Tiyatro insanın yaşamına bir dokunuştur-2

Tiyatro insanın yaşamına bir dokunuştur-2
Diyarbakır Devlet Tiyatroları müdürü ve Gül’e Ağıt oyunun başrol oyuncusu da olan Gonca Eryiğit ile söyleşinin ikinci bölümünde Güldünya oyunu ve şiddet üzerine konuştuk.

Mümin Ağcakaya

Sizinde başrolünü oynadığınız Güldünya; yaşanmış trajik bir olayı sahneye taşıyor. Ama buna benzer hemen her gün bir olay yaşanıyor ve arkası kesilmiyor. Benzer konuları içeren hangi oyunlar sahnelendi?

img_0596.jpg

 Üç yıldır görevdeyim. Seyirciyi, her yıl kadının bir başka boyutunu anlatan oyunlarla buluşturuyorum. ‘Bir Şehnaz’ oyununda da; hayat kadını olmak zorunda olan bir kadının hayat hikâyesini, sonra Kafkas Tebeşir Dairesi’nde kendine ait olmayan bir çocuğa annelik yapan ve savaş ortamında anne kavramının ne kadar önemli olduğunu anlatan bir oyundur. Savaş Alanı Gibi Kadın oyununda ise Bosna'da geçen gerçek bir hikayedir. Tecavüz sonucu hamile kalan ve başta çocuğu asla istemeyen ama sonra annelik duygusuyla genç bir fidanın büyümesinin, yaşamasının ne kadar önemli olduğunu anlatan bir oyundu.

Bu sene de Güle Ağıt adlı oyunumuzla buluşturduk seyirciyi. Güle Ağıt; Güldünya Törenin gerçek bir hayat hikâyesidir. 2004 yılında ağbisi ve kardeşi tarafından, 22 yaşında hayatını kaybeden genç bir kızın hikâyesi. Kuzeni tarafından tecavüze uğrayıp sonrasında da aşiret kararıyla ölüm fermanının çıkarıldığı, ancak tek kurtuluşunun kuma olması gerektiği söylenen ama tecavüzü gerçekleştiren kuzenin de kabul etmeyip; ‘kızınızı geneleve bırakın’ diyor. Güldünya Tören çocuğunu doğuruyor. Güldünya çocuğuna Umut ismini koyuyor. Umut’u doğurduktan sonra önce küçük kardeşi vurmaya çalışıyor. Bacağından vuruyor. Güldünya kaçarak polise sığınıyor ve hastaneye kaldırılıyor. Bu sefer de ağabeyi; ‘refakatçiyim’ diyerek hastane odasına girerek kafasına şarjörü boşaltıyor ve kızcağızı öldürüyor. Umut çocuk da devletin koruması altına giriyor ve şimdi nerede olduğu bilinmiyor.

Bu trajedini yaşandığı Bitlis’te de bu oyunu sergilediniz. Neler yaşadınız?

Bu olay Bitlis Mutki Erler köyünde gerçekleşiyor. Mutki’den de bir çok kişi oyunu izlemek için gelmişti. N e acıdır ki izleyen herkes ağlıyordu. Erkekler dâhil tabi. Ama ne acıdır ki bu olay olduğunda kimse engel olmamış. Kimse önünde durmamış. Kimse sahip çıkmamış. Geçenlerde beş yaşındaki çocuğa yapılan çirkin saldırıdan sonra bütün erkekler sokakta ama bunu yapanda bir erkek. Bu durumda toplumun sosyo durumuna da bakmak gerekiyor.

1539257789440974595-b---kopya.png

Taciz, tecavüz, kız, erkek çocuklara hatta hayvanlara da yönelik korkunç bir saldırı ve şiddet eğilimi var. Çocukların yetişmesinde aile içinde annenin rolü nasıldır?

