KÜLTÜREL DEĞERLERİ ORTAYA ÇIKARMAK İÇİN ÖMRÜNÜ VERDİ

KÜLTÜREL DEĞERLERİ ORTAYA ÇIKARMAK İÇİN ÖMRÜNÜ VERDİ
Değerli araştırmacı, derlemeci ve yazar Sayın Hilmi Akyol uzun zamandır sözlü kültürel tarih üzerine değerli çalışmalar yürütmektedir

Değerli araştırmacı, derlemeci ve yazar Sayın Hilmi Akyol uzun zamandır sözlü kültürel tarih üzerine değerli çalışmalar yürütmektedir. Adeta bütün yaşamını bu çalışmalara adamıştır. Kendisiyle daha önce geniş bir söyleşi gerçekleştirmiştik. O söyleşinin devamı olarak şimdi ikincisini gerçekleştirdik.

 

KÜLTÜREL DEĞERLERİ ORTAYA ÇIKARMAK İÇİN ÖMRÜNÜ VERDİ

Mümin Ağcakaya / Özel Röportaj

 

Uzun zamandır kültür üzerine bir çalışma yürütüyorsunuz. Son yaptığımız söyleşiden sonra çalışmalarınıza devam ediyorsunuz Son çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

Aralık ayında Garzan dengbejleri ve Çirokbejleri üzerine yaptığım çalışmalardan 2 cilt hazırladım. İçinde; Şeyh Salih Kubini,, Selim'i Batmani ve Xalte Garzi var. Sesleri iyi ve ünlü dengbejler. Bu dengbejlerin anlattıkları destan, hikâye ve düğün stranlarını deşifre ettik.

 

Kadın stranbejlerin söylediği düğün stranları daha önce ilk cildi yayınlanmıştı. Şimdi çıkacak ikinci kitabı içinde 100'ün üzerinde stran deşifre ettim. Büyükşehir Belediye Kültür Daire Başkanlığına teslim ettim. Erkek sesinden düğün stranlarında, Diyarbakırlı dengbejler var. Bu yıl içinde notaları çıkartılarak yayınlayacak. Daha önce üç dilde yayınlanan, Dengbej Antolojisinin 4. cildini de basım için teslim ettim.

Daha önce 19 cilt olarak yayınlanan Diyarbakır dengbejlerinin; 20. ve 21.cildiyle; Mardin'in çirokbej ve dengbejlerin ikinci cildinin hazırlıklarını yaptım. Bu sene içerisinde bunları da bitireceğim.

 

Kadın dengbejlerin aşk üzerine dile getirdikleri stranları Zeynep Yaş’ın yorumuyla çıkmasını istiyorum. Diğer bir çalışmada da; erkeklerin kadına başka bir çalışmada ise hem kadın hem de erkeklerin söyledikleri stranlar olacak.

Hazırlığını yaptığım başka bir çalışmalarda ise; stranlarda Diyarbakır’ın nasıl yer aldığı, dengbej stranlarını yönetenler ve egemenlerin nasıl işlendiği yer alıyor. Böylece 7-8 kitap olarak basım için hazırlıklarını yaptığım bir çalışma dizisi var.

hilmi.jpg

 

Stranlar söylenirken nasıl farklılıklar gösteriyor?

Bu söyleyiş de sözlerin farklılıkları var. Kafiyelerde değişiklikler oluyor. Kendi şivesiyle, yöresinin varyantıyla söylemektedirler.

Kadınların sesiyle düğünlerde köylerde oynanan oyunlarda, kadınlarla erkeklerin oynadıkları oyunlarda farklılıklar gösteriyor. Fakat bu farklılıkların şehirlere doğru gelindikçe, özellikle folklor gruplarında bu farklılıkların ortadan kalktığını, tek tip oynandığını görüyoruz. Bazı stranlarda mesela; ‘Sinemi’ söylerlerken kadının ayak vurgusu erkekten farklıdır.

 

Botanın, Garzanın, Amedin Serhatın söyleyiş farklılığın kaynağı nereden geliyor?

Yöresel lehçe farklılığından, ağız farklılığından geliyor. Avaz, boğazın, gırtlağın farklılığından geliyor. Coğrafik koşullar, yaşam koşulları büyük ölçüde sesi de etkiliyor. Boğazı da gırtlağı da etkiliyor. Mesela ılıman, yumuşak iklimin olduğu coğrafya da bir dengbej saatlerce söyleyebilirken; Serhat gibi iklimi soğuk ve sert geçen yerlerde ise dengbejlerin sesleri yüksek çıkarken söyleyiş sürelerinin çok uzun olmadığını, uzatamadıklarını görmekteyiz. Bu anlamda coğrafya ve iklim koşullarının söyleyişe belirgin bir etkisi vardır. Bu ortamdan ses ve gırtlak etkilenmektedir.

 

Coğrafik koşullardan kaynaklanan iklim yapısı sesleri nasıl etkilemektedir?

Bizim bölgenin içinde dahi Serhat soğuk iklim, Diyarbakır ve Mardin üç bölge olarak yedi stran örnek aldık. Bu yedi stran söylenirken iklim ve coğrafik koşullardan nasıl etkilendiğini ortaya koymaya çalıştım. Serhat bölgesinde söylenen stran, iklim koşullarından dolayı iki kıta olarak söylenirken, ses ise çok yüksek tonda söylenmektedir. Diyarbakır’a doğru gelindiğinde ise; aynı stranın süresi altı, yedi dakikaya ve uzunluğu da üç dört kıtaya çıkabilmekte, sesin tonu ise düşmektedir.  Sıcağın daha etkili olduğu, Mardin ovasında süre yarım saate kadar çıkarken, sesin tonu ise iyice düşmektedir. Öyle ki dengbej normal konuşma gibi söylemektedir. Mesela Mahmudi Xase, Fadile Qufra Serhatta üç dakika olan stran orada yirmi dakikaya çıkabiliyor. Ses düşüyor. Ses düştüğü zaman gırtlak yorulmaz. Ses telleri incinmez. Konuşur gibi söylemektedirler.

 

Gırtlak yapısının doğadaki bütün sesleri çıkarmaya elverişli olması kelime yapısının zenginleşmesinde bir etkisi oluyor mu?

Böyle bir etkisinin olduğu muhakkaktır. Bölgedeki insanların gırtlak yapısının böyle bir özelliği ve farklılığı konulan kelime zenginliğine de yol açmaktadır. Bu yüzden her hangi bir olayın aşamalarına, her hangi bir canlının gelişme aşamasında aldığı isimler farklıdır. Tek bir kelimeyle onu nitelemiyorlar. Yaşına, gelişme aşamasına göre isimler almaktadır. Bu da kelime zenginliğini ortaya çıkarmaktadır. Kurmanci’nin çok zengin bir edebiyat dili olmasının nedeni budur.

 

Önümüzdeki süreçte yapmak istediğin ne tür projeler var?

Sağlığım ve zaman elverirse derlediğim, arşivlediğim, seslerini kayıt altına aldığım, inşaatlarda çalışan işçilerle, taşeron ve mütahitler arasındaki diyalogları, yaşanan problemleri biraz mizahi tarzda ele alacağım.

 

Diğer bir çalışma da; hayvan pazarındaki tellal ya da celep denilen, hayvan alım satımında aracılık eden kişilerin, kurnazlıklarını, köylüyü nasıl kandırdıklarını, bir hayvanı nasıl ucuza alıp pahalı satmaları üzerine olacaktır.

 

Bir de; köylerde kurban kesilen, yemekler pişirilen bazı ziyaret mekânları var. Seksen doksan kadar böylesi mekânlara ait hikâyeleri, anlatımları, kayıt altına almışım. Önümüzdeki süreçte bunlar üzerinde çalışacağım.

hilmi-001.jpg

 

Şimdiye kadar basılan eserlerinin sayısı ne kadar oldu?

Toplam 71 kitap oldu. Bunlardan yedisini kendim yazdım, diğer 64 kitap ise; sözlü tarih üzerine yaptığım derlemelerden oluşmaktadır. Benim yazdıklarımdan beşi şiir kitabıdır. Seyda Perinçek’in notalarını çıkardığı bir stran, diğeri de altı çocuk hikâyesinden oluşan bir kitaptır.

 

Yapmak istediğin ama şimdiye kadar yapamadığın bir projen var mı?

Dengbej antolojisinde Kafkaslara ve İran’a gidip Afganistan Pakistan’a kadar uzanan Kürt bölgelerinde ve İran’ın Kuzeyindeki Horasan bölgesine giderek benzeri çalışmaları yapmak isterdim. Şimdi Horasan bölgesinde nüfusu iki milyona yaklaşan Kürtler; Yavuz Sultan Selim, İran’la olan savaşından sonra Mardin, Batman ve Diyarbakır yörelerinden 40 bin aileyi alevi oldukları için sürgün ediyor. Bu nüfus aradan geçen zamandan sonra iki milyona ulaşıyor. Bu bölgeleri gezerek, buradan taşıdıkları kültürü nasıl yaşattıklarını görmek, hikâyelerini dinlemek, seslerini kayıt altına almak isterdim.

 

Bir de Diyarbakır’ın bütün köylerini dolaşarak, seslerini dinleyip kayıt altına almak benim güzel ve yapılması gereken çalışmalar olurdu. Bunları yapmak için de olanak ve imkânların olması gerekiyor. Bu koşulları yaratırsam gerçekleştirmeyi düşünüyorum. Diyarbakır yerel yönetiminde işe başladığımda böyle bir çalışmayı gerçekleştirmeyi düşünmüştük ama konuşulmakla kaldı. Bunu defalarca da nasıl yapılacağına ilişkin düşüncelerimi dile de getirdim.

 

Kültür kurumları ve yerel yönetimler bu konularda neler yapmalıdırlar?

