Diyarbakır’ın Yıldız’larından bir kadın ve bir edebiyatçı

Diyarbakır’ın Yıldız’larından bir kadın ve bir edebiyatçı
1978 yılında Diyarbakır’da doğan kentimizin yıldızlarından şair ve roman yazarı Yıldız Çakar ile yazarlığı, eserleri ve okurları için sürpriz olan yeni eserini konuştuk.

TİGRİS HABER - 1978 yılında Diyarbakır’da doğan kentimizin yıldızlarından şair ve roman yazarı Yıldız Çakar ile yazarlığı, eserleri ve okurları için sürpriz olan yeni eserini konuştuk. Eserleri yabancı dillere çevrilen Çakar, ile yurt dışında yazarlığın ve çevirinin sorunlarını ve edebiyat dünyasının bizi ilgilendiren engellerini sorduk. Sözü uzatmadan sizi onun yanıtlarıyla başbaşa bırakıyorum. Keyifli bir gün olması dileğiyle.

Ayşe Yalçınkaya: Yıldız Çakar bugünleri tahmin ediyor muydu? Diyarbakırlı bir kadın yazar olarak şiirinizde, öykünüzde ve romanınızda bugünleri hayal ediyor muydunuz?

Yıldız Çakar:

Eğer sorunuzdaki "hayal etmek" istenilen durağa varmış olmaksa, aslında hayır. Hayallerimdeki durak şu anki durak değil, arzuladığım şartlar ve zamanlar da bu şartlar ve zamanlar değil.

Ayşe Yalçınkaya: Yıldız Çakar nasıl başladı sorusundan çok şu sorunun cevabını merak ediyorum, notlar ile aranız nasıl?

Yıldız Çakar: Evde, dışarıda, seyahatlerde, hastanede, gittiğim her yerde bende bir defter mutlaka vardır. Evet, not almayı, yazılar biriktirmeyi severim. Yatmadan önce başucuma defter kalem bırakırım. Aklıma ertesi sabah unutacağım bir şeyler gelince kalkıp not alırım.

Birçok şiirimi yollarda, defterlere notlar alarak yazdım aslında.

Yazarken eğer bir boşluğa takılıp kalmışsam devam etmiyorum. Zorlama metinler diken gibidir. Evet devam etmiyorum ama yine de defterimi ya da bilgisayarımı açıp bir söz bulamadığım boşluğa bazen saatlerce baktığım da oluyor.

Ayşe Yalçınkaya: Bir kadın olarak edebiyatta o kadar büyük bir zenginliğin içindeyiz ki malzeme olarak diyorum; dünyayı sarsacak potansiyel şiirler, öyküler ve romanlarla dolu olduğunu sanıyorum, bu konuda edebiyatımızın engelleri nelerdir?

Yıldız Çakar: Doğrudur, gerek sözlü kültürümüzün zenginliği gerek toplumsal yapımız ve yaşadığımız çok yönlü değişimlerden kaynaklı olarak edebi malzeme ve kaynak zenginiyiz aslında. Toplumumuzun içinden geçtiği zor zamanlar, ekonomik, siyasi sorunlar ve dilimizin, edebiyatımızın içinde bulunduğu herkesçe malum şartlar bu potansiyeli kullanmamızın önündeki engeller olarak duruyor. Çağı maalesef kendi dilimizde yaşayamıyoruz. Çağı kendi diliyle yaşayan bir toplum olsaydık durum elbette bambaşka olurdu.

Kurumlarımız ve işleyen bir ekonomi çarkımız yok. Edebiyatçılar kendi hayatlarını yazarlıktan kazanmadan bu işi yapıyor. Yazarını geçindirmeyen yazarlık ancak aşkla yapılabilinir. Bizim yaptığımız bu.

Ayrıca değinmem gereken bir nokta da şu; dünya ile etkileşimde olabilmemiz için birçok araca ihtiyacımız var. Bu araçların en başında ekonomik destek ve çeviri çalışmaları geliyor.

Başka ülkelerdeki yayınevleri daha önce Kürtçe'den herhangi bir çeviri yaptırmamışsa bunu riskli buluyor. Çünkü ilk kez bunu yapmak demek ilk kez bu dilden çeviri yapacak biriyle de çalışmak demektir. Çeviri konusundaki hassasiyetlerve yayıncılık kriterleri üst seviyede.

