Akın Birdal ‘Sarı Zarfı’ı anlattı!

Akın Birdal ‘Sarı Zarfı’ı anlattı!
İnsan Hakları Derneği (İHD) eski Genel Başkanı ve eski BDP milletvekili Akın Birdal Tigris Haber’e konuştu.

Tigris Haber - İnsan hakları savunucusu, barış aktivisti ve siyasetçi kimliğiyle tanıdığımız; Akın Birdal’ın yazmış olduğu ‘Sarı Zarf’ isimli kitabıyla; dedesinin Çarlık Rusya’sı döneminde beş kişiyle kaçarak Anadolu’ya geldiğini ve ardından Kırımda kalan ailesinin, dedesine gönderdiği bir sarı zarfın hikâyesini ve Akın Birdal’ın demokratik mücadelesini de anlattığı ‘Sarı Zarf’ isimli kitabının imza gününde, Yayın Ağacında ilginizi çekeceğine inandığımız, keyifle okuyacağınız bir söyleşi gerçekleştirdik.

‘Sarı zarfa’ kavuşmak

Akın Birdal denince kamuoyunda, insan hakları savunucusu, barış aktivisti, siyasetçi kimliğinizle akla geliyordunuz. Bu kimliklerle birlikte bir yazar olarak kendinizi nasıl tanımlarsınız?

Aslında bunlar birbirinin tamamlayıcısı. Birini diğerinden ayırmak olası değil. Öğrencilikten başlayan bir mücadele sonra meslek örgütleri, kır yoksulların ekonomik demokratik mücadele örgütü olan Köy Kop, insan hakları mücadelesi sonra siyaset bunların öznesi nedir? Demokrasidir. Adalet ve özgürlük mücadelesini iç içe aldığınız zaman; işte bu ‘Sarı Zarf’, 50 yıllık mücadelenin bir panoraması.

 

Sarı Zarf’ın nasıl bir öyküsü var mı?

Sarı Zarf’ın çağrıştırması açımdan iyi değil. Bir işe son verme. Bir Sürgün. Bütün haberlerin içinde saklı tutulduğu bir zarftır bu. Bu sarı zarfın hikayesi; 1915'te Çarlık zulmünden Türkiye'ye Anadolu'ya kaçan beş insandan birinin hikâyesi ile başlıyor. Kim o, Kırımlı Habibullah.  Benim dedem.  Bu 5 kişi Anadolu'ya gelirken sonra geri dönebiliriz ya da çocuklarımızı da getirebiliriz hayali ile geliyorlar. Ama ne yazık ki, ne gidebiliyorlar ne de çocuklarını getirebiliyorlar. Kırım'da da çocukları var. Onlardan bir sarı zarf geliyor.  Zarfın üzerinde sadece; Kırımlı Habibullah Kayabaşı Mahallesi Niğde- Türkiye diye bir adres var. Besbelli ki dedemin çocuklarından, ailesinden gelen bir zarf.

 

akin-diral-(2).jpg

 

Postacı da göçmen olduğu için bu sarı zarfı sahibine ya da yakınlarına ulaştırmak için büyük çaba gösteriyor. Postacı sarı zarfı ulaştırmak için; sokak sokak, kapı kapı  Kırım’lı Habibullah'ı ya da yakınlarını arıyor. Birkaç kez bulur gibi heyecana kapılıyor ama arayışları hayal kırıklığıyla bitiyor. Bir ay sonra sarı zarf adreste bulunamamıştır diye geri gidiyor. Ama ben sonra sarı zarfın peşine düştüm. İki kez sarı zarfla ve sarı zarfı gönderenlerle  buluşma olanağım oldu. Ama ikisinde de bu buluşma gerçekleşemedi.

