HDP’li Baluken’den ‘Üç Kırık Dal’

HDP’li Baluken’den ‘Üç Kırık Dal’
Diyarbakır Tabip Odası ve Morpheus Kitapevi’nden 14 Mart Tıp Bayramı dolayısıyla ortak etkinlik.

Mümin Ağcakaya/Özel

Tigris Haber - Prof. Dr.Onur Hamzaoğlu ve yazar Ayşegül Tözeren’in katıldığı imza etkinliğinde Sincan cezaevinde bulunan HDP’li İdris Baluken’in mesajı okundu. Baluken’in cezaevinde yazmış olduğu; ‘Üç Kırık Dal’ isimli kitabı Hamzaoğlu ve Tözeren tarafından Baluken adına imzalandı.

baluken-(2).jpg

Baluken cezaevinden yolladığı mesajında, “Cezaevleri sadece fiziki olarak değil, aynı zamanda zihinsel ve ruhsal olarak insan onuruna yaraşır şekilde yaşamanın hedef alındığı kapatılma mekânlarıdır. Halkın temsilcilerinin cezaevlerinde olması sadece bir hukuk ve siyaset sorunu değil, toplumun da sorunudur. Hedef alınan sadece birey değil, toplumsallıktır” dedi.

baluken-(3).jpg

Diyarbakır Tabip Odası, 14 Mart Tıp Bayramı etkinlikleri kapsamında Morpheus Kitapevi ile ortak bir etkinlik düzenledi. Prof. Dr.Onur Hamzaoğlu ve yazar Ayşegül Tözeren’in davet edildiği etkinlikte cezaevlerinde sağlık koşulları ve cezaevi edebiyatı üzerine bir söyleşi gerçekleştirildi.

‘Cezaevlerindeki entelektüellerle söyleşi yapacağız’

Etkinlikte Morpheus Kitapevi’nden Dr. Cegerxun Polat ise kısa bir konuşma yaptı. Polat, şöyle konuştu:  “Cezaevi neredeyse coğrafyanın çok uzun yıllardır kaderi ya da yaşadığı bir olgu. Bugün birçok siyasetçi, insan hakları aktivisti, meslek grubundan insanlar cezaevinde uzun yıllardır yatıyorlar. Cezaevlerinde olan; entelektüel birikimleri ve üretme becerisi olan kimselerle bir söyleşi yapacağız. Ama odak noktamız daha önce Diyarbakır Tabipler Odasında yöneticilik yapmış önemli bir siyasetçinin cezaevinde yazdığı bir kitap üzerinden yola çıkarak; cezaevi meselesini ve edebiyatı ve hekimliği konuşacağız.”

Söyleşi sonrası, Onur Hamzaoğlu ve Ayşegül Tözeren; cezaevinde tutuklu bulunan HDP’li Dr. İdris Baluken’in cezaevinde yazmış olduğu; ‘Üç Kırık Dal’ isimli kitabını, Baluken’in adına imzaladılar.

Cezaevi sorunları, edebiyatı ve hekimliği üzerine kısa bir açılış konuşmasından sonra söz alan; Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Şerif Demir yaptığı konuşmada İdris Baluken’in mesajını okudu.

baluken-(4).jpg

Sosyal ve siyasal iyilik hali…

Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Şerif Demir, şunları söyledi: “14 Mart etkinlikleri kapsamında bugün bayram havasında olması gerekirken; biz sağlık çalışanlarının, meslektaşlarımın durumu da ortadadır.  Dolayısıyla bu dönemleri; daha çok var olan sağlık alanı üzerinden, toplumsal alan üzerinden sıkıntıları bir şekilde dile getirerek konuşabilmek aynı zamanda bunları aşabileceğimizi de konuşmak önemlidir. Hekimlik sadece hastanede olmak, bir hastayı muayene etmek, tedavisini yürütmek değildir.  Hekimlik ve sağlık dediğimiz şey aslında; sadece fiziksel bir hastalık değildir. Bizler sağlığı söyle tanımlarız; kişinin bedenen, ruhen, sosyal ve aynı zamanda siyasal iyilik halinin iyi olması üzerinden söylüyoruz. Sosyal ve siyasal iyilik hali dediğimiz şey; toplumun her şeyine karıştığımız ve söz söylemeye çalıştığımız bir noktadır.  14 Mart kapsamında cezaevi, edebiyat ve hekimliği konuşmak istedik. Çünkü hem dışarıda aynı zamanda da cezaevinde yaşanan süreçler bilinmektedir. Onur hocamıza ve Ayşegül hocamıza geldikleri için teşekkür ediyoruz.”

Dr. Demir, daha önce Diyarbakır Tabip Odasının yöneticiliğini de yapmış olan İdris Baluken’in Sincan F Tipi cezaevinde yollamış olduğu mesajı paylaştı.

‘Hedef alınan sadece birey değil, toplumsallıktır’

İdris Baluken, mesajında, “Cezaevleri sadece fiziki olarak değil, aynı zamanda zihinsel ve ruhsal olarak insan onuruna yaraşır şekilde yaşamanın hedef alındığı kapatılma mekânlarıdır. Halkın temsilcilerinin cezaevlerinde olması sadece bir hukuk ve siyaset sorunu değil, toplumun da sorunudur. Hedef alınan sadece birey değil, toplumsallıktır. Bu bağlamda değerlerimize, irademize, mücadelemize güçlü bir bağlılıkla büyük bir irade savaşı yürütüyoruz. Sistemin teslim almaya çalışan bütün saldırılarına karşı bilincimizle, umudumuzla ve bütün bunları aktardığımız kalemimizle, kâğıdımızla direnmeye devam ediyoruz. Çünkü toplumu savunma gerekliliğine inanıyoruz.

Bu süreçte dayanışma gösteren yurtsever halkımıza, dost çevrelere, meslektaşlarıma ve tüm sağlık emekçilerine en içten duygularımla selamlıyorum. Bu dayanışma ruhu sayesinde özgür ve güzel günlerin çok yakın olduğuna yürekten inanıyorum.

Selamlar, sevgiler…” ifadelerini kullandı.       

‘Diyarbakırlı olma duygusu bir ruh bir özellik’                                        

Ardından Ayşegül Tözeren konuşmasında: “İdris Baluken kitabını bir kez daha okudum. Kitabı okuduğum zaman bir kez daha şunu hissettim: Diyarbakır her nereye girerse girsin bir kitap olabilir, buradaki gibi bir söyleşi olabilir. Bütün karakterleri bir kenara bırakıp kendisi kahraman oluyor Diyarbakır'ın. Diyarbakır böyle bir ruh böyle bir kenttir. İdris Baluken’in ‘Üç Kırık Dal’ kitabında da; Diyarbakır ve Diyarbakırlı olma duygusu bir ruh bir özellik aslında. Burada da böyledir. En azından bizim aklımda Diyarbakır ruhu çok önemli bir şekilde kalacak diye düşünüyorum. Diyarbakır herkesin benimseyebileceği, bir duygudaşlık kurabileceği bir barış kenti. Bu duyguyla geldik buraya geldik. Onur Hamzaoğlu hocam halk sağlığı alanında Türkiye'nin en önemli isimlerinden biri. Hatta yaptıklarıyla dünya halk sağlığına da katkılarda bulunmuş bir isim. Tabii Halk sağlığının bir yanı da cezaevinde yaşayan insanlarla, bireylerle her zaman onların sağlıklarıyla ve sağlık durumlarıyla da halk sağlıkçılar ilgilenmişlerdir. Benim sorum; birincisi bir halk sağlıkçı olarak cezaevinde bulunmak hangi farkındalıkları yaratıyor? Dışarıda bir halk sağlıkçı olarak bazı şeyleri fark etmiyor olabiliriz. Bir de içeriden ve dışarıdan baktığınızda şu anda hapishanelerdeki somut durum nedir?”

Tezören’in konuşmasından satırbaşları şöyle:

“Beş altı sene önce hapishane edebiyatıyla ilgilenmeye başladım. Bir kaynak kitap aradım. Kadıköy’de bir kitapçıya gittim. Bana hapishane ile ilgili bir kaynak kitap önerebilir misiniz? Dedim. Bana zaten edebiyatın hepsi hapishane edebiyatıdır dedi. Düşündüm; gerçekten kültürel belleğimiz hapishaneyle ilgili.

Yazarlara Düşen Sorumluluk

PEN’in bir toplantısıyla ilgili anıları elime geçti. Uluslararası Yazar Örgütü 1980 döneminde Türkiye’ye geliyor, birçok önde gelen yazarı bir araya topluyor. Diyorlar ki; içinizde kaç kişi hapishaneye girdi, gözaltı deneyi oldu diye. Bir yazar dışında herkes el kaldırıyor. O yazarda Orhan Pamuk. Böyle bir edebiyat hayatımız, yaşantımız var.

İçerdekilerin kitaba ulaşma konusun da sıkıntılar çektiğine değinerek; edebiyatçılara da sorumluluk düştüğünü, hapishanede bireyler olduğunu, onları okumak isteyenlerin olduğunu hatırlamalıdır. Şu anda çok fazla yazar var içerde. Tanıdıklarımız, bildiklerimizin dışında da ismi bilinmeyen romancılar, yazarlar var.

Hapishane Edebiyatı

Genelde hapishane edebiyatı özlem, hasret klişe kokan hikâyeler, romanlar olarak algılanır. Hâlbuki 90 kuşağının yazdığı öykü ve romanlar kesinlikle bunun dışında değerlendirilmesi gerekiyor. Bir nedeni de bu insanlar tecritteler. Birkaç kişinin yaşadığı hücrelerdeler. Bundan dolayı okumanın ötesinde özeleştiri yapıp kendilerine dönme imkânı da buluyorlar. Edebiyat yeteneği olanların başarılı ürünlerinin, öykü ve romanlarının ortaya çıktığını görüyoruz. Divan edebiyatında bir tecrit sanatı vardır. Şiirde bu kişi kendisinin dışına çıkar, kendisiyle konuşmaya başlar, buna tecrit sanatı denir. Bunu korkunç bir durum olarak görüyorum. Hapishanedekilerin öykülerini ve romanlarını incelediğimde de bu tecrit sanatına rastlıyorum. Tabi kişiler günde bir kişiyi görebildikleri için tecrit sanatını doğal olarak yapıyorlar. Kendi içlerinde başka bir bellek yaratıyorlar, kendileriyle konuşuyorlar. Onur hocam hapishane şartlarından bahsetti. Bu durum onları ilgilendirmiyor mu? Yüzde yüz ilgilendiriyor. Bir örnek vermek istiyorum: Murat Saat ödüllü bir öykücüydü. Çok önemli öyküleri vardı. Genç bir insandı, 40 yaşlarındaydı. Ters Kuleler isimli romanı da hazırdı. Ölümünden sonra basıldı. Murat Saat kalp krizi geçiriyor. Burada birisi kalp krizi geçirse ne yaparız, ambulans çağırırız. Fakat hapishanede ring aracı çağrılıyor. Ring aracının içinde tabiki, hastaneye sevk edilirken ölüyor. Bu belki yaşadığımız ülkenin kültürel belleğini oluşturabilecek en önemli yazarlardan biriydi. Ring aracının içinde kaybettik. Cezaevi, edebiyat ve hekimlik denildiğinde aslında üç bağımsız şeyden bağımsız gibi düşünüyoruz ama birbirine dokunan üç şeyden bahsediyoruz. İdris Baluken’in kitabını imzalayacağız. Kitapla ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum. Kitabı önemli bir çaba olarak görüyorum.

Diyarbakır Usulü Ödeme Nasıl Olur?

Hapishaneye giren bir kişi bu bir fiziki kapatılma değil sadece bu bir ruhi kapatılmadır da. Bu kişi hiç yazmayabilir, hiç yazmayabilir de; hâlbuki romanda bütünlüklü bir çaba içerisine girmiş. En iyi karakterinde Diyarbakır olduğunu düşünüyorum. Diyarbakırlı karakterleri anlatımında gayet başarılıdır. Bir Hasbi Dayı karakteri var mesela; Hasbi Dayıyı anlatırken bütün haşmetiyle ve tatlılığıyla benim gelip karşıma oturdu. Hasbi Dayı gibi bir akrabamın olmasını çok istedim o anda. İdris Baluken’in kitabında bir Diyarbakırlılık anlatısı da var. Farklı kentlerden bir araya gelen öğrenciler bir kantinde bir araya geliyorlar. Bir hesap ödeme durumu oluyor. Tabi farklı kentlerden gelenler öğrenciler herkes kendi hesabını ödemek istiyor. Cengiz koşarak gidiyor burası Diyarbakır, Diyarbakır usulü hesap böyle ödenmez, bir kişi tamamen hesabı kapatır diyor. Diyarbakırlılık anlatısı bu anlamda çok tatlı. Baştan sona bir propaganda kitabı olsa da, bir siyasetçi, alanından hiç çıkmak istememiş derdim. Zaten son dönem yazanlarda siyasetçi olsa dahi, mesela Seher kitabında da benzerini görüyoruz. Siyasetin, edebiyatın içinde dışarıya çıkıyorlar. Baluken’in kitabı bana göre bir aşk kitabı. Seherde de bunu gördük. Hapisteki yazarlardan bahsediyorsak da birden fazlasından bahsetmemiz gerekiyor. Burada da siyasetin içindeki kişiler, edebiyata girerlerken sanıyorum, hayallerindeki başka dünyaları da oluşturduklarını düşünüyorum.

Müebbet edebiyatı

 Türkiye’de şimdi yeni bir kavramdan bahsetmemiz lazım. Müebbet edebiyatı. Çünkü mahpushanede yazanların birçoğunun ağırlaştırılmış müebbet olduğunu görüyoruz. Bunlar genellikle F Tipi hücrelerde yaşıyorlar. Uzun süreli hapisleri var. 16-18 senedir yatanları var. Müebbet edebiyatı, bence dünyanın da bakması gereken bir tür oluşuyor. Şiirde biliriz ikinci Garip akımı diye. Ama Türkiye öyküsü ve romanında da artı müebbet edebiyattan bahsedebiliriz. İçerde ciddi bir üretim var. Ama içerdeki üretim nasıl dışarıya çıkacak. Dışarıya çıktığında da bir yayınevi arayışı başlıyor. Dışarıdaki yazarlar yayınevi bulamazken bu insanlar nasıl yayınevi bulacaklar. Hapisteki yazarlar zaten çok dezavantajlı durumda başlıyor. Dışarıdaki yazarlar kitapları çıktığında sosyal medya aracılığıyla kendi reklamlarını çok rahat yapabiliyorlar. Fakat bu insanların bu imkânları da bulunmuyor. Bu şartlarda içerde yazmaya çalışan birçok yazar olduğunu hatırlamamız gerekiyor.