Anne kavramı o kadar kıymetli ki; o erkeği yetiştiren anne. Bu demek oluyor ki bizim toplumumuzda annelik kavramı yok olmaya başlıyor. Çünkü bütün değerleri öğreten kişi aslında annedir. Çocuk anneden alır. İlk öğretendir. Baba ikinci sırada gelir. Biraz büyüdükten sonra babayı taklit eder, hayranlık duyar. Çocuk için baba bir kahramandır. Ama öğretmen annedir. Bu da şunun göstergesi; demek ki biz annelik kavramını yitirmeye başladık. Annelerin aslında biraz elini taşın altına koyup, erkek çocuklarını çok iyi yetiştirmesi gerekiyor. İyi ahlakı öğretmesi gerekiyor. İyi insan olmayı öğretmesi gerekiyor. Şiddet diyoruz; çocuk şiddeti nerede öğrenir? Aileden, sokaktan ya da okuldan.  Şiddet, sapkınlık; eğer akli dengesinde bozukluk ya da şiddete eğilimli psikolojik bir durumu yoksa sonradan öğrenilecek bir şey değildir. Aileden gelir o. Dolayısıyla da ailelerin çok ciddi bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Annelerin çok ciddi bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Hani derler ya kadının gücü, aslında kadının gücünden kasıt annedir. O yüzden ben biraz anneler kızıyorum. Güldünya öldürülürken anne ne yaptı? Güldünya’yı yetiştiren anne o iki erkeği de yetiştirdi. Nasıl kardeşlerini öldürecek nefrete sahip biri olarak büyüttü. Ya da sapkınlık, çocuklara, hayvanlara. Birbirimize karşı o kadar şiddet dolu olmayı öğrendiğimiz bir yer olması lazım. Otuz beş yaşından sonra bir insan sapkın ya da şiddet eğilimli olması için çok ciddi bir psikolojik travma yaşaması, hasta olması lazım.

1539257789282049176-b---kopya.png

Çocukların birbirine karşı şiddetini daha ilkokul çağlarında da görülüyor?

Şimdi çocuklara bakıyorum. Derslerine de giriyorum. Bu konuda o kadar ciddi boyutta ki şiddet. Geçen yıl okulda kaydırağın tepesinde iki çocuk biri önünde diye önündekinin kaymasını beklemeye bile tahammülü olmayan bir nesille karşı karşıyayız. Salıncaktan aşağı fırlatıp sen kayma ben kayayım diye çocuğun neredeyse ölümüne sebebiyet verecekti. Kaydıraktan düşen çocuğun kulağından sıvı geldi, iki hafta yoğun bakımda kaldı. Bu çok ciddi bir sıkıntıdır. Bunun önüne geçilmesi gerekiyor. Bu da; anne, baba, çocuk eğitimi ve okulda eğitimle olur. Çok önemli bir insan sanatla buluştuğu zaman şiddete bulaşamaz. Bu mümkün değil. Kültür seviyesi yüksek olan bir toplumun, ne sapkınlıkla ne şiddetle yolları kesişmez. Mümkünatı yok bunun. Kültür ve sanat kendi içinde bunu barındırmaz. Bütün meyili de yok eder.

FIRTINANIN ORTASINA YAPAYALNIZ KALDIM.

Güldünya’yı oynarken neler hissediyorsun?

Çok üzülüyorum. Oyunun her seferinde, özellikle son sahnesinde çok etkileniyorum. Hele o selam sahnesinde, Güldünya’nın gelinlikle ve bebeğiyle o tek fotoğrafı çıkıyor. Hep gelinlik giymeyi hayal etmiş ama giyememiş. Sadece fotoğraf çektirmek için giyebilmiş. Zaten o son kare fotoğrafıyla bitiyor. Her seferinde tüylerim tiken tiken oluyor. Ayda bir kez oyunu koyabiliyorum. Çünkü oyunda şiddet sahneleri de var. Etrafımda çok ciddi yara, bere, yarıklar oluşuyor. İyileşmesi de bayağı süreç alıyor. Ama her akşam eve gittiğimde ben ayağımın yarılmasını,

O darbeler ciddi mi?

Şu anda ayağımın üzeri bayağı yarık. ( Ayağını göstererek gerçekten oyunda aldığı darbe sonucu yarıktı ve üzeri yara bandıyla kapatılmıştı, dirseği de mosmordu) Yarılıyor her tarafım. Kolumda, ayağımda dizimde her yerimde yaralanmalar oluyor. Mutlaka çok ciddi yaralar alıyorum. Ama sonra kendimi sorguluyorum. İnsanlar nelere maruz kalıyor. Ne kadar şanslıymışım diyorum. Çünkü bende olabilirdim. Ben sinemacı bir babanın kızı olarak, okuyan bir babanın kızı olarak da doğmayabilirdim. Okuyalım diye dişini tırnağına takan bir ailenin kızı da olmayabilirdim. Bende bir aşiret kızı olabilirdim. Ben de o köydeki bir kız olabilirdim. Güldünya ben de olabilirdim. Güçsüz olmak, kendini güçsüz hissetmek o kadar zor bir duygu ki. Bir insanın gücünün yetmemesi, yalnız kalması, başaramaması her halde dünyadaki en acı şey. Bir repliği var Güldünya’nın; ‘Fırtınanın ortasına yapayalnız kaldım.’ diyor. Bu çok önemli bir cümledir.

img_0323.jpg

Kadınları birbirleriyle dayanışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

 Çok güçlü kadınlar var. Bir yere gelmişler. Holdingin başında kadınlar var. Güçlü idareciler var. Bu güçlü kadınların; bu güçsüz kadınlara ve çocuklara yardımcı olması gerekiyor diye düşünüyorum. Erkek egemen toplumda güçsüz birine, bu kadar şiddet uygulanıyorsa, güçlü kadınların, güçlü annelerin biraz elini taşın altına koyması gerekir. Beş yaşındaki çocuğun gücü neye yeter ki. Fırtınanın ortasında yapayalnız kalmış gibi hisseder. Ve zarar verdiğiniz bir çocuğun bütün hayatını mahvettiniz. Onun ailesini de mahvettiniz. Onun ailesinden kastım sadece annesi babası değildir.  O çocuk büyüdüğünde evleneceği kişinin de hayatı mahvoluyor. Çocuklarının hayatı da mahvoluyor. Bu da zincirleme devam edecektir. Çünkü o çocuklar normal bir psikolojiyle büyümeyeceklerdir. Mümkünatı yok. Çünkü bu yara izi büyüktür.

Bu yaralar virüs gibi sirayet ediyor. Hem çevreye hem de sonraki kuşaklara. Her şeyi yok etme güdüsü ve sapkınlığı gelişiyor. Geri bir zihniyetle insanlar hayattan koparılıyor. İnsanlığı çürütüyor ve dibe doğru çekiyor. 

img_0319.jpg

Bir ara basında Palu ailesinden konuşuluyordu; sapkınlığın, şiddetin bir numaralı örneğiydi. Böyle bir şey olabilir mi? Duyunca nutkum tutuldu.

Bir yazarımızla yaptığım bir söyleşide dünyanın başına gelmiş en büyük felaket insan demişti. Bir araştırmada dünyadaki canlı türlerinin büyük bölümünün insan tarafından yok ettiğinden bahsediliyor. Bazen insanlara hayvan deniyor ya; bu yanlış bir niteleme değil mi?

 Cahillik. Çözüm eğitimde. Ama eğitim sadece okula göndermek değildir. Sadece birinin diplomasının olması onun eğitildiği anlamına gelmiyor. Sadece diploma almış oluyor. Okumak, izlemek, etrafının farkında olmak çok önemli.

Bunun da tek çözümü aydın insanların yetişmesidir. Bu hep beraber başarılacak bir şey. Tüme varım ve ya tümden gelimle de olabilir. Herkes kendi evinden başlasa tüme varım olur ya da köklü sistematik bir çözümle tümden gelimle de olur ama bir şekilde bunun çözülmesi gerekir. Çünkü çocukların canları yanıyor. Tehdit sadece kadınlarla da sınırlı kalmıyor. Çocuklar, hayvanlara, yöneliyor. Çok acı bir şey.

Kadın yönelik şiddet sadece fiziki değil.

Psikoloji şiddette var. Kadına şiddet her yerde var. Bende bir kadınım, çok güçlü, kendi ayakları üzerinde duran bir kadınım ama ben de şiddete uğruyorum. Ben ilk göreve geldiğimde kendimi kabul ettirmem çok uzun bir süre aldı. Kadın aklıyla gelmiş bize müdürlük yapacak diyenler çok oldu. Bir kadın bizi yönetemez diyorlar. Neden? Yönetince ne oluyor?

Kadının güçlü olması, kendi ayakları üzerinde durması, bir yerlere gelmesi; toplumsal gelişme açısından önemlidir. Güçlü toplumlar için güçlü kadınlara ihtiyaç vardır.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Eğitim önemli. Eğitimin olmadığı her yer cahilliğin, cehaletin olduğu her yer kararmaya ve karanlık olmaya mahkûmdur. O yüzden Atatürk; ‘Sanatçı alnında ışığı ilk hisseden insandır’ demiştir. Sanatçı gittiği her yeri aydınlatmaya çalışır.

Bu uzun söyleşi için çok teşekkür ediyor, sanat hayatınızda başarılar diliyoruz.

Ben de teşekkür ediyorum.

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.