Ben Köy Kop’tayken; Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ülkeleri ile kültürel ilişkilere giriyoruz ve Sovyetlerden bu işlerle ilgili bir heyet geldi ve Ankara'da kültürel anlaşmalar yapıldı. Sonra İstanbul'da, Tarih Kültür Merkezi'nde dört gün sürecek olan toplantıya, yönetim kurulu benim eşlik etmemi   istedi.   Onlarla   bir   dostlukilişkisikuruldu.Bensarızarf hikâyesini anlattım. Dediler ki sizi sarı zarflarla, ailenizde buluşturacağız. Sonra onlar bizi Sovyetlere davet ettiler. Moskova'da üç dört gün görüşmeler yapıldıktan sonra Ukrayna ve Krıma beni göndereceklerdi. Bunun için de; özel 4 günlük bir program yaptılar. Başkan yardımcısı arkadaşımız, Romanya'dan Moskova'ya gelecekti. Ben de, Ankara Esenboğa'dan. Tarih 11 Eylül 1980. Tabii içimde muazzam bir heyecan var, sarı zarf ile yakınlarımla buluşacağım diye. O umutla havaalanına gittim. Havaalanında yurtdışı uçuşlar iptal edildi dediler. Anlaşıldı ki bir darbe kapı önünde duruyor. Zaten darbenin geleceğini herkes bekliyordu. Çünkü o dönem biliniyor. Her gün birçok insan öldürülüyordu. Ben darbe geliyor dedim ve eve döndüm. Ertesi gün de; 12 Eylül askeri darbesi oldu. Ve sarı zarf hayalim orada kesintiye uğradı.

1983’de Aziz Nesin Aydınlar Dilekçesi olayı başladı. O süreçte Aziz Nesin’le bir dostluğumuz oldu. Aziz Nesinin yürüttüğü ortak çalışmalarımızdan biri de Sosyalist Birlik Partisi oldu. Sosyalist Birlik Partisi genel başkanı da Sadun Aren oldu. Nedim Tarhan ve ben genel başkan yardımcısı olduk. Enternasyonal ilişkiler sonucu SSCB’e davet edildik. Hazırlıklar yapıldı. SSCB Ankara Büyükelçisi bana bir program yaptı. Bir hafta sonra Sovyetlere gideceğiz. Ben de oradan Kırıma gideceğim. Fakat gitmeden bir hafta önce Prestoyka, Glasnost oldu, Sovyetler dağıldı. İkinci kez Sarı Zarfa ulaşma imkânı da böylece kaçtı. Sonra Sarı Zarf benim için bir imge oldu. Bir özlem, bir aşk, bir devrim, bir emekçinin alın terini silişi, bir çocuğun sokaktaki çığlığı; böyle bir imge oldu. Bir özlem ve arayışın aracı oldu, Sarı Zarf. Ve hala Sarı Zarfın peşindeyim. Sarı Zarf kitabı, üç ay önce Frankfurt Kitap Fuarında okuyucularla buluştu. Baktım karşıda Ukrayna. Oradan gelmiş insanlar var. Tanıştık, kart alışverişi yapıldı. Bizi beklediklerini ve bekleyeceklerini söylediler. Bir gün gidersem oradan da Kırıma gideceğim. Orada belki yeniden sarı zarfa uzanacağım.

Kendi hakikatini arıyorsun. Çok trajik bir öykü. Okuyucuların  tepkileri nasıl oldu?

Önce şunu söyleyeyim. Kitap, Frangfurt’taki Kitap Fuarına yetiştirilmesi için, biraz aceleye geldi. Bazı editoryal düzeltmeye ihtiyaç var. Buna karşın okuyucular ilgi gösterdi Dört kitap fuarına katıldım. İstanbul Samsun, Adana ve Ankara da çok ilgi gördü. Bugün düzeltilmiş dördüncü baskısı çıkıyor. 6-7 Nisan da İzmir Fuarında okuyucularla buluşacak. Ama bugün; Sarı Zarfın Amed’de Newroz öncesi okuyucularla buluşması benim için çok önemli.

Edebiyatın kültürleri birleştirmesine ve arada bir köprü rolü oynaması konusunda ne söylemek istersiniz?

Kuşkusuz halklar arasında zaten bir sorun yok. Devletler arasındadır bu. Şövenizm, nefret, düşmanlık, ırkçılık, ayrımcı bir dil. Bizim edebiyat alanında yazımcıların bu dili barış diline dönüşmesinde, sevgi diline dönüştürülmesinde, paylaşma ve dayanışma diline dönüştürülmesinde bir katkısının olduğunu düşünüyorum.  Örneğin Sarı Zarfı açtığımız zaman içinden Ermeniler, Kürtler, emekçiler, kadınlar, gençler, köylüler çıkıyor. Yani bütün ötekileştirilmişler bu Sarı Zarfın içinden çıkıyor. Ve sonra onlar ötekileştirilmiş ve dışlanmış olmaktan ötürü birbirlerine dokunuyorlar. Ve ellerini birbirlerine kenetliyorlar.

