ücreti çok fazla. 50-60 bin lira tutuyor. Urfa, Diyarbakır veya yakın bir kentte fabrika olursa maliyetimiz daha da düşük olur ve daha fazla para kazanırız. “

Tarladan bu kez çadırlara, sırada temizlik ve yemek var..

Gün batmak üzere. Fotoğraf çekmek için ışık harika. Bol bol fotoğraf çekiyorum. Kadınlar, çocuklar çok sıkı çalışıyor. İşçi başı ise, akşamüzeri olduğu için çabuk olmalarını istiyor. İkiye bölünen domateslere zaman geçmeden bazı kadınlar tarafından tarlaya tohum atılır gibi çuvallarla süreki tuz dökülüyor. Bu arada da yanlarındaki termoslarda bulunan soğuk suyla susuzluklarını gidermeye çalışıyorlar. Güneş yakıcı etkisini yitiriyor. “Sergi” de çalışanların da işi yavaş yavaş bitiyor. Ellerinde termoslarıyla onlarca kadın ve çocukları “sergi” alanından ayrılıp tarlanın hemen yanındaki alanda bulunan çadırlarına yönelerek gözden kayboluyorlar. Gün boyu bunaltıcı güneş altında tarlada çalışan kadınlar bu kez çadırlarında temizlik ve yemek hazırlığı yapıyorlar. Benimde “sergi” alanında bir saate yakın süren çekimlerim ve gözlemlerim sona eriyor.

Dönüş bu kez gayet keyifli geçiyor. Çünkü dışarda gün boyu yakan güneşin aksine serin bir hava var. Ve birde yorulmamıza rağmen güzel ve bereketli bir gün geçirmenin keyfi var. Gazetecilik mesleğimde eskiden beri sahalarda olmayı hep sevdim. İyi ki de hep böyle yapmışım.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum