GEÇMİŞTEN KOPUK GELECEK; YABANCILAŞMADIR

GEÇMİŞTEN KOPUK GELECEK; YABANCILAŞMADIR
Geçmişe dönük özlem, geleceğe dönük bir umut; yıkıntılar içinde yeni yaşam nasıl filizlenecek? Yaşam; yeniden, nasıl ve hangi temeller üzerinde inşa edilecek?
Özel Röportaj: Mümin AĞCAKAYA

Geçmişe dönük özlem, geleceğe dönük bir umut; yıkıntılar içinde yeni yaşam nasıl filizlenecek? Yaşam; yeniden, nasıl ve hangi temeller üzerinde inşa edilecek?  Sur içinde mutlu olan kadınlar; şimdi modern olarak değerlendirilen lüks beton binalarında bu mutluluğu tekrardan yakalayabilecekler mi?  Geçmişin kollektif yaşamı ve çok yönlü kültürü yerini; bireyci ve bencil ilişkilere bıraktı. Yeni şehirleşmede geleceğe dönük umut var mı? Mutlu yaşamı inşa etmek mümkün mü? Bu konuları ‘Özümsen Diyarbekir’ Kitabının yazarı; Sayın Birsen İnal’la siz değerli Tigris Haber okuyucuları için, bu söyleşiyi gerçekleştirdik.

Hocam merhaba, Sur içi yaşamı üzerine ‘Özümsen Diyarbekir’i yazdınız. Kendiniz ve Sur içindeki yaşam üzerine ne söylemek istersiniz?

Bir Diyarbekir’li olarak herkese merhaba diyerek başlamak istiyorum. 1954 yılında Diyarbakır Sur içinde Anzel mahallesinde doğdum. Orada Özümsen Diyarbekir Kitabında yazdığım gibi; deyim yerindeyse örf ve adetlerine bağlı tam bir Diyarbakırlı gibi büyüdüm. Küçük yaşlarda annemi kaybettim. Beni anneannem büyüttü. Süryani Kadim Kilisesinin ve Meryem Ana Kilisesinin bulunduğu mahallede büyüdüm. Mahalle ve sokağımız çok kültürlü bir yapıya sahipti. Süryani Arap, Ermeni, Ezidi, Kürt, Türk hepimiz bir arada sevgi ortamında kardeşçe büyüdük. Öğrenim hayatımın hepsini Diyarbakır da tamamladım. İlkokulu İsmet paşa, ortaokulu kız enstütsünün orta kısmında okurken hayata dair bir kadının bilmesi gereken temel bilgileri aldık. Bu bağlam da bizi yetiştiren öğretmenlerimize sonsuz saygı ve sevgilerimi iletiyorum. Daha sonra Diyarbakır Erkek Öğretmen Okulu sınavını kazanarak bu okula devam ettim. Dört yıl burada okudum, burada sınıf ve branş öğretmeni olarak bizi yetiştirdiler. Genç bir öğretmen olarak hayata atıldım. İlk öğretmenliğimi Diyarbakır İsmet paşa okulunda görev yaparken evlendim ve Haniye gittim. Bir yıl burada görev yaptım. Daha sonra Bingöl’e gittim on yıl burada görev yaptım. Burası beni yazdıklarım konu itibariyle de beni besledi. Birçok konuda bana ilham kaynağı oldu. Doğa burada çok haşin zor şartlarda öğretmenlik yaparak yedi yıl köylerde çalıştım. Kız bölümünde müdür olarak görev yaptım. Bingöl de yaşamın farklı bir penceresinden baktım. Daha Sonra Sakarya da görev yaptım. 1990da Diyarbakır’a döndüm. Öğretmenliğe devam ettim ve emekli oldum.

                Sur içinde yaşarken ‘Özümsen Diyarbakır’ adlı yazım çalışmasını yaptınız. Kendinizi tarif ederken tam bir Diyarbakırlı gibi yaşadım diyorsunuz ve kitapta da Diyarbakır şivesiyle yazıyorsunuz. Şimdi ne o yazdığınız kuçeler, ne avlular nede evler var. İnsanları da başka mekânlara dağıldı. Şimdi oralara gidiyor musunuz? Yazdığınız mekânları yerinde bulamamak size ne tür duygular yaşatıyor?

                Bir Diyarbakırlı olarak, oraları yazan biri olarak acı veriyor.  Bazı bölgeler hala yasaklı olduğundan bir bölümüne zaten giremiyoruz. Açık olan yerlere gitmek istemiyorum. O içler acısı halini görmek istemiyorum. Kapalı olan yerlerin arkasında neler olduğunu gayet iyi biliyoruz. Görsel medyada bazı görüntüler sunuluyor. Hüsran.

Sur bu duruma gelmeden önce yazdığım mekânları bana sorduklarında onlarla birlikte gezerek onlara tek tek yerlerini gösterirdim. Ama şimdi okurlardan biri bana derse ki, bu yazdığınız yerleri bana göster; şimdi yıkıntısı bile kalmayan, dümdüz olan, geçmişinden hiçbir eser kalmayan; o mekânların ben neresini, nasıl göstereceğim. Bu durumda hüsran üzüntü daha da katlanarak insanın içini burkuyor. Yazan bir olarak bu duygular daha yoğun hissediliyor. Şimdi düşündüğümde yazmakla iyi mi kötü mü yaptım diye. Kesinlikle yazdığıma pişman değilim. Hatta iyi ki yazmışım diyorum. Yaşamdan kesitler sunduğum bu yazdıklarım hiç olmazsa gelecek nesiller için; o günleri yaşayamayan görmeyen, gençler için, merak edenler için bir katkı sunarsa ne mutlu bana. Göremeyenler az da olsa kafalarında bir şeyler canlandırmasına katkı sunar diye mutlu oluyorum.

