Eşitlik istemeyenler sözleşmeden rahatsız

Eşitlik istemeyenler sözleşmeden rahatsız
Kadına yönelik saldırıların arttığı son günlerde tartışmaya açılan İstanbul Sözleşmesi üzerine değerlendirmelerde bulunan Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi üyesi Av. Hatice Demir, Pınar Gültekin cinayeti sonrası oluşan toplumsal tepkilerin siyasetin dilini etkilediğini belirtti

Ali Abbas Yılmaz - Özel

TİGRİS HABER - Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi’nden Av. Hatice Demir, İstanbul Sözleşmesi’nin kadın hakları mücadelesindeki yeri ve son süreçte sözleşmenin iptaline ilişkin sürdürülen tartışmaları değerlendirdi.

İstanbul Sözleşmesi’nin kadına yönelik her türlü şiddet ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılması amacıyla 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığını belirten Av. Hatice Demir, sözleşmenin şiddeti önleme, mağduru koruma, şiddet failini kovuşturma, cezasız bırakmama ve şiddete karşı etkili politikalar oluşturma şeklinde 4 temel ilke üzerinde kurulduğunu ifade etti.

Diyarbakır Barosu Kadın Hakları Merkezi Yürütme Kurulu üyesi Av. Hatice Demir, İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin Tigris Haber’in sorularını yanıtladı.

hatice-demir.jpeg

İstanbul Sözleşmesi’nin kadın hakları mücadelesindeki yeri nedir?

İstanbul Sözleşmesi,  kadınların tarihsel mücadeleleri, lobicilik faaliyetleri, uluslararası alanda yaptıkları eylemlilikler ve hukuki alandaki kazanımları sonucu daha önce kadına yönelik şiddet ile ilgili yapılmış olan bütün uluslararası belgeleri, kararları ve çalışmaları bütüncül bir yaklaşımla toparlamıştır. İstanbul sözleşmesi, bedelini kadınların yaşamlarıyla ödedikleri tamamen kadın deneyimine dayanan ve ilk kez her aşamasında kadınların yer aldığı ve yazdığı ulusal üstü bir hukuk metnidir.

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik her türlü şiddet ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılmasını amacıyla 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış, Türkiye sözleşmenin ilk imzacısı olup tüm maddelerini kabul ederek onaylamıştır. Sözleşme 4 temel ilke üzerinden kurulmuştur: Şiddeti önleme, mağduru koruma, şiddet failini kovuşturma yani cezasız bırakmama ve şiddete karşı etkili politikalar oluşturmak. Sözleşme temelde, eşitsizlikle, ayrımcılıkla, toplumsal cinsiyetle, cezasızlıkla ve şiddeti üreten kültür ve geleneklerle mücadele eder.  

Sözleşmenin imzalanmasından bu yana neler yapıldı, hükümet bu konuda yükümlülüklerini yerine getirdi mi?

Sözleşmenin imzalanmasından sonra iç hukuka uyarlanması için 6284 sayılı kanun ve bu kanunun uygulama yönetmeliği çıkarıldı. Türkiye bu sözleşme ile şiddete sıfır tolerans taahhüdünde bulundu.  Ancak Türkiye sürekli sözleşmenin ilk imzacısı olmakla övündüğü halde uygulamada adli ve idari pasifliğiyle yani şiddet karşısında işlem yapmayarak, zamana yayarak, aile içinde çözülmesi gereken mahrem konu kabul ederek uygulama açısından isteksizliğini ortaya koydu. Bu durum şiddet uygulayanları cesaretlendirdi.  İktidar bu konudaki tablonun anlaşılmaması için ise son yıllarda istatistiki verileri gizlemeyi politika haline getirdi. Buna karşın kadın örgütleri şiddet çetelesi tutarak şiddeti deşifre etmektedir.

İstanbul Sözleşmesi bugün neden tartışmaya açıldı, kimler bu tartışmayı yürütüyor?

Kadın erkek eşitliğine inanmayanlar, erkek tahakkümünün sürmesini isteyenler, kadının ikincilliğinden menfaati olanlar, kadına şiddeti meşru görenler İstanbul sözleşmesinden rahatsız. Yine kadınlar hakları konusunda bilinçlendikçe, bürokratik engellerle mücadele yöntemlerini geliştirdikçe, dayanışma ağlarını oluşturdukça erkek ve iktidar tarafından sarsıcı ve tehdit olarak görülmektedir. Kadının özgürleşmesinden ve kendi kaderini tayin etmesine saygı duymayanlar İstanbul Sözleşmesini tartışmaya açarak kadınların şiddet karşısında korumasız kalmasını ve kendilerine biçilen kadere boyun eğmelerini istemekteler.

İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesinden ayrılma ihtimali çağdaş dünya değerlerinden ayrılma ve kadın ile çocuklara şiddeti meşru kabul etmesi anlamına gelecek. Kadınların ve çocukların şiddetten uzak yaşamasının sağlanması evrensel insan haklarının ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye’nin kadının insan haklarına yaklaşımını devlet politikası olarak değiştirmesi var olan sorunları daha da derinleştirecektir. Diğer yandan Pınar Gültekin cinayeti sonrası siyasilerin tepkilerine bakıldığında, bu cinayetin siyasetin dilini etkilediği görülmektedir. Bu etki umarım kadın sorununa siyasi dil ve yaklaşımda köklü değişime yol açar. Çünkü İstanbul Sözleşmesine saldırının sorunu daha da ağırlaştıracağı görüldü.

Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülkelerden biri olmasına rağmen son 10 yıllık süreçte kadın cinayetlerinde ve kadına yönelik cinsel saldırılarda bir artış gözlendi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şiddet ataerkil güç ilişkisinin sonucu olup yapısal bir sorundur. Kadın üzerinde eril tahakkümün pek çok boyutu vardır. Kültürel, tarihsel, iktisadi… Bugün artık toplumda infiale neden olan kadına yönelik erkek şiddeti dönemin siyasal iktidarının beka derdi ve ideolojik tasarımlarından bağımsız değildir. Kadınların hakları konusunda bilinçlenmesi, kendi yaşamı ile ilgili tek belirleyici olmak istemesi, feminist hareketin güçlenmesi ve yaygınlaşması, kadınların özgürleşmesi erkek ve iktidar tarafından sarsıcı ve tehdit edici olarak görülmektedir. Bu nedenle şiddet karşısında İstanbul sözleşmesi ve kadının haklarını koruyan yasaların uygulanmasında bir isteksizlik söz konusu. İstanbul Sözleşmesine saldırarak kadının özgürleşmesini, örgütlülüğünü ve mücadelesini ortadan kaldıracağını zannedenlerin kaybedeceği, kadınların mücadele tarihi ile sabittir. Kadın mücadele tarihi kadın özgürleşmesinin önlenemez bir talep olduğunu göstermiş ve bu durum erkek tahakkümü ve iktidarlar açısından onarılamaz bir gediktir.

411601-1325804147.jpg

Bölgede de kadın ve çocuklara yönelik cinsel saldırılarda son süreçte bir artış söz konusu bunu neye bağlıyorsunuz. Bu konuda elinizde bulunan verilere ilişkin neler söylemek istersiniz?

Kadına yönelik şiddet ile çocuklara yönelik şiddet, taciz, istismar birbirinden bağımsız değildir. Egemen ataerkil kültürde kadınlar ve çocuklar özne olarak değil düzenin devamı için nesne olarak algılanıyor. Bu bakış açısı şiddeti üretiyor.  Yine siyasal iktidarın gerici toplumsal paradigmaları koruma refleksi de şiddet üreten mekanizmaları beslemektedir. Mesela çocuk yaşta evliliğin özendirilmesi, bir sosyal devlette çalışması yasak olan çocukla milli eğitim bakanının fotoğraf çekip durumu normalleştirmesi ve kendini bundan sorumlu hissetmemesi gibi.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.