Bu konularda bir motivasyonumuz olmalı ve birbirimizi desteklemeliyiz. Eserlerin çeviri organizasyonu için de edebiyat ajansları ve çeviri kurumları olmalı.

Ayşe Yalçınkaya: Kürtçe Avrupa’da ve Türkiye’de resmi diller arasında değil ve bu pek çok edebi faaliyete katılma önünde büyük engeldir. Ödül organizasyonları, yayınevleri, çevirmenler ve bilmediğim için belki de sayamayacağım diğerleri nasıl engeller çıkarıyor? Örneğin Kürtçe bir romanın çevirisi İngilizce yayınlanacaksa nasıl engellerle karşılaşır? Büyük ödül organizasyonları Kürtçe doğduğunuz ve kaldığınız ülkenin resmi dilleri arasında olmadığı için ne tür engeller yaratıyor?

Yıldız Çakar: Avrupa'daki ödül organizasyonlarından destek programlarına kadar edebiyatımıza dair neredeyse hiçbir şey bulamazsınız. Belki birkaç kişi ödül almış olabilir. Örneğin Almanya'da binlerce kültür-sanat vakıfları, kurumları ve dernekleri var. Yüzlerce destek ve ödül programları var. Hemen hemen her çeşit edebiyat kategorisinde var. Bunların çoğu devlet desteklidir. Hemen hepsi Alman edebiyatı içindir. Avrupa'da sadece bazı büyük başkentlerde çok fazla yabancı sanatçı olmasından dolayı uluslararası ödüller ve destek programları var. İki kez Berlin Senatosu'nun Kültür ve Sanat alanında Almanca olmayan edebiyat yazarlarına verilen ödülü aldım. Her ikisi de benim için sürprizdi. Berlin gibi bir dünya şehrinde, Berlin Senatosunun resmi sayfasında ödül alan yazarların çalışma dillerine de yer veriliyordu. Para ödülünden çok orada ana dilimin olması benim için hem önemli hem de daha heyecan vericiydi.

Kürtçeyi yok sayan ve "bu dille roman mı yazılır" diyen dil düşmanları var.

Yayıncılar dâhil olmak üzere Avrupa'daki kültür çevreleri, tanımlamayı bir devlet üzerinden yapıyorlar. Söz konusu dil, bir devletin resmi dili değilse sanki o dil yokmuş gibi bir muamele yaptıklarını düşünüyorum. Edindiğim izlenim açıkçası bu.

Ayşe Yalçınkaya: “Bu Yol Cennete Gitmez” adlı romanınız Ezidi topluluğun başına gelen yüzyılın trajedisini okurla buluşturdu mu? Kürtçe yazdığınız için sınırlı kaldığınızı düşünüyor musunuz? Biraz önce anlattığınız engeller ve zorluklarla birleştirdiğimiz zaman birilerinin bu sorunlarla ilgilenmesi ve kolaylaştırıcı bir rol üstlenmesi gerekmiyor mu? Edebiyat dünyası bu konuda kendini ifade edemiyor mu?

Yıldız Çakar: Yazdığım romanlar arasında en çok ilgiyi gören romandır "Ev RêNaçeBihuştê". Evet sınırlı kaldığımı düşünüyorum. Fakat bu öncelikle anadilde eğitim hakkına sahip olmayışımızdan kaynaklanıyor. Çünkübizim konuşma ve anlamada sorunumuz yok. Fakat okuma-yazma için o dilde eğitim gerek. Anadilde eğitimin yoksa okuyamazsın. Edebiyatımız bu nedenle kendi toplumunda da yerini bulmuş değil. Yerini bulması için eğitim dilinin anadilde olması gerek. Edebiyat dünyası "dil" ile vardır. Eğer dilin gelişimi ve kullanımı önünde engel varsa diğer sorunlar geçersiz olur. Kişilerden çok sistemlerin görevidir, eğitim ve pazar dilinin kurumsallaşması vesaire.

Ayşe Yalçınkaya: Avrupa’da romanın rolü ne durumdadır, çok merak ediyorum. Örneğin tiyatro çoktan sahneden indi ve yerini sinemaya terk etti mi? Bir yılda yayınlanan roman sayısında ve satış sayısında Avrupa’nın istatistikleri var mı? Bunları şunun için soruyorum, bu çağın insanına kendinizi okutmak için arayışlarınız nedir?