 

akin-diral-(1).jpg

 

Ötekilerin edebiyatı, sanatı güçlü oluyor. Çok ciddi ürünler ortaya çıkarıyorlar. Ötekilerin, ötekileştirilenlerin, sanatsal ve edebi yaratımlarını yaptığı tarzı nasıl görüyorsunuz?

Onlarla bir ortaklaşma oluyor. Ötekilerin tarihini kültürünü öğrenmemiz açısından. Bu bağlamda Aras, Belge Yayınları önemli katkılarda bulunmuştur.  Bence ötekileştirilmiş olanların, dili edebiyatı, sinemasını çok daha iyi görüyorum. Örneğin; İran sineması Serçelerin Şarkısı çok önemlidir. Bu filmler, bu edebiyat çok ilgi görüyor. Halkların özgürleşme mücadelesinde. Bu bağlamda Ermenilerin, Kürtlerin sinemasına bakın son günlerde ne kadar ödüller alıyor. Bir de demokratik ortam, ifade, basın ve sanat özgürlüğü olsa, toprağın üstüne çıkacak ve çok önemli ürünlerle karşılaşacağız.


Türkiyede bilinen barış aktivisti, insan hakları savunucusunuz. Önümüzde bir seçim var. Partilerin birbirlerine karşı kullandıkları dil çok gerilimli. Bir barış aktivisti, insan hakları savunucusu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kaygıyla izliyorum. Çok tehlikeli buluyorum. İnsan hakları savunucusu olarak, siyasetçi olarak bütün seçim dönemlerini yakından izlemiş, gözlemlemiş biriyim. Ama siyasetin dilinin düzeyi bu denli düşmemişti. Bu denli nefret diline, düşmanlık diline, ayrımcılık diline dönüşmemişti. Dilin bu denli çatışma diline dönüşmesi gerekmiyor. Sonuç da bu bir yerel seçimdir. İktidar uğruna bu ayrışmalar doğru değil. Seçimler gelir geçer ama halkların bir arada ve aynı parlamento çatısı altında çalışmak durumunda olanların dikkatli olması gerekiyor. Çünkü kazanmış olsa da kaybedilmiş olsa da tehlikeli bir sürecin başlangıcı olarak görüyorum. Bence bunu önleyici ve bu dili barış diline dönüştürecek, aydınlar, gazeteciler el birliği yapmalı.

Kuşkusuz diplomasinin, siyasetin bir dili var. İşte o kaybedildi.  Çoğulcu demokratik bir arada yaşam kültürü ne yazık ki geliştirilemiyor.

Genelde vurgulanan bir söylem var. Anadolu bir halklar mozaiği diye. Bu söylemlerin, bu mozaiği çatlatması geleceğe nasıl bir görev yüklüyor?

Yöneticilere, siyasetçilere, özellikle de yerel yöneticilere bu bağlamda çok önemli bir görev düşüyor. Gerçekten farklı kültürlerin, kimliklerin, cinsiyetlerin bir arada yaşama kültürünü geliştirecek olan yerler; yerel yönetimlerdir. Halkın katılımcılığını sağlayan, doğrudan demokrasi dediğimiz bir yapılanmayla mümkün olabilir.

Diyarbakır sizde ne çağrıştırıyor?

Diyarbakır kalbimin yarısıdır. İnsan hakları savunucusu olarak bir aidiyetim yok. Eğer bir aidiyetim olacaksa kalbimin yarısı Amed’dir, Diyarbakır’dır. Ve bugün buradayım. Gerçekten Newroz ateşinin şavkını, yüzümüzde hissederken, herkesin yaşam hakkına, hukukuna saygı gösterilmiş, tecridin son bulmasıyla açlığa yatmış olanların da bunu sonlandırdığı bir Newroz’u burada yaşamak isterdim.

Umarım Sarı Zarfa bir an önce kavuşursun ve bu trajedi mutlu biter. Çok teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ederim.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.