Kültür kurumları yıllardan beri ağırlık verdikleri sadece; müzik ve tiyatro oldu. Derleme, kayıt altına alma gibi bir problem yokmuş gibi davrandılar. Yapabilirlerdi ama gereken ilgiyi göstermediler. Kurslarına katılanlardan; babalarının, dedelerinin, ninelerinin anlatacaklarını kayıt altına almalarını isteselerdi, hiç masraf da etmeden, binlerce materyal toplanırdı. Otuz yıldır kültür kurumları vardır. Tiyatro ve müziğe ilişkin güzel şeylerde yapıldı ancak sözlü kültürel tarihe gereken ilgiyi göstermemişlerdir.

 

Zaman tamamen sözlü kültürün aleyhine işliyor.

Benim sesini kaydettiğim insanlardan en az yirmisi vefat etti. Şöyle düşünüyorum. Bende gidip bu sesleri kaydetmeseydim. O sesler şimdi kayıptı. Kimse hatırlamayacaktı. 1986 1987’de Diyarbakır’ın çevre köylerine elektrik geldikten sonra şevbergler kaybolmaya başladı. Televizyonlar her eve girdi. Diziler başlayınca evlerde hikâyelerin anlatılması da bırakıldı. Zaman geçtikçe bu hikâyeleri anlatacak tek bir kişi bile kalmayacak.

 

Kültür kurumlarının tiyatroyla ilgilenmeleri güzel yadsınacak bir şey değil ama sadece burayla sınırlı kalmaları, diğer değerleri göz ardı edilmesi de doğru değil. Çünkü yok olmakla yüz yüze gelen bir gelenekler dizisi söz konusu.

Müzik ve tiyatronun skeçlerini hazırlayan, stranlarını hazırlayan olaylar veya teksler bu hikâyelerle ortaya çıkmaktadır. Köydeki destanlar, stranları sonradan tiyatroya da uyarlayabilirsin ama kayıt altında olmayınca ortaya kısır bir döngü çıkmaktadır. Biz Avrupalı birinin oyununu Kürtçeye çevirip oynuyoruz. Bizde hikâye destan yokmuş gibi. Onların asıl eğilmesi gereken yer derlemedir. Kayıt altına almadır. Destan ve hikâyeyle sinema filmi de çıkar. Tiyatro çıkar. Skeçler çıkar. Beste yapma yeteneği olan biri bu hikâyeden stran yaratır. Herkese ulaşmasını sağlar.

 

Kültürün ve sanatın geleceğe aktarılması için bunu göz ardı etmek dayanacakları, beslenecekleri kendi öz kaynaklarının da yok olmasına göz yumma anlamına gelmiyor mu?

Kendi kaynağından beslenip kendi senaryosunu, tiyatrosunu yapmayınca başka kültürlere ait yazılan senaryoları, oyunları çevirerek oynamak zamanla kendi kaynağından uzaklaşmayı getirecektir. Başka kültürlere hayranlığın yerine kendi öz kaynaklarına yönelmek gerekiyor.

 

Analara nasıl bir görev düşüyor?

İsmi anadildir. Anaların kendi dillerinin dışında en azından okula gidinceye kadar kendi dillerini öğretmeleri gerekiyor. Okula gidince zaten başka dilleri öğreniyorlar. Babalar hep dışarıdadır ama öncelikle anlar çocuğuna kendi dillerini öğretmeleri ve kendi dillerine sahip çıkması gerekiyor. Ana çocuğunu yatırırken, ağlarken onu susturmak için söylediği ninniye, daha sonra anlattığı; hikâye ve destanlarına devam etmelidir.

 

Bu kadar ezilen kadınlar en zor görevler de hep omuzlarında olmuştur.

 

Toprak, toprak ana diyoruz. Çünkü hep üreten olmuştur. Toprak da her zaman kimyası bozulmaya çalışılıyor ama toprak hep vermekten vaz geçmiyor. Hep üretiyor. Ne ekersen daha fazlasını veriyor. Kadında çok zor koşullarda olabilir, baskı zulüm de görebilir ama unutmaması gereken bir şey vardır. Dilini, üretimini unutmamalıdır. Tohumu saklayan, zamanı geldiğinde eken ve ürünü toplayan anne ise çocuğunu yetiştirmesi gerekende annedir.

 

Mezopotamya toprakların insanlığın en eski zamanlarından beri sürekli üretti. Kadınlar da bu kültürün yaratılmasında, devam ettirilmesinde hep üretken oldu. Yaratıcı oldu. Üretkenliğinin ve yaratıcılığının sekteye uğramaması gerekiyor. Geçmişten beri gelen değerleri devam ettirmede kadınlara düşen görevler çok önemlidir.

 

Toprak ve ana her ikisi de anaçtır. İkisi de yetiştirendir. 12 bin yıldır ana şimdiye kadar ne yapmışsa yine görevine sahip çıkmalıdır. Tohumunu saklayıp zamanı gelince ekmelidir. Bunu çocuklarına da uygulamalıdır.

 

Bu ağır görev ve sorumluluk sadece kadına yükleniyor, erkeğe hep daha az görev düşüyor. Bunu başka bir söyleşi konusu olmalıdır diyerek, çalışmalarınızda başarılar diliyor ve bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.

Bende size duyarlılığınızdan dolayı teşekkür ediyorum.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.