Yıldız Çakar: Aslında Avrupa'da tiyatro hiçbir zaman sahneden inmedi, ineceğini de sanmıyorum. Korona günlerindeki kapanmaya rağmen, birçok tiyatro yeni arayışlar, dijital performanslar ile bu alanı canlı tutmaya çalıştı. Bildiğim birçok tiyatro hem ana programları hem de açık programları ile rutinlerine devam ediyor. Sinema en avantajlı olanı fakat kitapların durumu hâlâ farklı. Geneli hakkında bilgi sahibi olmasam da sayıca az olmadığını biliyorum.

Her yazar okunmak ister. Ama her yazar kendini okutmak için de arayışlara girmez. Bazen de çağın insanı arayışa girer, kendi gelir bulur neyi okuyacağını. Bu konuda bizler dezavantajlı durumdayız. Çünkü edebiyatını yapıp ve de masaya koyup "haydi ben gidiyorum, gelen bulup beğenirse okur" diyemiyor. Edebiyatımızın okuyucuya ulaşabilmesi için önce dilimizin ulaşması gerek. Okuryazarımızın oranının artması gerekiyor. Bunun için arayışımızdan daha çok var olanla ilgili mücadelemiz dersek daha yerinde olur.

Ayşe Yalçınkaya: Edebiyat türleri ve akımları arasında hiç gidip geldiniz mi? Absürd, Sürrealizm, Realizm, Tarihsel, Fantastik, Trajedi veya diğerleri arasında bir seçim yapma kavgası verdiniz mi?

Yıldız Çakar: Hayır, metinlerimin çoğu sürrealdir. Yazıda realist dili sevmiyorum. Fakat şimdiye kadarki seçtiğim türlerin dışında bilim kurgu türünde yazmayı düşündüm ancak şimdiye kadar sadece bir hikâyede bunu gerçekleştirebildim. Bilim-kurgu türündeki Demir Çekirgeler Zamanı isimli bu hikâyem Londra'da İngilizce olarak hikâye antolojisinde yayınlandı.

Ayşe Yalçınkaya: Edebiyatımızın özellikle de Kurmancî lehçesindeTrajedi ağırlıklı gittiğini biliyorsunuz, çok okuyan biri olarak siz de benim gibi dilimizde bu ihtiyacı hissediyor musunuz?

Yıldız Çakar:

Evet, hepimiz bunun farkındayız fakat yazılan hiçbir şey yaşanılan süreçlerden bağımsız değil. Bu durum için mahalle yanarken düğün yapılmaz desek garip kaçmaz sanırım.

Remarque'ın Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok kitabı ya da Hemingway'ın Çanlar Kimin için Çalıyor kitabı ve daha bir çok yazar, dönemlerindeki savaş trajedisini işlerler.

Bu yeni edebiyat da yaşanılanlardan kendini tamamen soyutlayamazdı. Fakat her şeyin bir zamanı dönemi var. Zamanla edebiyatımız da çeşitlenecek ve değişecektir.

Ben de özellikle romanlarımda şimdiye kadar yazdıklarım dışında çok apayrı temaları işleme eğilimindeydim. Ancak toplumsal sorumluluk duygumun beni buna yönelttiğini belirtmeliyim.

Ayşe Yalçınkaya: Son olarak Yıldız Çakar şimdi ne yapıyor? Nelerle uğraşıyor? Elinde nasıl bir çalışma var, ne yazıyor? Nelerle uğraşıyor? Gündeminizden biraz söz eder misiniz?

Yakın bir zamanda bitirdiğim bir drama var. Alman bir yönetmenle bu konuda çalışıyoruz. Xeyalfiroş adlı yeni romanımın son okumalarını yapıyorum, yakın bir zamanda yayınevine göndereceğim.

Bunun dışında ilk iki romanım "GerînekaGuernicayê" ve "Ev RêNaçeBihuştê"nin başka dillere çevirileri yapılıyor. Planlamaya göre bir aksilik olmazsa 2024 sonbaharında ilk çeviri İngilizce olarak yayınlanacak.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum