KAZIM ÖZ’LE ZER ÜZERİNE

KAZIM ÖZ’LE ZER ÜZERİNE
Önemli belgesellere imza atan Kazım Öz, Son Mevsim, He Bu tune Bu, Beyaz Çınar, Dur, daha sonra Fotoğraf’la ilk uzun metrajlı filimini çeker ve daha sonra Bahoz ve Zer’le devam eder. Kazım Öz’le Morpheus kitapevinde Zer filminin gösterimi sonrası, kendisiyle filmi üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Tigris Haber- ZER filminin hikâyesi nasıl oluştu?

Aslında bunun bir anısı var. Bu filmin ilk başladığı ana ilişkin bir hikâye var. Yıllar öncesinde çektiğim ‘DUR’ diye bir belgesel var. O belgeseli köyde çekerken bir yaşlı kadınla sohbet ediyorum. Kamera açıktı. Ondan bir şarkı söylemesini istedim. O da Zer’i söyledi. Yalnız bir iki kıta söyledikten sonra, çerçeveyi düşünün tam karşımda bir anda kalktı gitti. Dedi ki; ‘senin bu kasetin çekmeye yetmez. Bu çok uzun’ dedi. Böyle ama tatlı bir kalkış oldu. Sonra bende merak ettim. Bu nasıl bir şarkı ki, hiç bitmiyor diye. Aslında bu çerçevede oluşan böyle bir boşluk beni harekete geçirdi. Sonra ben de gittim, diğer karakterlerle röportajlar yaptığımda, bu ‘Zer şarkısını biliyor musun?’ dediğimde. Söyledi, baktım başka bir versiyon. Sözleri başka, hikâye başka, meğer herkesin bir Zeri varmış gibi; bir köyde başka şekilde bir ilçede başka bir şekilde söyleniyor. Melodiler de farklı. Bende ‘bizim Zer’imizi yazalım’ dedim.  Bize ait de bir olsun diye bu işe başladık. Yavaş yavaş senaryo aşaması, biliyorsunuz önce fikir başlıyor daha sonra kütüphane aşaması, saha araştırması dönemi başlıyor.’O Bir Yük’te bir dramatürjü çalışmasına yol açtı. İçine Dersim tarihi girdi. Filmde izlediğiniz başka renkli karakterler girdi. Yavaş yavaş büyüdü ve bu hale geldi.

xer-(3).jpg

İzleyici gözüyle filminize baktığınızda eksik kaldığını gördüğünüz bir konu oldu mu?

Bizin son yirmi yılda çektiğimiz filmlerde ya da yaptığımız sanat eserlerinde temel bir sorunumuz var, çok şeyi anlatmaya çalışmak. Bir hikâyenin içinde ona çok fazla anlam yüklemek, birçok hikâyeyi bir sanat eserinde toplamak. Tam tersine bir sorunumuz var. Bir şeyi anlatıp onu daha uzun anlatmak, daha derin anlatmak bence bizim açımızdan daha doğru. Bunun üzerine çalışmalıyız. Dünya sinemasına ya da çok iyi örneklere baktığımızda, bir karakterin bile sadece bir yönünü anlatan, bir meselesini anlatan eserler daha güçlü olabiliyor. Bu anlamıyla bu yönlü bir eksiklik görmüyorum ama şöyle bir şey oluyor: Hiçbir zaman insan yazdığı şeyin tam karşılığını görselleştiremiyor sinemada ya da bu biraz da bizim koşullarımızdan da kaynaklı olabiliyor. Bazen evdeki hesap çarşıya genelde uymuyor. Bende Amerika’yı çok daha fazla çalışmıştım. Mesala kitapta da Amerika’yı gördüğünüzde bayağı karakterler var. Thomas hocayı kırpmak için götürdüm ama kırptıklarımı da geri aldı. Genelde benim filmlerinde başkasıyla çalışmak istiyorum ben bir aşamaya kadar kurguyu kendim yapıyorum. Sonra bir kiralık katil arıyorum. Görüntülerle duygusal bir bağım oluşuyor. Çektiğimiz koca sahneler oluyor. Çok emek harcamışız ama bir kurgucunun dediği gibi;’Sevgiyi öldürmek gibi bir şey. Yönetmenlerde genelde zor oluyor. Ama ben bu konuda biraz katılaşmadım da değil. Thomas’a bazı sahneleri atarak gittim. Ona attığım sahnelerde bunlar dedim. Bana deli misin bunları niye atıyorsun dedi. Özellikle Newyork kısmı prodüksiyon açısından bizim için çok zordu. Newyork kısmının daha kısa olması yönünde yorumlar da oldu. Ben tersini düşünüyorum Newyork kısmı biraz daha uzun olmalıydı. Eğer Newyork kısmı bu filmde iyi çalışmazsa, film sadece ikinci bölümüyle, Dersim yolculuğuyla oryantalist bir dile bile kayabilirdi. Onun anlamını, oryantalizmi kesecek olan şey bence Newyork’daki sıkıcılık, Newyork’daki uzamalar, mekânlar, binalar karakterler yani bunlar onu dengeleyecekti. Buna inandığım için Newyork’dakileri mümkün olduğu kadar atmamaya çalışıyorum. Ama prodüksiyonda da istediğim gibi çekimler alamadığım içinde atmak zorunda da kalıyordum. Bu açıdan Thomas bunu geri alalım dediğimde inanılmaz sevindim.

xer-(2).jpg

Film sansürlendi ve bazı bölümler çıkarıldı. Nasıl bir şey hissettiniz? Anlattığınız konunun eksik olduğunu hissediyor musunuz?

Gerçekten sansür sinema açısından başlı başına bir konu, ötekileri işleyen filmler, Türk sineması kendisinde bile başından beri çok ciddi bir sansür olayı var. Ben gerçekten bu filmde bunu çok daha ağır bir şekilde hissettim. Diğer filmlerde bir şekilde başka yollarla gösterimler yapabiliyorduk. Ama bu filmde kritik birkaç sahne kesildi. Ama maalesef siz bunu izleyemediniz. Onlarsız film tabi ki benim açımdan tabi ki eksik. Bazı öğelerin eksik olması bu coğrafyadaki bir takım karakterleri, duyguları, bir takım anlamları eksik kıldı. Bir filmi çok iyi kurgulamışsanız, bazen gerçekten bir cümlenin ya da üç saniyenin bile filmin dengesini bozma riski söz konusu. Benim için eksik bir film ama bu film sansürlü biçimde gösteriliyor duygusu, artık bizim seyircimiz tarafından bilindiği için anlayabildiğini düşünüyorum. Seyircimiz az çok tahmin ediyor. Onu kendisi az çok yerleştirebiliyor ve bir dengeye kavuşuyor. Bazı sahnelerin olması seyircinin arka planını anlaması ve görmesi açısından önemliydi.

Yıllarca bir filme çalışıyorsunuz, çok ince bir şekilde üzerinde düşünüyorsunuz, emek veriyorsunuz, çekiyorsunuz ama birileri şu şu bölümleri çıkar diye dayatmada bulunuyor. Bu durum filmin özgünlüğü zedeliyor.

xer-(4).jpg

Genelde film geçmişte yaşanan dramı, acıyı anlatıyor. Jan geçmişin izinde giderken dramlara vurgu yaparken gerilen seyirci, aralarda halktan kişilerin yaptığı espriler de gülümsetiyor. Bunu gerilimi azaltmak için mi yaptınız?

Aslında bu benim için bilinçli bir tercihti. Çünkü böylesi içerikte bir  filmde beklenti olarak ya da klasik olarak tersi bir hikâye olacaktı. Belki biraz daha mutlu, daha şen başlayıp yavaş yavaş kaotik bir atmosfere, daha duygusal olarak kırılmaların olduğu ve acının olduğu bir yerde bitebilirdi. Ben tersini istiyordum. Film biraz d aha sıkıcı başlasın, hatta seyirci ‘kötü bir aşk filmimi izlemeye başladık acaba nereye geldik’ desin, ‘çıksam mı?’ diye düşünsün. Yavaş yavaş biraz daha bekleyeyim, gittikçe onu sarsın ve gülümseyerek belki de çıksın. Çünkü sanat eserlerinde bazen biz bir konuyu işlerken aslında bazen karşıt olduğumuz şeye hizmet ettiğimizi düşünüyorum. Yani acıyı çoğaltıyoruz belki de. Bu kadar kötü oldu ve biz bu kadar kötü şeyler yaşadık. Bence bunu tarih söylemeli de sanat bunu söylememeli. Sanatta buna ihtiyaç yok diye düşünüyorum. Biz ne kadar katliama uğradık, kırıma uğradık, ne kadar kötü şeyler yaşadıktan ziyade; aslında biz bunu yaşadık ama bununla baş etmeyi başardık. Baş ettik belki de. Mesala o yaşlıların doğal halleri bence tüm bu katliama, kırıma karşı bir kendiliğinden, doğal bir duruş. Doğal bir başarı. Gülebilmek. Bunu anlatırken bile hemen başka konuya geçiyor. Böyle hikâyeler çok diyor. Mesala Ahmet Aslanın oynadığı karakter. Hemen derdini anlatıyor, burada dolu, sen ne istiyorsun diyor. Bir şeyler iç gibi bir şeyler söylüyor.