Yaşananlara dair…

 Tözeren’den sonra söz alan Onur Hamzaoğlu ise şunları söyledi: “Davet için özellikle teşekkür ederim. Biz İdris'le dama düşmeden önce de tanışıyorduk. Aramızda bir kaç yüz metre vardı ama hiç görüşemedik. Öyle ki ona uygulanan kurallar farklıydı. Örneğin o 5 kitap alabiliyordu o zaman ben 3 kitap alabiliyordum. Onlara dergi gidiyordu bize dergi gelmiyordu. Tabii ki aramızda mesafeye rağmen girmeden önce böyle farklılıkları yoktu. Hapishane deyince bugünlerde sadece İdris değil hepimizin çok çok tanıdığı var eski zamanlardan beri. Eski yıllardan bugün biraz sohbet ettik ceza hukuku ile uğraşan avukat arkadaşımız yoktu, daha çok idari hukukla uğraşan arkadaşlarımız vardı. Ama AKP iktidarı ile beraber bir dönem ki yaşam tarzlarımız artık ceza hukuku kapsamında sorgulanır hale geldiği için hem arkadaşlarımız deneyim kazanıyorlar hem de ceza hukuku konusunda deneyimli olan arkadaşlar da arkadaş oluyoruz böyle bir süreç var. Diyarbakır gerçekten kadim bir kenttir. Sadece bir mekân olarak değil, içinde yaşanan hayatlar olarak öyle, bu nedenle buraya 96'da ilk kez uzun süreli gelmiştim. Ondan sonra her yıl içinde bir kaç defa gelme şansım oldu. Öyle ki halk sağlığı konusundaki çalışma konularını da belirledi. Özellikle bebek ürünleri konusu, Türkiye'deki eşitsizlikler meselesiydi, 96’dan beri uğraşıyorum. Bu bölgede gördük ve yaşadıklarımı hayata geçirmek, ona ses olmak için; çünkü bilim insan olarak yaşananların ve görünenlerin arkasındaki gerçekliği ortaya koymak değil; bir de onu seslendirmek gerekiyor. En azından ben ve arkadaşlarım özellikle de ve farklı bir tutum alıyoruz. Türkiye'de hapishaneler Sağlık Bakanlığı'nın 1930 yılında çıkartılmış olan Umumu Islah Kanunun1590 sayılı yasa ile beraber sorumluluk alanı olmuş.  Başka konularda olduğu gibi hapishanelerde de, yine Adalet Bakanlığı kadrosu üzerinden Bakanlığın hekimleri görev yapmışlar.  Bu sistem en azından 1. basamak olarak; yaşam alanı olarak hapishaneleri düşünürsek; önemli, sürekliliği olan bir sağlık ekibi olmasa bile en azından, hekim, hemşire, sağlık memurundan oluşan küçük de olsa bir ekipcik olması, içeriği tartışılsa bile kendi başına bir olgunluğu var.  Çünkü bir süre sonra görev bilinci olmasa bile ortaya çıkan sorunların kaynağını araştırmak durumunda kalan sadece kendisine öğretilenleri uygulamak için değil buranın mutfağına hem çalışanın hayatlarını ilgilendiren her şeyle ilgilenmek zorunda kalacak bir koşul iken. Önce sağlıkta reform faaliyeti, daha sonra hapishane hekimlikleri kaldırıldı. Her bir hapishaneye yakın bölgede aile sağlığı merkezleri, o hapishanenin sorumluluğunu taşıyan birimler oldular. İşlerin de birkaç tane Aile Sağlık Merkezi bu o hapishanenin sorumluluğunu taşıyan birimler oldular. Adına yerinde hizmet denilen yani aile sağlık merkezindeki hekim arkadaşların kendi inisiyatifleriyle isterse haftalık isterse aylık periyotlarla hapishaneye gidip; hükümlü ve tutsakların viziteye çıkmış olanlara bakan, muayene etmesi gereken ve tedavi vermesi gereken bir kimseye düşürüldü. Mutfakta ne var ne yok? Kurumun durumu, nasıl su içiyorlar, banyo yapıyorlar mı yapmıyorlar mı? Tedavi koşullar nedir? Böyle bir ödev yok artık. Sadece hapishaneler değil çocuk esirgeme kurumları da benzer kapsamdadır. Yerinde hizmet denilerek hapishanedeki hayatı esas olarak öteleyen bir tutumdur bu.”

Ayşegül Tezören'e Plaket Verildi.

Geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitiren Dr. İlhan Diken’in anısına  Ayşegül Tezören'e verilen plaketi kardeşi yazar Şeyhmus Diken takdim etti.

 Kısa bir konuşma yapan; Şeyhmus Diken: “Nibel Genç isminde bir genç arkadaşımız var. Notabene yayınlarında kitabı çıkmıştı. Mısır Koçanlarını Kızartan Koku kitabının yazarı; Nibel Genç 23 yıldır hapis yatıyor. Şimdi 24. Yıla girdi. Necmiye Alpay onunla beraber yatarken Nibel’e soruyor: Ne kadar cezan kaldı. Nibel’de abla az kaldı diyor. Necmiye “Ne kadar az kaldı?” Diyor. Nibel’de; “Yedi yıl kaldı” diyor. Tabii Necmiye Alpay şaşırıyor bir insan müebbetlik olunca, hapiste de 23 yıl yatınca onun için 7 yıl az bir süredir. Nibel’e buradan bir selam gönderelim. O güzel kitabı yazdığı için. Onur Hocaya ve Ayşegül Hocaya çok teşekkür ediyorum. Bu günü bize yaşattıkları için. Nice Tıp Bayramlarına ve Diyarbakır Tabip Odasında eski oda başkan Toplum Ekin Dergisinin yayın ve yazı kurulunda yer alan Tabipler Birliğinin de Merkez Konsey üyesi olan rahmetli kardeşim; Dr. İlhan’ı burada bir kez daha bu özel günde anıyorum. Çok sağ olsunlar bu bir vefadır. Teşekkür ediyorum” dedi.

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.