                Özellikle kadınlar olarak o dönemler Sur’da mutlu olduğunuz bir yaşamı sürdüğünüzü belirtiyorsunuz. Şimdi bu mutlu yaşamı niçin bulamıyorsunuz?

                 Eskiden avlular içinde yaşıyorduk. Komşularla ilişkilerimiz çok güzeldi. Aynı avlu içinde beş altı aile aynı alana çıkıyordu. Ama bunlar tek bir aileymiş gibi yaşıyordu. Sosyal faaliyetler ortaklaşa yürütülüyordu. Pikniğe, hamama, düğüne, pazara gidilecekse hep birlikte gidilirdi.

                Farklı etnik yapılardan oluşan mahalle, sokak adeta bir kültürler armonisini oluşturuyordu. Dolayısıyla kültürler, alışkanlıklar, davranışlar karakterler birbirine karışarak kendine özgü bir kültür ve kişilikler yaratıyordu. Bu kendine özgü zengin ve sorunsuz olan bir model yaşam sunuyordu.

 Kadim kentin kendisi Sur’un kendisiydi. Sur gelenek, görenek, yaşam, kültürel farklılıkları ve insanlarıyla bir bütündü. Burada yaşayanlar Sur’un dışında inşa edilen apartmanlara taşındılar.  Yeni mekân yeni kültürü ve yaşamı yarattı. Dolayısıyla geçmişten koptular. İçinden çıktıkları Sur’a yabancılaştılar. Bir yaşam tarzını göz göre göre kayıp gitmesi, kendi özüne yabancı bir tablonun ortaya çıkması karşısında insan nasıl mutlu olabilir.

İnsanlar değişti. Mekânlar değişti. Yeni şehirler kuruldu. Geçmiş Sur da daha mutluydunuz. Gelecekten de umutluydunuz. Şimdi beton binalar peşi sıra göğe doğru yükselirken; insan ilişkilerini nasıl görüyorsun, burada geleceğe dönük umut var mı?

Şehirlerin büyümesiyle eskiye özgü birçok şey değişmeye başladı. İnsanlar değişti, mekânlar değişti, yeni bir şehir kuruldu. Surun dışındaki kent yapılanmasında geçmişin izleri bile kalmadı.. 200-300 metre karelik lüks evler yapıldı, eski yaşam alanlarına göre daha büyüdü fakat gönülleri küçüldü. İnsanlar bireysel yaşıyor. Sur’un eski sıcak ilişkileri, komşulukları mazide kaldı. O yaşamı artık göremiyorum. Eski ilişkiler ve yaşam tarzları çok istisna olarak kaldı. Modern denilen yaşamın köleleri olduk. Aynı apartmanda herkesin kapıları birbirine kapalı, herkesin kendine ait küçücük dünyaları oluştu.

Beton kentlere, mega kentlere bu açıdan baktığımızda Ankara, İstanbul gibi yada Avrupa’daki çok katlı binaların, gökdelenlerin yükseldiği beton kentleri arasında bir fark yok. Mekânlar; insan ilişkilerini, yaşamını bir değişime zorluyor. Binlerce yıldır tarihin derinliklerinden süzülerek gelen kadim kültürümüzü nasıl koruyacağız? Bu betonlaşma bizi esir mi alacak?

                Ne yazık ki esir almış durumda. Köklerimizden kopmadan nasıl yaşayacağız? Kentleşmenin kapitalizmin bireyci bencil köksüz yaşam tarzından kendimizi ve çocuklarımızı nasıl koruyacağız; bunun çözümünü bulmak, bizlerin boynunadır. Çocuklarımıza bu kültürü anlatıp, öğretmeliyiz. Tarihin derinliklerinden gelen kültürü gelenek ve görenekleri yaşatmak için kültürel çalışmalar yoğunlaştırılıp, kurumsal kimliklere kavuşturulabilir.

                Gelecekte bizi birbirimize hangi bağlar bağlayacak?

Tek şey kültürümüz. Fakat onunda yozlaştığı görülüyor. Yolda yürümesini bilmeyen nesil büyüyor. Yeni nesil neye endeksleniyor. Oğlum çalış, deneme sınavını ver. Şu veya bu okula gir. Çocuklara yaşama dair hiçbir şey öğretilmiyor. Hiçbir şey paylaşılmıyor. Yanındaki arkadaşıyla bir kalem açacağını bile paylaşmayan bir nesil yetişiyor. Bu durum bir karamsarlık yaratıyor. Maalesef aileler bu konularda çocuklarını eğitmiyor. Onlara örf ve adetlerini anlatmıyor, öğretmiyorlar. Son derece bireyci bencil ve de en önemlisi gelenek ve göreneklerinden kopuk bir nesil yetişiyor. Aileler kendi yetiştiği kültürü çocuklarına yansıtabilirse, yaşatabilirse geleceğe umut olabilir. Çünkü çocuklar, gelecek nesiller umutla yetişir. Sevgiyle büyür. Bizlerde modern yaşam adı altında geçmişe ayak uyduracağız diye köklerimizden kurtulursak kururuz. Bu durumda geleceğe ne kalır.

Bize zaman ayırdığınız ve bize geçmişi yeniden yaşatıp, anılarımızı canlandırdınız. Daha doğrusu, yaramıza parmak bastınız. Doğru yaşanma katkı sunacağı umuduyla… Bize zaman ayırdığınız için, çok teşekkür ediyoruz.

Ben de size duyarlı yayıncılığınızdan dolayı çok teşekkür ederim.

 

 

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.