xer-(5).jpg

Yaşam devam ediyor.

Evet, yaşam devam ediyor. Bilmiyorum bu size nasıl geldi. Belki de eleştirdiğiniz bir şey de olabilir.

Janın finalde Zerin hikâyesiyle örtüşmesi, öyküyü bütünleştirmenizle nasıl bir mesaj vermek istediniz?

Janın suya atlaması bir hayal, gerçeküstü. Karakter bir yolculuğa çıkıyor. Karakter bir araştırmacı, ben gideyim de bu hedefte ne yapayım diye yola çıkan bir karakter değil. Olsaydı bence seyirci açısından daha didaktik bir şeye dönüşebilirdi. Savrulan bir karakter. Yolun kendisi önemli, bence Jan için gittiği hedef değil. O açıdan, yolda yaşadığı anlar, aldığı tad, gülümsemesi, yavaş yavaş o Newyork’ta gördüğümüz yüzle, o manevi şey onun için yeterli. Aslında bir şeye de varıyor. Bir buluşmada var ama; bence bu filimde buluşma olmasa da olur.

Filmde bir de topal martı hikâyesi var.

Aslında bir martı yakalamışlardı arkadaşlar. Yapamadık tabii. Orda çekim yaparken baktık bir martı orda durmuş bize bakıyor. Tesadüf oldu. Hemen sahneyi bıraktık ve çekimi yapana kadar uçmadı. Bir yerde uçuyor ya öyle bizim işimiz bitti. Uçtu gitti. Onun ayağı topal değildi. Biz onu sonradan post prodüksiyon da topal hale getirdik.

Babaannesinin ona söylediği kısa şarkı ve bir şeyler anlatması onda nasıl bir değişime yol açıyor? Cenazeyle birlikte Afyon’a dönüyor. Farklı yetişiyor, Geçmişini hatırlatan anlatımları nasıl algılamak gerekir?

Janın değişimini de fazla abartmamak gerekir. Buradan çok başka noktaya gitmiş değil, aynı karakter. Burada buna bir tanıklık olarak bakmak gerekir. Bu aşırı değişim hikâyeleri de bizim bence biraz abarttığımız hikâyeler. Aslında o kadar değişmiyoruz. Bu atmosferin içinde olan insanlar olarak, bu değişim meselesine çok büyük değişimler yaşadığımızı düşünüyoruz. Ben dönüp bakıyorum yirmi yıl önceki bir arkadaşım, dünya kadar şey yaşıyoruz. Bazen diyorum yirmi yıl önce neyse adam şimdi aynı karakter hiç değişmiyor. Burada bizim sanatımızın tematik olarak sorunsallarından biri. Biz karakterlerimizin böyle çok uçtan uca gitmesini istiyoruz. Ama hayat hiç böyle değil. Bunu yazarken de, Jan böyle büyük devrimci bir değişim yaşamıyor. Hatta devrimci bir karakter haline gelmesi bile biraz abartılı oluyor. Orda da biçimsel değişimler söz konusu. Mesala bizim Bahoz karakter açısından düşünüyorum, orada da bir değişim hikâyesi, orada da daha büyük bir değişim hikâyesi aslında bununla karşılaştırırsan. Ama o bile baştaki Cemal ile film bittiğinde Cemal arasında belki de ortaklıklar daha fazla. Değişim dediğimiz şey orda daha az. Bu da bir tartışma konusu.

Düğün sahnesindekiler oranın insanlarımıydı?

Oranın insanları. Ama benim bir önceki bir belgeselimde de Beyaz Çınar’da yer almışlardı. Biraz kameramı tanıyan insanlardı. Düğünde oynayanları beğendiniz mi?

Hepsi profesyonel oyuncu gibilerdi.

Veysel özellikle sürprizdi değil mi? Böylesi profesyonel oyunculara taş çıkarabilecek bir adamdı.

Esprileri de çok yerinde ve güzeldi. Konuşma tarzıyla da o espriler yerini buluyordu. Jan bu yolculukta en çok neyden etkileniyor?

Bir karakterin kültür deryasında bir yolculuğu gibi düşünebiliriz. Vadiler ve renkler, bir karaktere ne kadar ihtiyaç varsa ona da ihtiyaç vardır. Janın kendisi yaralı bir karakter, bir yerde martının hikâyesi gibi. Bir sebep ve bir sonuca ulaşıyor. Sonuç bir sebebi yaratıyor. O masal gerçekten çok etkilediği bir masal oldu. Filminde temel konusunu veriyor gibi. Temasını bu filmdeki fiziksel yolculuk, bu mekânların içine giriş çıkış, onu harekete geçiren asıl enerji masalda gizli. Yani kar neden benim ayağımı dondurdu. Bu sorunun kendisi tüm bu yolculuğu tetikliyor. Onunda verdiği cevap işte babaya verdiği cevap, babanın tokatı. Halaya sorduğu soru, halanın ağlaması, aradığı diğer şeyler topal martı hikâyesi gibi.

Janın, Hozat’ta düğün sırasında esnasında karşılaştığı kızla aşk gibi bir etkileşmeyi vermeye çalıştınız sonra tekrar karşılaşıyorlar buna bir ihtiyaç mı duydunuz. Yoksa her filimde olası gelen duygusal yakınlaşmayı mı vermeye çalıştınız?

Bu her filimde değil her yolculukta doğalında gelişebilecek şeyler. Biz de daha önemli olan senaryo açısından düğün sahnesi olmasaydı Jan karakteri bence tam olmazdı. Biraz yüzeysel kalır ve tam bir karaktere dönüşmeyebilirdi. Çünkü biz ilk kez düğün sahnesinde Janın kendini saldığını ve patladığını görüyoruz. Zaten oyunculuk rejisinde biz onu verirken biz çok kontrollüydük. Dikte ediyordum, bu kadar minimal bir oyunculuk çalışıyorduk ama düğün sahnesinde dedim ki; ‘top sende istediğin kadar; ne kadar ne yapıyorsan yap, burada sen serbestsin, çok radikal şeyler bile yapabilirsin, bağır çağır oyna ne yaparsan yap’ dedim. Burada karakterin bizim onu tam rahatlamış olarak görmemiz gerekiyordu. O yolculuğun hepsinin sonunda geldi bir atmosferi buldu, bir bütünleşme, rahat güzel karakterlerle karşılaştı. Burada bir çözülmenin, bir dağılmanın olması gerekiyordu. Oyuncu da onu verdi diye düşünüyorum.

Bazıları film düğünle bitseydi daha iyi olur diyenlerde oldu. Jan geldi zaten Amerika’daki kız arkadaşından da vazgeçmiş, ikisinin düğünü olarak son olabilirdi diyenler oldu. O zaman bu tam bir klasik Yeşilçam filminin finaline götürecekti. Mutlu sonla.

Buradaki duygusal hikâye kızla olan hikâyesi de bence benim açımdan bir deliyle buluşmasından, Newyork’taki kızla buluşması sahne gibi bir sahneydi. Daha fazlası bizi tam da klasik dramatürcüye götürürdü. Çünkü beklentimiz biraz da bu, madem yakışıklı bir başkarakter var ve bir aşk hikâyesiyle başlıyor. Neden Dersimde bir aşk hikâyesiyle sürmesin, oraya gidebilirdi ama filmin teması o değil. Bu filmin teması, benim yorumum tabi, herkes farklı bir yorumda bulunabilir. Aslında o kültürel DNA dediğimiz, yani ne kadar ret edersen et, yani o damarlarında onun izi var. Kaç kuşak önceki travma, ne kadar kaçarsan kaç seninle birlikte devam ediyor. Bununla yüzleşmek durumundasın. Başka çaren yok. Şimdi buradan gittiği için aslında buradaki buluşma da kızla aşk hikâyesi de sadece, diğer renkli karakterler gibi renkli bir karakter. Yani rotamızı şaşırabilirdik. Çünkü çekici bir şey, çünkü geliştirmeye açık bir şey. Bir ara senaryoda şunu düşündük; dağda gördüğümüz kadınlardan biriyle mi buluştursak sonra vaz geçtik. Tıpkı deliyi bir kere gördü gitti. Bu da öyle bir buluşma olsun. Sempatik ama sıcak. Tam da bir yolculukta yaşanabilecek, tadı damağında kalan belki de bir yerde olması daha doğru diye düşündük.

Filmlerinde karakter isimlerini nasıl buluyorsun?

Karakter ismi benim çok zorlandığım şeylerden biri. Bayağı değişir. Ararım, şu an yazdığım bir senaryo var. Onun birkaç karakteri var başrolde. Birinin ismini Danimarka’da buldum. Uçtum. Tamam, bu dedim. Tamam bütünleşti. İnsanın ismi karakteriyle bir örtüşme yaşıyor. Yani ya onu ya da o onu etkiliyor. Orada simbiyotik bir ilişki, birbirini besleyen bir ilişki var bence.  Jan’ı ismini bulduğumda önemli bir karakteri bulduğumu, yakaladığımı hissettim. O Fransız bağlantısı da benim için çok gerçekçi oldu. Babaanne ismini koymuş ama babaanneye sadece seçenekler gelmiş.

  Şu an yeni yazdığım senaryoda üçünden birinin ismi hoşuma gitmediği için, karakter sanki bende yapay bir karakter ne desem yapacak gibi görünüyor.

Avrupa sinemasında nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Film biraz geç açıldı. Bunun temel sebebi politikti. Biz dünya promierini İstanbul’da yaptık. O bizim için olumsuz bir başlangıç oldu. Filim fazla görülmedi. Sansür gölgesiyle başladı. Hem seyirciye ulaşmakta hem de uluslar arası festivallere ulaşmakta geciktik. Ama film gittikçe açıldı. Yeni davetler aldık. Kendi yolunu açtı. Genelde de tepkiler gittikçe güzelleşti. Benim için şaşırtıcı tepkilerde oldu. Hindistan gösterimi vardı. Pazar günü saat on bire gösterimi almışlardı. Kaç bin km yol Biz baktık Pazar günü, bizi bunun için mi çağırdınız Pazar günü kim gelecek saat on birde. Burada saat iki bile bizim için erken geliyordu. Hatta biraz gezsek mi dedik. Saat on bire yirmi kala gittik, salona bir girdik, bin kişilik bir salon civarında, içi tıka basa dolu, biz yanlış bir yere mi geldik, ‘Biz Zer gösterimi için geldik’ deyince.  Dediler; ‘işte burası’. Film bitti. Yüz kişi sıraya dizildi, bir şeyler söyleyen, çok şaşırdım. Benim için çok ilginç bir deneyim oldu. Genelde özellikle ilk kez, bir uluslar arası, yabancı seyirciden bu kadar iyi reaksiyonlar aldım. Bu bizim için iyi bir şeydi.

Önümüzdeki süreç de nasıl bir projeyi gerçekleştirmeyi düşünüyorsunuz?

Yine buna benzeyen yanı var ama başka bir karakterin yolculuğu. Daha doğrusu bir kadının yolculuğu var. Umarım altından kalkabiliriz. Kadın meselesi bir erkeğin bu işe bulaşması kadar tehlikeli bir şey yok. Ama sinema yaptığım bu güne kadar da, hep bana şu eleştiri de geliyor, haklı eleştiri olarak, neden hep başrol erkek. Tabi ki ben erkek olduğum için, erkek olması durumu da var büyük ihtimalle. Artı bir kadının, bir kadın karakterini yaratmak, işlemek, ona hayat vermek, hakikaten normalde haddime değil. Zor bir mesele ama diğer soru da haklı. Belki de bir yüzleşmeye ihtiyacımız var. Neden yapmayalım ki. Öyle riskli mayınlı bir bölgeye giriyorum ki, inşallah başarırız.

Cemal Süreyya’nın öyküsüyle film arasında bir benzerlik var mı?

 Cemal Süreyya’nın da benzer bir hikâyesi var. Gerçekten filmin başında kullandığımız o cümle, daha iyi imgeleştirilemezdi diye düşünüyorum. Onun anısına da bir şey gibi düşünüyorum.

Çok teşekkür ediyorum. Yeni yapımlarını merakla bekliyoruz. Başarılar sizinle olsun.

Bende size yayın hayatınızda başarılar diliyorum.

Özel Röportaj: Mümin Ağcakaya

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.